Röportaj: Sayım ÇINAR

Leman Dorsay, “Bu da Benim Hayatım” adlı otobiyografisinin ardından ikinci bir kitap daha yazdı ve bu kez kadınları ele aldı. Aynı zaman da sinema yazarı Atilla Dorsay’ın eşi Leman Dorsay ile “Kadın ve Yaşam” adlı bu yeni eseri üzerine konuştuk. Dorsay’la ayrıca yarım asrı aşan evliliklerinden “Atilla’dan önce başladı” dediği sinema tutkusuna, kadın cinayetlerinden unutulmaya kadar pek çok konuda sohbet ettik.

- Leman Hanım, öncelikle teşekkür ediyorum bana bu röportajı verdiğiniz için. Her röportajımın başında görüştüğüm kişiye teşekkür ederim mutlaka, sonuçta kalbinizi açıyorsunuz…
– Ben teşekkür ederim.
- “Bu da Benim Hayatım” adlı otobiyografi kitabınızın ardından, kadın meseleleri üzerine bir kitapla okurun karşısına çıktınız; “Kadın ve Yaşam”. Neden böyle bir kitap yazmaya karar verdiniz?
– İlk kitabım çok ses getirdi. Okuyanlar, “Çok akıcı, çok rahat okunuyor” dediler. Hatta biri “Kitabı okurken seni dinliyormuş gibi oldum, sesini yanımda hissettim” dedi. Bu ilgi üzerine kitabımı basan Murat Bulut ve düzeltmenim ısrar etti: “Bir kitap daha yazmalısın” diye. Tamam yazayım da, hayatımı orada anlattım zaten. Her şeyi ortaya koydum. Daha ne anlatabilirdim? Kadın olayları, kadınlara yapılan kötü muameleler, kadın ölümleri; bütün bunlar içimi o kadar yakıyordu ki, kadınlar üstüne bir kitap yazayım dedim.

ÜLKEMİZDEKİ OLAYLARA ÜZÜLÜRKEN DÜNYADAKİ KADINLARA AĞLAMAYA BAŞLADIM
- Çok da iyi ettiniz. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde sıkıntılar yaşıyor kadınlar. Az gelişmiş ülkelerde de durum aynı, gelişmiş ülkelerde de…
– O kadar doğru söyledin ki, bunu ben kitabımda da belirlettim. Kitabı yazmaya başladığım dönem bizdeki olaylara üzülürken, sonrasında bütün dünyadaki kadınlara ağlamaya başladım. Asırlardır devam eden bir sorun bu. Vatikan’da bile kadınlar, rahiplerle aynı eğitimi almalarına rağmen erkeklerle eşit değiller. Nerede bir kadın kardinal görebiliyorsun? Nerede yüksek derecede rahibe görebiliyorsun? Hepsi hizmetkâr.
- Kitabınızda eşitlik ilkesi dikkatimi çekti. Kadınları anlatıyorsunuz ama erkeklerle empati de kuruyorsunuz kitabınızda. “Cinsiyetsiz bir kitap” diyebiliriz aslında, öyle değil mi?
– Evet, evet. Bir yerde doğru…
- Eşit bakmak çok önemli. Uçlarda gezinmek yerine her tarafla empati yapıyorsunuz. Bu zaten sizin temel özelliklerinizden biri sanırım…
– Evet, benim özelliğim. Ben her zaman herkesin düşüncelerine saygı duymaya meyilliyimdir. Mesela iki kişi kavga eder. Ben iki tarafı da yargılar, kendi kararımı öyle veririm. Hiçbir şekilde o veya bu haklı diyemem. Atilla da bazen bozulur, “Niye benim tarafımı tutmuyorsun?” diye. Derim ki; onun da kendine göre haklı olduğu yanlar vardır, ben onları da görmek istiyorum.

KADINLAR NEDEN SENEDE BİR KERE HATIRLANIYOR?
- Kadınlar senede bir defa; 8 Mart’ta hatırlanıyor sadece sanki, öyle değil mi?
– Ben de kitabımda onun altına çizdim. Kadınlar her zaman önemli. Ve her zaman sıkıntı içindeler. Dediğin gibi, niye senede bir kere hatırlanıyor?
- Kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı körükleyen çağ dışı atasözlerimiz, deyimlerimiz var; “Kızını dövmeyen dizini döver” mesela. Ne acı, değil mi?
– Çok… O kadar çok deyim var ki, insanın içini yakıyor. O yüzden kitabıma böyle bir bölüm de koydum ben. Kadın, oğluyla veya kızıyla ilgili, kendine ters gelecek şeyler söylüyor. Ne gereği var? O nedenle annelere çok iş düşüyor bu konuda.
- Atilla Dorsay’la evliliğinizle birlikte sanatçılarla da çok haşır neşir oldunuz. Leyla Gencer’i de tanıdınız, Aliye Berger’i de… Çok da önemli isimlere yer vermişsiniz eserinizde; Adalet Ağaoğlu, Afife Jale, Tomris Giritlioğlu, Nejla Ateş, Meriç Sümen… Unutmamak, hatırlatmak lazım değil mi böyle önemli kadınları?
– Evet, çünkü insanlar unutuyor, hatta bilmiyor. Benim hocam mesela, ilk olimpiyatlarda madalya almış. Halbuki biz onu klasik arkeoloji hocası diye bilirdik. Bilinmeyenler işte böyle ortaya çıkıyor bir yerden.
- Bundan sonraki hedefiniz ne? Ne yazmak istiyorsunuz?
– Henüz kafamda net bir şey oluşmadı.
ATİLLA’DAN ÖNCESİ VAR, SİNEMAYI ÇOCUKKEN DE SEVERDİM

- Sinemaya olan ilginizi de sormak istiyorum. Tanık olduğum kadarıyla siz de eşiniz Atilla Dorsay gibi filmleri çok iyi analiz ediyorsunuz. Ve kötü filme tahammülünüz yok. Hatta çok acımasızca eleştiriyorsunuz. Üzüm üzüme baka baka kararmış diyebilir miyiz?
– (Gülüyor) Öyle demeyelim. Ben çocukluğumda da sinemayı severdim. Hatta üniversite yıllarında çok yakın bir arkadaşım vardı. Derslerden kalan boşluklarda Beyoğlu’na gider, Emek’te film seyrederdik. Yani Atilla’dan öncesi de var.
- Atilla Bey’le şimdiye dek bin tane film izlemişsinizdir, değil mi?
– Hesabını yapmadım ama daha fazladır.
- Atilla Bey’le yarım asırdan fazla süredir berabersiniz. Birbirinize olan bağlılığınızın sırrı ne?
– Çok ortak yönümüz var. Bir kere beraberlikte sevgi ve saygı çok önemli. İkimiz de birbirimize aynı şekilde sevgi ve saygı gösteriyoruz. Birbirimizin alanlarına fazla girmeden, özgürlüklerimize saygı duyarak, rahat bırakarak… Gençken de isteyen istediği yere gidebilir, herhangi bir şey yapacaksa yapabilirdi.
PROGRAMLARINDAN ÇOK ETKİLENDİĞİ GORDON RAMSAY İLE KARŞILAŞMAK
- Siz, gastronomik açıdan da çok ciddiye aldığım bir insansınız. Kitabınızdan öğrendiğime göre; geçirdiğiniz bir hastalıktan sonra İngiliz şef Gordon Ramsay’in programlarını izliyorsunuz, çok etkileniyorsunuz. Hatta “yemeden doyuyorsunuz” onu izlerken. Sonra Paris’e gittiğinizde ona bir restoranında rastlıyorsunuz… Allah’ın bir lütfu sanırım…
- 5 kilo verdim onu izlerken! (Gülüyor) Seneler sonra karşılaşmak çok özeldi…
- Siz de, eşiniz de ‘tat bilir’ kişilersiniz, çok yemek seçer misiniz?
– Evet, bu genlerle de ilgili herhalde. Oğlum küçücüktü, 3 yaşında var yok, bir bayram büyüklerden birinin evine ziyarete gittik. Ortaya bir tatlı geldi. Oğlan şöyle ucundan dokundu, ağzına bile koymadı. Ve sonra biz baktık tadına, iş yoktu. Bir genetik geçiş var yani… (Gülüyor) Yediğin şeyin lezzetinin yanında görüntüsü de o kadar önemli ki.
- Peki size İstanbul’da en sevdiğiniz ve beğendiğiniz lokantaları sorsam, hangilerini sayarsınız?
– Hacı Baba en önemlisiydi. Kapandı ne yazık ki. Halbuki çok güzeldi, yazık oldu. Hacı Abdullah da öyle. Yıllar önce Beyoğlu’ndaydı, sonra Boğaz’a gitti. Mısır Çarşısı’nın içindeki Pandeli olağanüstü bir yer. Boğaz’daki Sunset de harika. Hem yer olarak insanın içi açılıyor, hem de yemekleri her açıdan güzel.
SEVGİYLE BÜYÜRÜM, SEVGİ DOLUYUM
- Sizin dikkatimi çeken özelliklerinizden biri de ailenize olan düşkünlüğünüz. Muazzam bir sevginiz var onlara karşı. Aile tarafı sizde hiçbir zaman dram değil. Mutlu ve sevgi dolu bir aileniz var. Bu sevginin kaynağı ne?
– Sadece aile değil, insanları, hayvanları her şeyi çok seviyorum. Çok sevgi doluyum. Benim büyüdüğüm aileden kaynaklanıyor sanırım bu. Çünkü benim ailem de sevgi dolu bir aileydi. Herkes birbirine çok yakındı ve sevgiyle yaklaşırdı.