TUBA AYŞE ÖZGÜR
Mutlak sessizlikte, kendi nefes alışverişinin sesi bile dışarı sızan bir ihanet gibi gelirdi, nefesini tutar, kulak kesilir, evde başka birinin nefes alıp almadığını dinlerdi.
Salonun tam ortasına boş bir alan oluşturmuş, evin içindeki sessizliği bozmak için küçük radyosunun sesini sonuna kadar açıp her şarkıda tüm sessizliğin üzerinde tepinircesine dans ederdi. Yeter ki o nefesi duymasın. Kendi nefesi bile şarkının ritmine ayak uydurur hale gelirdi.
En ufak bir nem kokusu, o sabaha karşı sisin içinde kaybolduğu anları çağırırdı, ciğerleri sıkışır, görüş alanını daraltan beyaz bir perde yeniden inerdi zihninin önüne.
Kolunun altında bir pike, bir gecelik ve birkaç özel eşya ile asfalt yoldan eve doğru yürürken zihninde eline tutuşturdukları kâğıt parçası. İçinde yazanlar koca bir bilinmezliğe sürüklerken yine zihninde o beyaz perde. Elindeki pikeyi iki eliyle kulaklarına tıkasa da duymaktan bıkmayan kulaklarının nefes tınısı her yerini sarardı. Sağında solunda her yerinde kısık kısık, boğuk nefesler…
Asansördeki en ufak sarsıntı, kaslarını demir gibi kaskatı keserdi, o dar kafesin tepesinde sallanan tek ışık, bir infilakın habercisi gibi yanıp sönerdi gözünün önünde.
Koskoca dünyada kaç kişi aynı anda nefes alabilirdi? Kaç kişi aynı anda sallanabilirdi? Ya da kendi parmak izi gibi her şey tek miydi? Tüm bunları sorarken ambulansın içinde, tepesindeki mavi ışığın yanar döner ışıltısına düşerdi aklı. Bastırılamayan çığlık gibi o siren sesi kulaklarında yankılanırken, o sırada gözlerini kapatıp penguenleri hayal ederdi. Bir sağa bir sola salınımlarıyla, bu dünyada tek olup bir bütün gibi dolaşan kalabalığı. Her birinin nefeslerinin tekdüzeliğini. Aynı anda asansörde olsalar o ritmik salınımı hayal ederdi. Biraz olsun bütünün içinde tek olmadığının kanıtı gibi… Ama parmak izi gelirdi yine aklına. Bir bulantı gibi.
Uzaktan gelen bir çocuk sesindeki en ufak tizlik veya ağlama tonu, kendi içinde patlayan bir alarmdı, o sesin ardında gizlenmiş bir acının ipucu olduğuna inanırdı.
Aklı penguenlerden ayrılır, solucanların içine karışırdı. Her bir solucan büyük bir battaniyenin uçlarına yerleşmiş, peşleri sıra sürüklerken görüntü pikselleşirdi bir anda.
Tıpkı o uzaktan gelen çocuk çığlığı gibi. İncelir, derinleşir, lime lime edilmiş bir iç buruntusu olurdu. Battaniyeyi almak istese de bırakırdı, nasıl olsa parmak izi kalmıştı orada.
Ağaçların hışırtısı çarpardı kulağına. Yine ürperirdi içi. Hışırtılar serinletirdi, üşütürdü sırtını.
Ağaçların gölgelerinde yürürken hep sırtında taşırdı o sesleri. Küçük küçük başlayan, giderek büyüyen, tekken çok olan çığlıklarla karışan bir hal alırdı etrafı. Sonra tüm o sesler küçük küçük iğneler olur, kafatasından kuyruk sokumuna kadar tüm omuriliğinin üzerinden içine batardı. Derin bir nefes alır, tüm cesaretini toplar, yürümeye devam ederdi gölgelerin arasından. İğneler onun kalkanı olurdu.
Müziğin sesini kıstığı anda evin içi önce koca bir boşluk, ardından da küçük küçük mırıltılarla dolaşırdı. Etrafında yaşayan milyonlarca mikroorganizmanın uçuş uçuş hallerini görürdü. Her birinin ayak seslerini duyardı. Her şey ışıkta görünür olduğundan gider, elektrikleri keser, karanlıkta el feneri ile dolaşır, bütüne bakmaktansa parça parça savaşa hazırlanırdı.
Gözlerini kapatır, tüm mikroorganizmaları penguenlere evirirdi aklında. Hiçbiri ayrı hareket etmesin, ayrı ayrı ayak sesi çıkarmasın diye hepsini hizaya sokardı. Tek bir nefes sesi oluşturana kadar odaklanırdı. Sonra bir sağa bir sola. El feneri ile birlikte onlara eşlik ederdi kulaklarında kalan müziğin sesiyle. Penguenler tek beden, solucanlar tek beden, mikroorganizmalar tek beden… Tek nefes…
Yatak odasına geçti… Kırmızı sabahlık yatağın ayak ucundaydı. Yanında pike. Pencerelerin pervazından bir uğultu geldi. Yatağın karşısındaki aynalı komodinin üzerine baktı. Hiç aklına gelmemişti. Daha önce hiç ihtiyaç duymamıştı. Pervazdan gelen uğultuyla aynı sesi çıkardığını anlamamıştı. Parmak izi gibiydi herkesin nefesi oysa. Kendine ait tek bir ses. O son çıkan sesi uğultu sanmıştı…
Yatak odasının aynalı dolabında yapıştırılmış eski bir not… üzerinde tarihin altında “nefes açıcı kullanma talimatı” yazıyordu. O sıradan notun hemen sonrasında her şey değişmişti. O not, “normal” hayatının son ânının solgun bir kalıntısı, bir daha asla ulaşamayacağı sıradanlığın acı hatırasıydı.
Aklındaki her şeyi yine bir nefese topladı. Evin içinde dolaşan tüm tıkırtıları, çıtırtıları, sızıntıları o nefesin içine sokuşturdu. Bir sağa bir sola sallanırken ritmini yakalıyordu.
Aynalı dolabın altına sıkışmış nefes açıcı… kimse bilmiyordu orada olduğunu. O gece savunma refleksiyle eline geçirdiği ve sonrasında sakladığı tek “silah.” Dokunduğunda parmak uçlarında hâlâ o ânın soğuk teri ve çaresiz öfkesini hissederdi. Bir umutsuzluk ânının son çare nesnesini.
Elinde sakladığı o alet, avucunun içine sızmış, her bir parmağının izi olmuştu. Kulakları her yerden duymaya açıktı. Etrafındaki mikroorganizmaları elleriyle sağa sola ayırdı. Bir grup sağ kulağına, bir grup sol kulağına nefes alıyordu. Biraz rahatladı…
Odadaki aynalı dolabın kırıkları tam da parmak uçlarına denk geliyordu. O karmaşa dolu gecenin, aynanın kırılmasının ve parmaklarındaki izlerin sessiz tanığı, parmak izleri olmuştu.
Şimdi o koltuktan kalkamıyordu. Arkası duvara, yanı boşluğa dönük. Yatağın tam karşısında kapıyı, pencereyi ve odanın tamamını görebilirdi. Kimseyle yan yana oturmadan, güvenli nefesini koruma ihtiyacının tahtadan ve kumaştan haliydi.
Bir kez daha ellerinin havaya kaldırdı, etrafında uçuşan tozları, tüyleri ve sessizliği ikiye ayırdı. Sırtı güvendeydi, iğnelerini içine sakladı, koltuğa yaslandı. Bir grup sağ kulağında nefes alıyordu, diğer grup sol kulağında. Penguenler bir sağa bir sola sallanıyordu. Solucanlar pikenin her bir kenarından tutmuş, odadan dışarı çıkarırken yerden kısık kısık nefes sesleri geliyordu…

Tuba Ayşe Özgür
Communication Art’s Studio adlı akademide yaratıcı yazarlık eğitimi aldı. Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı özel tiyatro gruplarında oyunculuk, drama, sosyoloji ve yazarlık alanında eğitimler alarak, çalışmalar yaptı. Ajans yöneticiliğinden içerik yazarlığına, çeşitli dergilerde içerik yazarlığından yayın koordinatörlüğüne kadar pek çok görev üstlendi. Halen “Atölye Bütünsel Edebiyat” adlı yazma atölyesinin kurucusu ve yöneticiliğini yapıyor ve çeşitli dergilerde yazıları yayımlanıyor. Pek çok kolektif kitapta öytüleri ile yer aldı. İlk romanı “Büyü Bozumu” 2022, “Benim Kalbim Dikdörtgen” adlı romanı 2023, “İçime Karga Uçuştu” adlı öykü kitabı da 2024 yılında yayımlandı.