Melis Melek
Bir zamanlar iş seyahatlerim Avrupa ülkesinden birinde ise dönüşte dönüşte muhakkak bir aktarma yapar; bu aktarmalarda kendime hediye ettigim günübirlik şehir gezisi hakkımı İtalya ya da İspanya’dan yana kullanırdım. Bu nedenle Roma’yı 6 kez günübirlik ziyaret etmiştim; bir kerede Şule ve Nilgün’le bir haftalık tatilim olmuştu. Bu tatilimiz de bir Malta dönüşüne bağlanmıştı. Roma şehrini rehberlik yapabilecek kadar biliyorum desem yeridir.
Roma havalimanının adı çok havalı: Fiumicino-Leonardo da Vinci Airport. Günü birlik seyahatlerimi günün erken saatlerinde başlatırım; o gezilerde genelde saat 7:00 civarında havalimanından shuttle’a binmiş olur, Roma terminalinde inmiş olurum. Sonra yine aynı terminalden akşam 09:00 uçuşu ile İstanbul’a gelmeye kendimi ayarlarım.
Roma’da görülmeden dönülmemesi gerekenler çok dağınık bir alanda yer almasa da günübirlik gezilerde saat önemli bir mefhum olduğu için genelde tek bir lokasyon seçiyor, etrafında dönüyorum. Aslında Roma tamamıyla tarihi bir şehir olduğu için her binanın, her anıtın yaşanmışlığını çok derinden hissetmek mümkün, bir plan dahilinde dolaşmasanız bile…
İlk gezme planlarımda görülecek yerleri sıralar, ana terminalden en kolay gidebileceğim tarihi yapıları seçer; ziyaret öncesi ön bilgi edinmek için bu anıtı/yapıyı/sütunu/eseri kim yapmış, neden yapmış, kaç yılında yapmış diye araştırır, bilgi edinirdim. Sonralarda boyut sıçraması yaşadım, farklı bir Roma tanımaya merak saldım. Aynı yapıyı çok kez görünce araştırmalarım eksen değiştirdi: Buralarda hangi sanatçılar yaşamış? Bu şehirde hangi filmler çekilmiş? Bu mekan hangi şiirlerde ve kitaplarda geçmiş?
Bütün bu deneyimin sonunda rahatlıkla söyleyebilirim ki Roma sadece mimari, sadece tarih demek değil, aynı zamanda edebiyatla da dolup taşan bir şehir. Mimariyle iç içe geçmiş edebi anılarla dolu.
SuareMag okurları için ben de Roma’da edebiyatın izinde bir rota oluşturarak, yolu bir gün bu şehre düşeceklere ilham verebilecek bazı yerler ve sanatçıları derledim
Keats-Shelley Evi (Keats-Shelley House)
Piazza di Spagna ve İspanyol merdivenlerinin hemen yanı başındaki bu sarı bina, iki şairi onurlandırmak için onların adını taşıyor ve bugün müze olarak ziyaret edilebiliyor.
Bu şairlerin ilki John Keats. Hazin bir hayat hikayesi. Yazdığı 3 şiir kitabıyla, fakirliği ve kimsesizliğiyle 1821 yılında henüz 25 yaşındayken dönemin hastalığı verem yüzünden bu evde ölüyor.
İngiliz şair Percy Bysshe Shelley ise bu evde hiç yaşamamış, ancak İtalya’da öldüğü için eve adını veren iki şairden biri olmuş. Ünlü Frankenstein romanın yazarı Mary Shelley’in eşi olan şair, 1811’de yazdığı “Ateizmin gerekliliği” adlı makalesinden dolayı Oxford Üniversitesinden atılmış. Babası evlatlıktan reddetmiş. Shelley, eşi Mary, dostları Williams ve Trelawny, Porta Venere’nin karşısına düşen San Terenzo’da Magni villasına yerleşmiş. Denizi çok seven Percy, ne yazık ki bir tekne kazası sonucu boğulmuş. Eşinin ve arkadaşlarının katıldığı bir törenle cenazesi deniz kıyısında yakılmış ancak, vücudu küle dönse de kalbi direnmiş. O yüzden “kalbi yanmayan şair” olarak anılıyor.
Bu arada Shellly’lerin yakın dostu şair Lord Byron’ın da bu bina da kalmışlığı varmış. Lord Byron arkadaşı Shelley denizde boğularak 30 yaşında ölünce o kadar çok üzülmüş ki Shelley’in arkasından ağıt niteliğinde “Adonais” şiirini yazmış.
Tam bir şairler evi olan Keats-Shelley House’da el yazmaları, ilk baskı kitaplar, heykel ve resim koleksiyonları var, sadece hikayesi ile bile ziyaret edilmeye değer.
Caffè Greco (Via dei Condotti)
Bu kafe 1760 yılında açılmış. Kurucusu Nicola della Maddalen, Osmanlı devleti limanında ticaretle uğraşan ve kazandığını açtığı kafesine yatıran bir levantenmiş. Goethe, Keats, Byron, Shelley, Stendhal, Andersen, Freud ve daha birçok sanatçı, şair, yazar, düşünür bu kafede bir araya gelmiş yıllar içerisinde. Hatta Goethe’nin oturduğu masa hâlâ kafede sergileniyor. Şu an Caffè Greco’nun Omnibus odasında, yıllar boyunca burayı sık sık ziyaret eden sanatçıları, şairleri ve müzisyenleri tasvir eden madalyonlar, alçı plakalar ve minyatürler sergileniyor. Roma şehriyle özellikle ilgilenen akademisyen ve bilim insanlarının eski bir araya geldiği “Romanistler Grubu – Gruppo dei Romanisti” her ayın ilk çarşambası burada toplanmaya devam ediyor.
Eğer Roma’da bulunuyorsanız ve edebiyatla iç içe bir deneyim yaşamak istiyorsanız, ayın ilk çarşambasında Caffè Greco’yu ziyaret ederek Romanistler Grubu’nun toplantısına tanıklık edebilirsiniz. Bu toplantılar, Roma’nın entelektüel yaşamının canlı bir parçası denilebilir.
Roma La Sapienza Üniversitesi
“Sapienza” kelimesi, İtalyancada “bilgelik” anlamına geliyor. La Sapienza İtalya’daki en prestijli üniversite olarak kabul görüyor. Umberto Eco, Natalia Ginzburg, Carlo Levi gibi isimlerin ders verdiği veya yetiştiği yer burası.
Bir edebi gezginseniz Roma La Sapienza Üniversite’nin kampüsünü ve çevresini gezmenizi mutlaka tavsiye ediyorum.
Piazza Navona Meydanı
Eski bir stadyum meydanı olarak yapılmış. Fontana dei Quattro Fiumi (Dört Nehir Çeşmesi) ve Sant Agnese Kilisesi ile ile ünlü bu meydan, dönemin sanat ve edebiyat çevrelerinin canlı bir merkezi görevinini yapmış.
Çok severek izlediıim, Matt Damon ve Gwen Paltrow’un başrol oldugu bol ödüllü Yetenekli Bay Ripley (The Talented Mr. Ripley – 1999) filmin Roma sahneleri Piazza Navona Meydanı, İspanyol Merdivenleri, Piazza di Spagna’da çekilmiş.
Via Veneto Caddesi
Roma şehrinin lüks marka mağazaların olduğu cadde. Elçilikler, büyük oteller ve restoranlar bu caddede yer alıyor. 1960 yılında Federico Fellini La Dolce Vita filmiyle bu caddeyi ünlendiriyor. O filmden sonra sonra bu cadde bugün hala taşıdığı lüks mirasına ulaşmaya başlıyor. 90 yıllık yaşantısında sayısız eser bırakan Yazar ve Gazeteci Alberto Moravia da bu caddede yaşamış.
Bu yazı daha da uzayabilir. Eğer edebiyatın izinde Roma’yı gezmek istiyorsanız bunlar başlangıç noktanız olabilir.
Roma her haliyle görülmeye, gezilmeye değer bir şehir, dediğim gibi Roma’da her yerin bir yaşanmışlığı var. İllaki bir sanatçı, bir düşünür bu binalardan birinde yaşadı, bir kafede kahvesini yudumladı, bir sokakta bisikletini sürdü.
Roma’yı yürüyerek gezdiğinizde önemli binaların ön cephesinde duvara asılı tabletleri okuyarak o binanın bir müze işlevi olup olmadıgını görebilir ve içeri girebilirsiniz. Roma’da mimari gibi edebiyat da her yerde…