Kadir Horzum
Bu ay yıkım ve varoluş üzerine kalem oynatacağımızı öğrendiğim gün kendi kendime “Hep bir yıkım, hep bir varoluş mücadelesi veren bu toprakların konusu tam da” dedim ve canım vatanımın vaziyetini bir hırsla yazdım. Yazdım da yazdım. Coştum da taştım. Sanırsınız işgal yılları; Namık Kemal dirilmiş de vatana şiir yazıyor. Veyahut Halide Edip Sultanahmet mitingi düzenliyor. Sonra düşüncelere daldım. Saatlerce o öğrenilmiş çaresizliğimizi düşündüm.
Elbette ki kıyaslanamaz bu dönemle o dönem. Hem de her anlamda. O günün insanlarının başka çaresi yokmuş. Bizim ise başka türlü umutlarımız, olursa yere göğe sığamayacağımız küçük hayallerimiz var.
Bir de işe yaramayan bir dünya bilgimiz. Öyle değil mi ama? Bilgi çöplüğü gibiyiz! Her şeyi topluyoruz. Topladıkça da hareket edemez oluyoruz. Kısacası her haltı biliyoruz ama hiçbir şey yapamıyoruz. Galiba insanlığın sonunu da bu getirecek.
Derken aklıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Acıbadem’deki Köşk” hikâyesi geldi. Sani adında bir karakter ve ailesinin Acıbadem’de bir köşkteki yaşamının anlatıldığı bu alegorik hikâyede, kendi yarattığı sisteme kurban gider, baş karakter Sani Bey. Hikâye de bu olayın nasıl gerçekleştiği üzerine kurgulanmıştır zaten.
Hikâyenin ilk plânında Sani Bey’in yenilik yapma hevesiyle bir şeyler icat etme çabasını ve zorla ailesine onları kullandırmasını okuyorken, arka plânda aynı hevesin yaşadıkları köşkü ne hale getirdiğini görürüz.
Köşk, dışarıdan bakıldığında dönemiyle uyumlu, zarif bir köşk gibi görünse de içine girildiğinde veya yakından incelendiğinde “şaşkınlık uyandıran gariplikler” içerir. Köşkün acayiplikleri sadece küçük detaylar olmayıp, doğrudan mimarisine de işlemiştir.
Köşk, normal işleyişe uyan sakinleri için güçlüklerle, normal olmayan yollardan girecek bir hırsız için ise açıklarla doludur. Sani Bey’in aldığı güvenlik önlemleri, sanki köşk halkına karşı alınmış önlemler gibidir. Örneğin, her katın merdiveni evin ayrı bir cihetine yapılmış olup, katlar arasında geçiş karmaşık ve zordur. Buna karşılık, üst üste odaların çoğu yük dolaplarında gizlenmiş dar merdivenlerle birbirine bağlıdır, bu da bir hırsızın gizlice hareket etmesini kolaylaştırır.
Bu “karmaşık ve kapalı mimarî yapıya rağmen, köşk halkı bu durumu sorgulamaz.” Anlatıcı, çocukluğunda dahi bu konuda büyüklerine soru sormamıştır. Bu sessizliği, Sani Bey’in eleştirilere verdiği tepki ve ev halkının ona duyduğu korku, açıklar.
Köşkte birçok şey, “güçlük çıkarmanın yanı sıra işlevsizdir.” Örneğin, kapılar kilitlenirken yangın merdiveni pencereleri yarı açık bırakılır, mutfak kapısı gece gündüz ardına kadar açık kalır ve anahtarların hiçbiri kilitlerine uymaz.
Sani Bey’in icatlarındaki garipliklerin doruk noktası ise gusülhanedir. Ayağa dikilmiş küçük bir lokomotife benzeyen soba ve kazanıyla, çok lezzetli ve zalim işkencelerin yapıldığı bir yere benzeyen bu yerin şaşalı açılışında bütün ev halkı eğlense de hepsi bu garip icat yüzünden zarar görür. Zira karışık musluklar, düdükler, çarklar ve vidalar yüzünden yıkanma eylemi büyük bir eziyete dönüşmüştür. Neticede Sani Bey’in sonunu da bu garip icat getirir. Köşkteki herkesin ısrarla gusülhanede leğen kullanmasına rağmen o icadıyla yıkanırken haşlanarak ölür. Kısacası kendi yarattığı sistemin kurbanı olur Sani Bey.
Ne kadar bizden bir hikâye değil mi! Sani Bey’in köşkteki mutlak hâkimiyeti; eleştiriye tahammülsüzlüğü ve “icat, ıslah, tadil” yapacağım diye insanlara bürokratik yollardan eziyet etmesi… Allah kimseye böyle bir hayat nasip etmesin. Varsa da böyleleri ıslah etsin de sonu Sani Bey gibi olmasın.
Tüm bunları düşünürken yürüye yürüye semtimdeki sanayiye gelmişim. Baktım ki usta da benim gibi boş boş oturuyor; geçtim yanına. Çay, kahve, hava su, derken konu parasızlığa geldi. Başladı veryansın etmeye. Eskiden şöyle iyiydik, böyle rahattık da… Her hafta pavyona giderdik de… Yetmez eve bile hatun çağırırdık da… Birilerinin yediğinin hesabını niye ben veriyorum da… Neler neler… Aman sus, yerin kulağı vardır, demeye kalmadı, kılık kıyafetinden, sarığından ve de sakalından, dini bütün olduğu anlaşılan bir abimiz girdi dükkana. Ustayı duyar duymaz da “Az şükür et! Bak dükkanın var. Eskiden bırak dükkanı, araba yoktu,” dedi. Tabii usta iyice dellendi; bağırdı çağırdı. Adama neler dedi neler. Yazık amca da fısır fısır dualar eşliğinde Mercedes’ine binip uzaklaştı dükkândan. Ustanın adama söylediklerinin kanıtı olmadığı için burada yazamam. Herkesin aklına, amcanın illa ki haksız olduğu düşüncesini sokanlar da laftan anlamaz zaten.
Adamın gitmesiyle sakinleyen usta, dalgın gözlerle mırıldandı.
“Her firavunun bir Musa’sı vardır.”
Dayanamayıp cevap verdim.
“Güç ne Musa’da ne de asada! Güç ikisini de yaratanda.”
“…”
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur. Asayı Musa’nın eline veren bizleriz. Herkes biliyor bunu. Yeter ki asa sopa olup bize döndüğünde korkmayalım almaktan.”
Ustanın gözleri parladı ve “Hay senin sikini daşşağını gezdirenler yesin abi. Ne doğru konuştun öyle. Allah mı lan bunlar?” dedi. Güldüm ve gurur içinde malum organlarımı sallaya sallaya evime dönüp yeni bir sayfaya şunları yazdım.
“Tanrı yer yüzüne inseydi, her ne yapsa haksızlık olurdu; cezayı değil, suçu kabullenmek tanrısal olurdu o zaman.”
İnsanlığın, zayıf gözükenin yanında olduğu daha net açıklanamazdı. Özellikle, kimsenin derdinin haklı/haksız ayırmak olmadığı, aksine “herkesin haklı olduğu, doğrunun sürekli değiştiği para odaklı günümüz dünyasında” güçlenmeye başlayanla; iktidarı mutlak hale getirmeye çalışanla, tüm sorun. Bu durum bilinçle de açıklanabilir, kitle psikolojisi ile de. Sosyal medyayı bakarsak, ikinci ihtimal daha yüksek. Sosyal medya sayesinde, artık doğru ve yanlış çok görecelendi. Tecavüze, cinayete kadar uzanacak suçların affedilmesi istenen ülkeler var olduğu gibi, takım elbise sayesinde indirim alanlar da var.
Ustanın dediği gibi; her firavunun bir Musa’sı varsa bile… Güç Musa’da mı, asada mı? Güç asayı tutanda mı, yaratanda mı?

Kadir Horzum, Uşak doğumlu. Eğitimini Balıkesir Astsubay MYO, Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme ve Sosyoloji bölümlerinde tamamladı. Halen Aile Danışmanlığı ve Yaşam Koçluğu yapıyor. “Kafamdaki Kalabalık” ve “Kalabalıktan Kalanlar” isimli iki adet kitabı Banliyö Yayınevi tarafından yayımlanan Horzum, yazmaya devam ediyor.


