Carl Rogers ve Kendini Gerçekleştirmenin Bedeli
Tuba Ayşe Özgür
Şöyle bir giriş yapalım, kendi olma cesaretini gösteren herkes, bir noktada ötekileştirilmeye mahkûm mudur? Carl Rogers’ın insancıl yaklaşımına göre, insanın en büyük arzusu kendini gerçekleştirmektir. Ama işte mesele de burada başlıyor: Kendimizi gerçekleştirmek için başkalarının koyduğu sınırları aşmaya çalıştığımızda, “öteki” ilan edilme riskini göze almış olmuyor muyuz?
Birazdan, ötekileştirilmenin nasıl başladığını, bunun Rogers’ın kuramıyla nasıl örtüştüğünü anlatacağım. Belki de kendini bir noktada “öteki” gibi hissettin. Belki de dışlanmanın o soğuk boşluğunu deneyimledin. Öyleyse gelin birlikte, üzerine biraz gezinelim.
Bazen düşünüyorum, insan ne zaman “öteki” olur? Topluluğun sıcak güvenliği içinden ne zaman dışarı atılır? Bunu yaşadın mı hiç? Belki de farkına bile varmadan, bir an geliyor ve artık bir şeyler eskisi gibi olmuyor. İnsanlar sana farklı gözlerle bakıyor, sözcüklerin havada asılı kalıyor, belki de en kötüsü, senin hakkında konuşurken sana sormayı gereksiz buluyorlar. Ve tam da burada bir uyanış başlıyor.
Carl Rogers’a göre her insanın en temel ihtiyacı, “koşulsuz kabul” görmektir. Yani olduğun gibi kabul edilmek, olduğun gibi sevilmek. Ama dünya, ne yazık ki, böyle işlemiyor. Biz doğduğumuz andan itibaren şöyle olmalısın, böyle davranmalısın diyen bir toplumun içindeyiz. Eğer ki bu beklentilere uymazsak, ötekileştirilme kaçınılmaz oluyor. Ancak tam da bu noktada, farkındalık başlamaz mı sizce? Ve hatta önemli bir noktaya gelinir, uyum sağlamak ile kendin olmak arasındaki uçurum gözlerinin önüne serilir ve bir seçim yapman gerekir.
Peki, neden? Çünkü Rogers’ın da dediği gibi, insanlar gerçek benlikleri ile ideal benlikleri arasında sıkışıp kalır. Bir yanımız, ait olmak ve sevilmek ister. Diğer yanımız, sadece kendimiz olmak ister. Eğer o derinlerden gelen sesi dinleyip gerçekten kendimiz olmaya cesaret edersek, toplumsal kalıplara sığmadığımız anda “farklı” olmaya başlarız. İşte tam burada ötekileştirmenin tohumları atılır ve bu, aynı zamanda bir uyanışın habercisidir. Artık eski benliğimizin kabuğuna sığmadığımızı fark ederiz.
Toplum, bir uyum şarkısı ister. Aynı ses tonunda, aynı ritimde, aynı kelimeleri tekrarlayan bir koro… Ama ya sen farklı bir nota basarsan?
Ya senin melodin onlarınkinden biraz daha özgür olursa? İşte o zaman, “uyumsuz”, “garip”, “fazla duygusal”, “fazla zeki”, “fazla sessiz”, “fazla gürültülü” olursun. “Fazlalıkların” seni yalnızlaştırmaya başlar.
Ama belki de bu yalnızlık, aslında gerçek benliğine doğru bir uyanıştır bunu da cepte tutmak gerekir.
Rogers, “Kendini gerçekleştirme cesareti olan insanlar, genellikle en büyük dışlanmaları yaşarlar,” dediğinde doğru mudur? İşte bu cümlenin altında yatan ise onlar, toplumun dayattığı koşullu sevgiyi reddederlere varıyorsa doğrudur deme ihtimalimiz var. Maskeleri iner ve oldukları gibi var olmak isterler. Ama bu, herkesin hoşuna gitmez. Çünkü herkes, derinlerde, kendi maskelerinin ardında sıkışıp kaldığını bilir. Senin özgürlüğün, onların zincirlerini hatırlatır. Ve tam da bu yüzden, ötekileştirilme bazen bir uyanış kapısıdır.
Ama işin ironik tarafı şu ki, gerçek benliğimize ne kadar sadık kalırsak, içsel olarak o kadar güçlü hissederiz. Ötekileştirilmek bizi yıksa da aynı zamanda bizi özgürleştirir. Çünkü artık ait olmak için eğilip bükülmemize gerek kalmaz. Kendi varlığımız, kendi içsel dünyamız yeterli hale gelir.
Peki, şimdi soruyorum “Sen hiç sırf kendin olduğun için ötekileştirildin mi? O yabancılık hissi seni içine sakladı mı, yoksa tam tersine, seni uyandırdı mı?”
Son bir önermeyle sizi size bırakıyorum. Ötekileştirilmenin ağırlığını taşırken, kendin olmaktan vazgeçmeye değer mi? Belki de ötekileştirilmek, derinlerde bir uyanış çağrısı değil midir? Kendi yolculuğunuzda keyifli uyanışlara…

Tuba Ayşe Özgür. 1993’te Communication Art’s Studio’da yaratıcı yazarlık eğitimi, 1994-1998 yılları arasında Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı tiyatro gruplarında oyunculuk ve oyun yazarlığı eğitimi aldı. Kurucusu olduğu Komite Reklam Ajansı’nın yanı sıra çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yaptı. Bu süreç boyunca çeşitli dergilerde de görev aldı. İçerik yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü gibi pozisyonlarda, yazıları yayınlandı. Kurucusu olduğu Atölye Bütünsel Edebiyat’ta koordinatörlük yapıyor. Büyü Bozumu, Benim Kalbim Dikdörtgen adlı romanlarının, İçime Karga Uçuştu öykü kitaplarının yazarı.