Melis Melek
Mdina Kapısı’ndan geçtim ve kendimi bir masal kitabının içinde buldum… O an bir şövalye geçse önümden şaşıracak değilim. Altın renkli duvarlarıyla konuşan canlı bir müze şehri… Zamanın Orta Çağ’da donup kaldığı bir kent.
İçeriye adım attığım andan itibaren geçmişe ışınlanmış gibiyim. Ağır çekime alınmış bir video içinde; sessizliği bozan bir boş bir gürültü olmamak adına ayrıca efor harcamak zorundayım. Adımlarımın bile dramatikleştiğini görüyorum.
Mdina dalgaların ulaşamadığı bir şehir; denizin ortasında bir ülke, ülkenin ortasında yüksek duvarlarıyla Mdina. Denize tepeden bakan bir duvar şehri aslında; Orta Çağ’dan kalma surlar, labirentler ve taş yapılar arasında.
Akdeniz dalgaları Mdina’ya ulaşmıyor ama rüzgarın taşıdığı tuzun kokusunu alıyorum; görülmeyen bir suyun sesi gibi şehrin duvarlarına vuruyor.
Bir tepe üzerinde yer alan Mdina, sanki bir ada ülkesi Malta’nın yüzlerce yıllık hafızasını tepede toplanmış dalgaların bütün seslerini duvarlarına emmiş bir kale. Mdina iyi korunmuş mimarisi, dar kaldırım taşlı sokakları ve sakin atmosferi ile karakterize edilmiş. Kilit cazibe noktaları Mdina Kapısı, St. Paul Katedrali ve yüksek duvarlarındaki panoramik manzaraları…
Rehberimiz surların girişinde “Size bir müjdem var, Bu kapıdan girdiğinizde günahlarınızdan arınmış olarak gireceksiniz. Bir bebek gibi saf ve temizsiniz artık” dedi. Alkışladık. Şehrin ana kapısından içeri girdiğimizde Aziz Paul’ın koruması altına alınıp, ruhsal olarak temizleniyormuşuz. Halk arasında özellikle yaşlı Maltalılar arasında kullanılan bir söz varmış. ‘’Kapıdan geç, taşın altına gir, kötülük dışarıda kalsın.’’
“Günahlardan arınmak” deyimi popüler turizm dilinde böyle bir şehir efsanesine dönüşmüş. Yine de buna inanmak istiyorsun, Mdina seni buna inandırıyor.
Mdina surlar içerisinde kalan eski şehrin adı. Surların dışında kalan bölgenin adı ise Rabat. Mdina’nın tüm eski sokaklarını gezmeniz en fazla üç saatinizi alır. Eğer benim gibi fotoğraf tutkunu iseniz bir tam gününüzü buraya ayırabilirsiniz, çünkü şehrin her bir köşesi fotoğraflanmayı hak ediyor.
Mdina, Malta sanatının merkezlerinden biri. Özellikle cam işçiliği, metal sanatları, seramik ve geleneksel taş oymacılığı burada gelişmiş.
Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Mdina, Avrupa’nın en güzel antik sur şehirleri arasında sayılıyor. Mdina’nın duvarları içinde pek çok kültür saklıyor. Arap dönemi… Normanlar dönemi… Osmanlı kuşatmaları… Şövalyeler dönemi…
Çarpışma, direniş, akın, istila, değişim, dönüşüm. Yine de her şey ilk gün böyle kurulmuş, hep öyle kalmış gibi.
Mdina surları içerisinde 4 kilise, 1 katedral var. Hepsini yerinde görmenizi isterim, çünkü duvar süslemeleri tek tek izlenecek kadar muhteşem.
Mdina; altın sokaklarından antik surlarına kadar Mdina, tam bir ortaçağ fantezisi enerjisi sunuyor. Mdina kapısından içeri girdiğinizde ilk görecekleriniz; Mdina Dungeons, Ulusal Tarih Müzesi, Agatha Kilisesi, Peter Kilisesi, St. Nicolas Kilisesi, Carmelite Kilisesi ve Müzesi ile St. Peter&Paul Katedrali olarak sayılabilir. Katedralin arkasında müzesi de yer alıyor, müzeden bilet almadan kiliseyi gezemiyorsunuz.
Mdina’daki “Mavi Kapı” muhtemelen şehrin tüm kapılarının en sık resmedildiği begonvillerle çevrili. Google Haritalar da bile bu ünlü “Blue Door”un ayrı bir konum işaretleyicisi var.
Gitmediyseniz bile hatırlayabilirsiniz. Mdina’nın ana girişi Game of Thrones’ta King’s Landing cephesinin çekim yeri olarak kullanılmıştı. Mdina’da zaten bir Orta Çağ seti gibi: bu kentte çekilen diğer filmler arasında “Monte Kristo Kontu”, “Da Vinci Şifresi” ve “By the Sea” yer alıyor.
Hem yazını hem de kışını gördüğüm Mdina’nın her mevsimi ayrı bir güzellik barındırıyor. İlk ziyaretinizi ilkbahar sonlarına denk getirirseniz, yürüyüşlerinizden büyük keyif alırsınız. Özellikle günbatımından hemen önce gezerseniz, hazır turist kalabalığı da dağılmışken o altın sarısı taşların ışık altında adeta canlandığını görebilirsiniz.
Sessiz sokaklarda dolaşmak, sanki içinde huzur saklayan bir tablonun içinde yürümek gibi. Hiç ummadığınız bir anda zaman atlaması yaşıyor, geçmişe ışınlanıyorsunuz. Bu duvar şehri, sizi geçmişe götüren büyüleyici dar sokaklarıyla ortaçağ ve barok mimarisinin bir labirenti. Her taşından tarih fışkıran büyüleyici bir yer.
Mdina yılda 750 bin kişi ağırlayan, bugün sadece 300 kişinin yaşadığı küçücük bir kent. Gündüzleri turistlerle dolu olsa da gün batımından sonra şehir kendi hakiki rengine kavuşuyor Sokak lambalarının turuncu ışıkları, taş duvarlara vuruyor, rüzgar uzaktan Akdeniz kokusu getiriyor, gündüzün kalabalığı çekildikçe kent bir meditasyon mekanına dönüşüyor.
Burada yaşam hızın değil yavaşlığın estetiği üzerine kurulmuş. Araba yok, gürültü yok, sadece 4.000 yıl önce inşa edilmiş bir şehir ve siz… Orta Çağ ruhunu hissetmek istiyorsanız, seyahat listenize mutlaka Mdina’yı eklemelisiniz.


