TOLGA GÜMÜŞAY’IN “KAÇAK ROMAN”I ÜZERİNE BİR İNCELEME
Ayşen Adalı

Geçtiğimiz günlerde elime ince bir roman geçti. Kapağı sade, adı iddialıydı: Kaçak Roman. Tolga Gümüşay’ın yeni kitabı Remzi Kitabevi’nden yayımlanmış. İlk bakışta “bir solukta okurum” diye düşündüm. İnceydi, zarifti, kapağına sinmiş bir hafiflik vardı. Ama yanılmışım. Çünkü bu roman bir çırpıda okunacak bir hikâye anlatmıyor; aksine insanı durduran, düşündüren, içini eşeleyen bir metin. Her cümlesiyle yavaşlamanızı, her sayfasında biraz daha derine inmenizi istiyor.
Kaçak Roman’ı okumak, bir olay örgüsünü takip etmekten çok, bir zihnin içinde dolaşmak gibi. Bazen bir düşüncenin kıvrımında kayboluyorsunuz, bazen bir sessizlikte uzun uzun oyalanıyorsunuz. Bu romanın temposu, baş karakterin içsel koşusuyla birlikte sizi de sürüklüyor.
Romanın kahramanı Mavi ilk paragraftan son sayfaya kadar koşuyor. Ama bu koşu, bir yarış ya da varış için değil, kaçış için. Sanki içinden çıkamadığımız bunaltıcı günleri, zihnimizde dönüp duran düşünceleri biri bizim yerimize sözcüklere dökmüş gibi. Ve o sözcükler öyle incelikli, öyle temiz seçilmiş ve öyle güçlü bağlantılarla birbirine bağlanmış ki, insan onları sindirerek okumak, hatta seslendirmek istiyor.
Gümüşay’ın dili tüm yoğunluğuna rağmen görsel bir akıcılığa sahip. Her kelime yerli yerinde. Abartısız ama etkili. Romanın kahramanlarından biri de: Boğaziçi. Ama kartpostallardaki klişeleşmiş, güzellemelerle dolu Boğaz değil bu. Yaşayan, karmaşık, kimi zaman da boğan bir İstanbul şeridi. Kimi anlarda kahramanın iç dünyasıyla Boğaz’ın sisleri üst üste biniyor; insan neyin nerede bitip nerede başladığını ayırt edemiyor.
Ama en çok etkilendiğim şey şu oldu: Kaçak Roman, “kaçmak” kelimesine bambaşka bir anlam yüklüyor. Kaçmak, burada bir korkunun değil, meydan okumanın ifadesi. Kendinden, kalıplardan, yüklerden sıyrılmak üzerine. O yüzden okurken kendime defalarca sordum: Ben nereye kaçmak isterdim? Ve neden hâlâ kaçmamıştım?
Romanı bitirdiğimde sadece bir hikâye okumamış, bir yolculuğa çıkmış gibiydim. İçeri değil dışarı değil; ortalarda bir yere. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Son dönemde okuduğum en sahici, en iyi yazılmış romanlardan biri Kaçak Roman. Tolga Gümüşay, yazın gücünü bağırarak değil, fısıldayarak aktarıyor. Ve o fısıltılar bazen bir çığlıktan daha fazla şey anlatıyor.
Eğer siz de içinizde boğuk bir ses duyuyorsanız, ama ne dediğini tam olarak anlayamıyorsanız, bu roman onu biraz daha net duymanıza yardım edebilir.
Belki hepimiz biraz kaçmalıyız. Çünkü sadece kaçarak yeniden başlayabilir, kendimize yaklaşabiliriz.