Close Menu
    Son Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Salı, Temmuz 15
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Sevdalinkalar ülkesi: Bosna Hersek

      Şubat 7, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Çocuklar ileri dönüşümü eğlenerek öğreniyor

      Haziran 21, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Zeynep Sönmez’den Wimbledon’da Tarihi Başarı!

      Temmuz 3, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

      Temmuz 10, 2025

      Gece Yarısı Kütüphanesi: Ya diğer olasılıklar gerçekleşseydi?

      Temmuz 8, 2025

      Haziran ayı için film önerileri

      Haziran 1, 2025

      Yaz ortasında melankoli: Slowdive İstanbul’a geliyor

      Şubat 20, 2025

      Arter’den avangart bir müzik festivali

      Şubat 11, 2025

      Borusan Quartet’in “Oda Müziğinin Ustaları” konseri ENKA Sanat’ta

      Şubat 10, 2025

      Öykü: Sessizliğin İçinde Nefes

      Temmuz 9, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      Öykü: Erik Ağacı

      Temmuz 7, 2025

      KEMAL TAHİR ROMANLARINDA KADIN İMGELERİ – III

      Temmuz 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      Pera Müzesi Yazar-Editör Sohbetleri’nde sanat tarihine müzecilik penceresinden bakış

      Şubat 20, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      2000 yılından sonra çekilen en iyi film hangisi?

      Haziran 29, 2025

      Telefon Kulübesi: Bir telefon, bir ses ve bir yüzleşme

      Haziran 26, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      Mühür: Gece Eşiği filmi yakında sete çıkıyor

      Haziran 17, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      şiir: küf lekesi

      Haziran 7, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      “Bulaşıkçılar” yeni yorumuyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da

      Mayıs 21, 2025

      Molière klasiği ‘Cimri’ye alaturka dokunuş

      Mayıs 19, 2025

      Kadıköy Oda Tiyatrosu “Kalabalık Fasıl” ile açılıyor

      Mayıs 12, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe El Kitabı 

      Haziran 11, 2025

      Kilitli Hatıralar Kitabı: İstanbul’un altı ayrı dönemine tanıklık eden öyküler

      Nisan 19, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Çocukluk çağı, ilişkiler ve diktayı kitaplar üzerinden okumak

      Nisan 29, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Rüyanın kalemle buluştuğu kadın: Nazlı Eray

      Haziran 22, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Sinan Saygı’nın yeni kitabı: İletişim Bir Süreçtir

      Temmuz 3, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • FELSEFECE VE…

      tan doğan: sap-saman

      Temmuz 14, 2025

      tan doğan: seğir[t]meler

      Temmuz 3, 2025

      on kırık iz!

      Temmuz 1, 2025

      noudelmann ile tan

      Haziran 27, 2025

      …ve …

      Haziran 25, 2025
    • SuareMag
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor: Tükenmez bir yaşama inadı
    Ezgi Aktaş

    Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor: Tükenmez bir yaşama inadı

    EZGİ AKTAŞ İLE TİYATRO SAHNESİNDEN SÖYLEŞİLER
    Aralık 2, 2024Yorum yapılmamış21 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email LinkedIn

    “Zabel” ve “Kim Var Orada Muhsin Bey’in Son Hamleti” gibi etkileyici oyunlarla hafızalara kazınan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), bugünlerde Türk edebiyatının özgürlüğüne düşkün sesi Sevgi Soysal’ın yaşam öyküsünü anlattığı “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” ile damakta edebi bir tat bırakıyor. Sevgi Soysal’ın son nefesine dek sürdürdüğü yaşama inadını “Tante Rosa”, “Yürümek”, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” ve “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”nda ses verdiği kadın karakterler eşliğinde ve ansambl tiyatronun güzelliğiyle aktaran oyun, izleyenleri duygudan duyguya sürüklerken, Türkiye’nin bir dönemini anlamak için de ışık oluyor. Yönetmen Aysel Yıldırım, yazar ve oyuncu Duygu Dalyanoğlu ile Zeynep Okan, Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu ve Nihal Albayrak ile Sevgi Soysal’ı, karakterlerini ve bu sezon da sahnelerde olan oyunu konuştuk.

    * Oyunu 2 Aralık Pazartesi günü 20:30’da Moda Sahnesi, 20 Aralık Cuma günü 20:30’da ise Sahne Pulchérie’de izleyebilirsiniz.

    EZGİ AKTAŞ

    • Yazar ve radyo programcısı Sevgi Soysal’ın yaşam öyküsünü tiyatro sahnesine aktarma fikri nasıl oluştu? Sevgi Soysal’ın yaşam çizgisinde dikkatinizi çeken, aktarmaya değer gördüğünüz neler oldu?

    Duygu Dalyanoğlu: Sevgi Soysal’ın yaşam hikayesini anlatma fikri aklıma 2019 yazında düşmüştü. Üniversitede öğrenciyken Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu okuduğumu hatırlıyorum ilk. Çok güçlü ve teatral bulmuştum. Yıllar sonra 2017 yılında çıkardığımız “Zabel” oyunumuzun ardından tekrar Sevgi Soysal’ı okuduğumda tıpkı Zabel Yesayan gibi döneminin güçlü bir tanığı olan bir aydın olduğunu fark ettim. İlginç bir tesadüf ile Zabel Yesayan’dan son defa haber alınan 1936’da bitiyordu oyunumuz. Sevgi Soysal ise 1936 yılında doğmuştu. Adeta tarihin sayfalarında yeni bir hikâye gün yüzüne çıkacak gibiydi. Sevgi Soysal’ın yaşam öyküsünde hem bugün bile halen karşılık bulan edebiyatı ve bu edebiyattaki özellikle kadın karakterlerin gücü beni etkiledi. Aynı zamanda hem özel yaşamında hem de içinde bulunduğu çalkantılı dönemde gösterdiği cesaret, dürüstlük ve samimiyetle bana ilham olduğunu söyleyebilirim.

    • “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”un yazılmasından sahnelenmesine kadar geçen süreci sizden dinleyebilir miyiz?

    Duygu: Bu sürece 2022 yazında BGST Tiyatro’dan Aysel Yıldırım, Büşra Karpuz, Elif Karaman, Nihal Albayrak, Zeynep Okan ve ben Sevgi Soysal edebiyatını ve onun edebiyatı üzerine yazılanları okuyup tartışarak başladık. Ardından kadro içinde yazar sorumluluğu alan ben, bugün oyun yapısını oluşturan kurgunun ilk versiyonunu önerdim. Birlikte ele alıp nasıl geliştireceğimizi kararlaştırdık. Bu süreçte yolum Funda Soysal ile kesişti. Funda uzun yıllardır Sevgi Soysal külliyatı üzerine çalışan çok titiz bir araştırmacı. Benimle hem arşivini hem de yıllar boyu annesinin yaşam öyküsü üzerine sorduğu soruları, bulduğu cevapları paylaştı. Sevgi Soysal’ın mektuplarını, eserlerini yazarken tuttuğu notları okuma şansına sahip oldum. Ayrıca Sevgi Soysal’ın kardeşleriyle, onunla aynı koğuşu paylaşanlarla görüştüm. Aynı zamanda Sevgi Soysal edebiyatı ve dönemi üzerine çalışan çeşitli araştırmacılar ile de bir araya geldim. Tüm bu zengin malzemeyi damıtıp bir oyun kurmak işin zor taraflarından biriydi. Hem Sevgi Soysal’ı tanıyanların hem de onunla yeni tanışacak olan seyircilerin alımlayabileceği bir oyun kurmak için hep beraber çalıştık. 2022 yılının sonundan 2023 yılının mart ayına kadar oyun yazım sürecinin ilk ayağı tamamlandı. Bu süreçte Nihal ve Zeynep ile düzenli olarak buluşup hem metni test ettik hem de dramaturji faaliyetine başladık. Banu Açıkdeniz de hem yukarıda bahsettiğim metin ve dramaturji çalışmalarının bir aşamasında kadroya dahil oldu hem de oyununu besleyecek dans-hareket çalışmalarını yürütmeye başladı. Mart sonunda sahne çalışmalarına başladık. 2023 yazında ise hem Burcu İsra Kanbakoğlu oyuncu olarak aramıza katıldı hem de Aysel’in yönetmenliğinde ortaya çıkan sahne üstü malzemesini geliştirmeye ve düzenlemeye başladık. Bu prodüksiyon döneminde kurgusal düzenlemeler yapıldı ve metnin geliştirilmesi devam etti. Dönem dönem yaptığımız sergilemelere katılan tüm BGST Tiyatro üyelerinin yorum, öneri ve eleştirileri de bizim için oldukça faydalı oldu elbette. Böylece, her oyunumuzda yaptığımız gibi, bu süreçte de sahne üstü ve masa başı arasında gidip gelerek gelişen bir yapıda şekillendi oyun ve ilk defa 31 Ekim 2023’te seyirci ile buluştu.

    • Oyunun yaratım sürecinde kimlerle çalıştınız? Çok dinamik akan, biraz olsun duraklamayan bir akışı var. Oyunun yaratım süreci ve bu akış planlanırken neler göz önünde bulunduruldu?

    Duygu Dalyanoğlu: Oyun yaratım sürecimizi öncelikle Sevgi Soysal külliyatı şekillendirdi. Sevgi Soysal’ı tek başına sahnelemektense çevresinde kendi yazdığı kurgusal karakterler ile sahnede temsil etmek bizim için önemliydi.  Funda Soysal bizimle arşivini paylaştığı için önümüzde çok zengin yazılı ve görsel bir malzeme vardı. Yazdığı kurmaca eserlerdeki imgeler ve karakterler, mektupları, fotoğrafları, şahsi notları, köşe yazıları, çevirileri, radyo programları…  Bu külliyat içindeki dilden ve estetikten çok faydalandık. Tabi bu zengin malzeme içinden kurmaca bir tiyatro oyunu oluştururken Sevgi Soysal’ın yaşam hikayesi, dönemi ve edebiyatı olmak üzere üç temel izleği takip ettik. Bir diğer önceliğimiz çoksesli bir teatral anlatım olanağı kurmaktı. Bizim BGST’den getirdiğimiz tiyatro geleneğinde olan bu “çokseslilik” Sevgi Soysal gibi farklı bakış açılarını bir arada kullanan bir yazar söz konusu olunca daha da anlamlı oldu. Hem yukarıda bahsettiğim şekliyle belirli iş bölümlerine gitmiş olsak da oyunda yer alan her sanatçının kendi alanından sunduğu katkı ile çoklu bir portre ortaya çıktı hem de metin, oyunculuk, dans, hareket, görüntü, hareketli sahne tasarımı, ses ve müzik, kostüm, ışık gibi unsurları bir arada kullandığımız bütüncül bir estetik oluşturduk. Tabii Kenan Özcan’ın video sanatı eserleri, Ali Dur’un sahne tasarımı, Beril Sarıaltun’un ses tasarımı ve müziği, İlker Ergün’ün ışık tasarımı, Büşra Karpuz ve Nilgün Ilgıcıoğlu’nun kostüm tasarımı da bu süreçte şekillendi.

    • Sevgi Soysal, çocukluğundan itibaren yaşamının sonuna kadar farklı sınıftan insanları gözlemlemiş, bu gözlemlerini romanlarındaki kadın karakterleri yaratırken kullanmış bir yazar. Siz bu gözlemleri oyuna aktarırken nelere dikkat ettiniz, hangi Sevgi Soysal karakterini nasıl dahil edeceğinizi nasıl belirlediniz?

    Duygu: Sevgi Soysal hem yaşadığı dönemin tanığı olmayı hem de bunu edebiyata kendi üslubunu oluşturarak aktarmayı başarmış bir yazar. Yakın zamanda Suç Bütün Perçemlerindeydi adlı Sevgi Soysal incelemesi yayımlanan Deniz K. Çakıcı kitabın önsözünde Sevgi Soysal’ın “toplumsal hastalıkların ortasını yara yara yürüdüğünü, oradaki irini faş ettiğini, görmezden gelineni ve gizli olanı açığa vurduğunu” söylüyor mesela. Değişen Ankara, dönüşen İmroz adası, çeşitli kadınlık deneyimleri, sınıf çatışması, 12 Mart öncesi ve sonrası toplumdaki ruh hali, hapis ve gözaltı deneyimleri gibi birçok durumu bizzat yaşayan ve gözlemleyen bir kadın olarak yazmış olması çok kıymetli bizim için. “Gözlem” kelimesi ilk duyuşta “dışardan bakan soğukkanlı bir göz”ü çağrıştırabilir. Ama Sevgi Soysal’ın yazdıklarından hareketle onun çevresindeki herkese ve her şeye empati ile yaklaşan, tanık olduğu bir duruma kelimenin tam manası ile dahil olan ve açık sözlü bir şekilde kendisini ifade eden, yeri geldiğinde eleştirel yaklaşan biri olduğunu söylemek mümkün. Bu nedenle edebiyatında yarattığı karakterleri de çok yönlü ve çelişkili karakterler… Hepsini iki perdelik bir oyun dünyasına sığdırmak mümkün olamayacağı için onun hayatının ve döneminin köşe taşlarına denk düşen karakterleri seçmeye gayret ettim. Oyun boyunca Sevgi Soysal’ın Londra’da kanser tedavisi gördüğü günlerde ona eşlik eden dört ana karakter ise oyunun temel eksenine oturan yaşam/ölüm ikiliği içinden Sevgi Soysal’ın kendi edebiyatında ölümünü yazdığı ya da ima ettiği karakterler arasından seçildi.

    “SEVGİ SOYSAL’IN GEM VURAMADIĞI YAŞAM HIZINI MERKEZE KOYUYORUZ”

    • Oyunda, Sevgi Soysal’ın çok kültürlü bir aileye doğuşu ve hayatının ilk yıllarına, o yıllardaki ilk “fark edişlerine”, farklı sınıftan insanlarla ilk temas edişine tanık olduktan sonra, bir yazara ve sosyalist aydına dönüşmesini, siyasi mücadele içinde varlık göstermesini ve “Tante Rosa”, “Yürümek”, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”, “Şafak” ve “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” kitaplarını kaleme alınışını izliyoruz. Bu arada Türkiye de 27 Mayıs’tan 12 Mart Muhtırası’na hızla savruluyor, aydınlar hapse atılıyor, öğrenci hareketleri baş gösteriyor. Sevgi Soysal’ın hayatını bu dönemle paralel şekilde ele alma düşüncesi nasıl oluştu?

    Duygu: Daha önce BGST Tiyatro olarak sahnelediğimiz “Kim Var Orada? Muhsin Bey’in Son Hamlet”i ya da “Zabel” gibi belgesel/biyografik yapıdaki oyunlarımızda olduğu gibi bu oyunda da yazar öznemizin yaşam öyküsünü ve edebi mirasını bir tarihsel bağlam içerisinde yorumlamayı hedefledik. Sevgi Soysal’ın yaşamını Cumhuriyet’in 25. yılından 50. yılına uzanan bir dönemeç içinde anlatıyoruz. Oyun boyunca Sevgi Soysal’ın hayatından seçtiğimiz anlar ile memleketin geçtiği dönemeçler örtüşüyor. Zaten Sevgi Soysal da bu dönemeçlerde sergilediği aydın tavrı ile de çok önemli bir yerde duruyor bizce. Oyun Sevgi Soysal’ı döneminin tanığı bir aydın olarak çizmeye gayret ediyoruz. Oyun daha çocukken etnik ve sınıfsal olarak dönüşüm geçiren Ankara’da nasıl önyargısız arkadaşlıklar kurduğunu, 60’lar ile birlikte yeni anayasa ve özgürlük rüzgarları eserken bir kadın olarak hem özel yaşamında hem edebiyat dünyasında nasıl var olacağını sorguladığı ve bunu sesli dile getirmekten çekinmediğini, İmroz adasının dönüşümüne tanık olduğunu ve kimsecikler yazmaz iken edebiyatında buna yer verdiğini, TRT’de çalışırken nasıl öncü kadın programlarını yaptığını, 12 Mart darbesi ile birlikte Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda haksız yere hapsedilen kadınlardan biri iken yine bağımsız aydın duruşunu koruyarak cunta rejiminin zulmünü açık sözlü bir şekilde eleştirdiğini ve bunu ironi ile yaptığını gösteriyor. Bunu yaparken Sevgi Soysal’ı hayatının son aylarından geçmişine götürerek yapıyoruz. Meme kanseri tedavisi gördüğü Londra’da, 40. yaş gününde kendisine hediye gelen kitaplarından fışkıran kurgu karakterleri ile kendi geçmişine doğru yola çıkıyor. Ölüme bu kadar yakınken bile içindeki yaşam ısrarını, bir Londra mektubunda söylediği üzere “içinde gem vuramadığı yaşam hızı”nı merkeze koyuyoruz. Sevgi Soysal yukarıda bahsettiğim dönemeçlerde tanık olduklarını kurmaca eserlerine ve köşe yazılarına oldukça zengin bir şekilde aktarmış bir yazar çünkü.

    • Oyunda, Sevgi Soysal ile Adalet Ağaoğlu’nun bir ev buluşmasındaki gündelik sohbetini anlatan bir sahne var. Yazmak ve edebiyat üzerine konuşurken, Adalet Hanım birden ocaktaki yemeği dile getiriyor. Bu sahne, toplumdaki kadın rolleriyle yaratıcı kadın arasındaki çatışmanın özü gibi. Bu sahneyi eklerken olay örgüsüne katkısına dair siz neler düşünmüştünüz?

    Duygu: Bu sahneyi tasarlarken bir kadının yazar olma yolculuğunda hangi engelleri nasıl aştığını göstermek istedik. Bugün biz Sevgi Soysal’ı bize bıraktığı kitapları ile tanıyoruz ama gençliğinde yazmaya nasıl başladığını ve üretmeye nasıl devam ettiğini göstermek önemliydi. Ve tabi yaşadığı engellerin Sevgi Soysal’a has olmadığını da biliyorduk. Adalet Ağaoğlu’nun Sevgi Soysal’ın ardından yazdığı bir yazıdaki şu sözleri sahne için bana esin oldu: Besbelli bu “ev kadını” olma durumu onun canını çok sıkıyordu. “Çoktandır hiçbir şey yazmıyorsunuz” dedi bana. Radyoculuğun, oradaki işlerin ve evin tüm zamanımı aldığını söyledim. Yüzünü buruşturdu: “Yazık!” Bu “yazık” nidası beni çok etkilemişti. Sevgi Soysal kendinden bir kuşak büyük diyebileceğimiz Adalet Ağaoğlu’nun da kendisiyle benzer yollardan geçtiğini gözlemlemişti belki ve üretmeye nasıl devam edecekleri konusunda bir çıkış arıyordu. İşte bu arayış sahnenin temel çatışmasını oluşturdu. Sahneleme sürecinde bu sahneyi çalışırken yeni Anayasa’nın kutlandığı 60’lı yıllarda kadının konumunun henüz aynı radikallikte değişmediği vurgusunu da güçlendirdik.

    • Sevgi Soysal’ın hapishane dönemini anlatan bölüm hem çok hüzünlü hem mizah dolu. Burada işkence gören Çiğdem ile tanışıyoruz, Deniz Gezmiş’in açlık grevini duyuyoruz, Kızıldere katliamında Mahir Çayan’ın ve arkadaşlarının öldürülmesine tanık oluyoruz, aynı koğuşu yine farklı paylaştığı farklı sosyal sınıflardan, fraksiyonlardan gelen kadınlarla paylaştığı gündelik hayatından sahneleri görüyoruz. Sevgi Soysal ve Türkiye için önemli bir zaman diliminde geçen bu sahnelerin oyuna katkısını, bütün için neden önemli olduğunu sizden dinleyebilir miyiz?

    Duygu: Oyunun ikinci perdesine hâkim olan 12 Mart dönemini Sevgi Soysal’ın kaleminden okuyabildiğimiz için çok şanslıyız. Hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” adı altında anılarını kaleme alıyor. Sizin hem hüzünlü hem mizah dolu dediğiniz üslup ile yazmış. Ama zaten yaşananlardan anladığımız koğuşta yaşam bu iki uçta gidip geliyor. Sevgi Soysal zulme ve baskıya ironi ve alaycılık ile direniyor. Bu dönemi oyuna dahil etmek bizim için bugünkü devlet yapılanmasının temellerinin 70’lerden başlayarak nasıl şekillendiğini anlamak ve anlatmak açısından da önemli. Sadece iktidar eleştirisi bazında değil, muhalefet sorumluluğu açısından da bakmaya çalıştık bu hikâyeye ve dönüşüme.

    “SEVGİ SOYSAL’I BİREYSEL VE TOPLUMSAL BAĞLAMDA DENGELEYEREK ÇALIŞTIK”

    • “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”, metin olarak size geldiğinde neler hissettiniz?  Oyun metin olmaktan çıkıp tiyatro oyunu olarak somutlaşmasında yönetmen olarak nasıl bir yaklaşımınız oldu? Reji sürecinde nasıl bir hazırlık yapıldı?

    Aysel Yıldırım: Aslında oyun bana metni tamamlanmış olarak gelmedi. Ben metin “oluşum sürecindeyken” yönetmen olarak dahil oldum oyuna. Yazarımız -oyuncu kökenli ve sahne üstünde de yer alan bir yazar biliyorsunuz- Duygu nasıl oyun metnini yazarken rejisel önerilerle beraber yazdıysa, benim de reji olarak metnin oluşum sürecinde metnin oluşumuna dahil olma fırsatım oldu. Bu da sahneleme sürecinde yazarla yürüttüğümüz düzenli dramaturji çalışması dolayısıyla oldu. Duygu rejiden gelen önerileri oyunu yazarken dikkate aldı ve metni bu yönde geliştirdi, dönüştürdü. Dolayısıyla piyasadaki yönetmenlik pozisyonlarına çok benzemiyor benimkisi. “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” oyununun okuma araştırma ve ilk kreatif sürecinde vardım, dolayısıyla Sevgi Soysal’ın hayat hikayesine ve eserlerine dönük bir imge kardeşliğimiz, etraflıca yaptığımız bir ortak değerlendirmemiz vardı. Sonra oyuncular ve yazar bir arada bir araştırma ve geliştirme sürecine girdi ve ben o süreçte diğer oyunumuz “Afet & Diana”da oyuncu sorumluluğu aldım, zaten bu sebepten sahne üstünde yer alamadım ama iyi de oldu. Birimizin tamamen sahne önünde kalma fırsatı oldu. Dışarıdaki bu pozisyon da bilhassa daha evvelki oyunlarımızdan daha hızlı bir takvimde çıkan, araştırma süreci değil ama prodüksiyon süreci oldukça kısa süren bu oyunumuzda çok işe yaradı diyebilirim. Yedi ay ara verip, çalışmaya bu kez yönetmen pozisyonuyla döndüğümde ise, metnin geldiği noktaya dönük ne hissettiğimi tarif edebilirim. Haziran ayında oyunun ilk sahnelerinin ön sergilemesini izlediğimde, Sevgi Soysal’ın öz yaşam öyküsüne dair çok boyutlu ve renkli bir oyun olacağını hissettim fakat bizim daha evvelki oyunlarımızda kullandığımız bir formülün henüz işlemediğini gördüm. Temel rejisel müdahalem de buradan doğru oldu: “Zabel” yahut bir portreyi merkeze aldığımız diğer oyunlarımızda, bu aydın kişisini sarmalayan toplumsal koşulları ve gelişmeleri, sanatçıyı bu koşullara ürettiği tepki ile beraber resmetmeye çalıştığımızı hep aktarırız. Duygu, Sevgi Soysal’ın bireysel hikayesine ve eserlerine daha fazla odaklanmışken, dönem ve döneme dönük bağlam ve hikayeler geri planda kalmıştı. Bu toplumsal bağlamı öykülerin bağrından tığ ile çeker gibi ön plana çıkardıkça, oyun boyutlandı. Ben de hem yazarla hem de oyuncularla ayrıntı çalışmasını yaparken, hep bu bireysel ve toplumsal bağlamı bir denge içinde dramaturji faaliyetine dahil ederek çalıştım. Reji hazırlığım da daha çok bu yönde oldu.

    • Edebiyatın bizzat içinde olduğu, Sevgi Soysal romanlarından karakterlerin sırayla geçtiği bir kurgusu var oyunun. Aynı zamanda durağan bir oyunculuk yerine hareketin ve dansın da yer aldığı bir tarz tercih ediliyor. Bu üslubu belirlerken nasıl bir yöntem izlediniz?

    Aysel Yıldırım: Sevgi Soysal’a İngiltere’de kanser tedavisi için ikamet ettiği evde ona roman karakterleri eşlik ve “hemşirelik” ediyor. Biz bu sahnelerde sözsüz bir hareket korosu olarak tasarladık bu roman karakterleri/hemşireleri. Her sahne sonunda da bir karakterin ölümü yine danslı ve koreografik anlatımla sahneleniyor. Sahne geçişlerimizi, dekor geçişlerimizi koreografik planladık. Oyuncular arasında çok iyi bir dansçı arkadaşımız da olunca, ki kendisi Banu Açıkdeniz, koreografik kullanım ve formasyon daha rahat ön plana çıktı. Ayrıca dört oyuncu rolden role giriyor, Zeynep ise Sevgi’nin pek çok farklı yaş ve halini oynuyor, stilizasyon, koreografik kullanım bu yapıda oyun ve oyunculuğu dinamik kılıyor. Bir kadını onlarca suretle çevreleyip anlatmak, sesleri, suretleri çoğaltmak mümkün oluyor.

    • Oyunda, Sevgi Soysal’ın hayatının farklı dönemlerini anlatan sahnelere roman sayfaları, gazete küpürleri, fotoğraflar, mektuplar eşlik ediyor. Tüm bunlar oyunu nasıl tamamlıyor?

    Aysel Yıldırım: Görüntü oyunun çok önemli bir ögesi. Kenan Özcan’ın görselleri bizi bu belgesel yönü güçlü oyunda neredeyse sinematik bir aleme taşıyor. Sevgi Soysal’ın rüyasına salınıyoruz, fotoğrafları ve dönem manşetleri/gelişmeleri gibi parçalar bu kolaj etrafında birleşiyor. Bu da yakın Türkiye tarihine dönük dokümanter veriyi, yazarın iç dünyasıyla görüntü dilinde birleştiriyor.

    • Karakterlerin hepsinin kadınlar tarafından canlandırıldığı, kadınlık hallerinden sıklıkla dem vuran bir metin “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”. Bu durum oyunun üslubuna nasıl bir katkı sunuyor?

    Aysel Yıldırım: Bu oyunda kadınlar başrolde, erkekler arka planda, ismen varlar, cismen yoklar. Bu tercih feminist dramaturjiyle birleşince, yekten yazım, yönetim, oyunculuk üslubunu belirliyor.

    “SEVGİ SOYSAL’I OKURKEN ONU TANIMAYA BAŞLIYORSUNUZ”

    • Sevgi Soysal ile ilk tanışmanızı sizden dinleyebilir miyiz? Sizin için ne ifade ediyor?

    Burcu İsra Kanbakoğlu: Sevgi Soysal ile ortaokulda ilk kez tanışmıştım ama buna çok tanışma diyemem, daha çok ismini öğretmenlerimden duyduğumu söyleyebilirim. Onu ilk gerçek anlamda tanımam bu oyunla birlikte oldu. Bu çok değerli çünkü onu aslında hem teorik hem pratik bir alanda tanımış oldum. Tek düzlemde kalmayan, derin bir okuma ve pratik gerektiren bir alanda, tiyatroda. Bu yüzden de üzerimdeki etkisi bende büyük oldu.

    Zeynep Okan: Aile kütüphanemizde Sevgi Soysal’ın tüm kitapları vardı, ilk basıldıklarında genç bir kadın olarak annem hepsini almış, okumuş. Ben ilk kez üniversitede öğrenciyken o kütüphaneden “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni alıp okumuştum. Karakterlerin canlılığından ve anlatılanların ne kadar güncel olduğundan etkilendiğimi hatırlıyorum. Bu ilk karşılaşmamın ardından bir yirmi küsur yıl geçtikten sonra bu oyun fikriyle Sevgi Soysal dünyasına balıklama daldık. Anlatılanlar hala çok günceldi. Ama bu sefer beni en çok etkileyen, Sevgi Soysal’ın genç bir kadın olarak hem özel hayatında hem de edebiyatında ne kadar dürüst ve cesur olduğuydu.

    Nihal Albayrak: 2007 civarında üniversite öğrencisi olduğum dönemde Tutkulu Perçem ve “Tante Rosa”yı okumuştum ama diğer kitapları bu oyun sürecine başladığımızda 2022 yazında okudum. “Yürümek”, “Yenişehirde Bir Öğle Vakti”, “Şafak” beni çok etkiledi, müthiş bir kurmaca okuma hazzı verdi. Cezaevi anılarını yazdığı “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” ise dönem Türkiye’sine kadınların gözünden tanıklık etmesi açısından çok etkileyiciydi. Olayların, mekanların, karakterlerin çok güçlü bir şekilde tasvir edilmiş olması bir oyuncu olarak da iştahımı çok kabarttı. Okurken bir yandan da “ah bu karakteri de oyuna almalıyız, yok bu kesin olmalı” gibi sürekli iç sesimin heyecanla konuştuğunu hatırlıyorum.

    Banu Açıkdeniz: Sevgi Soysal ismi ile üniversite yıllarında tanışmıştım. O dönem “Tante Rosa”yı okuduğumu hatırlıyorum. 2022’de Duygu bu öneriyi yaptığında oyunda oyuncu olarak yer alacağımı düşünmüyordum daha ziyade aklımda koreografik düzenleme konusunda oyuna destek verme fikri vardı. 2023’te proje şekillenmeye başladığında ilk kez Sevgi Soysal yazını ile gerçekten tanışmış oldum. Sevgi Soysal’ın hem her eserde farklı bir deneme halinde olması hem de her birinde kendi halinden izler taşıması çok çarpıcı gelmişti. Bazen doğrudan kendisi bazen ruh hali ve etrafa bakışı ile metinlerin içinde olduğundan insan Sevgi Soysal okurken onu tanımaya başladığını hissediyor.

    Bir oyuncu olarak bu metin size geldiğinde ilk ne düşünmüştünüz? Karakteriniz belli olduktan sonra oyunun ilk oyunundan son oyununa kadar değişip dönüştürdüğünüz anlar ve yerler oldu mu?

    Burcu: Çok incelikli ve eğlenceli bir metin olduğunu düşünmüştüm hala öyle düşünüyorum. Bazı kırpmalar kısaltmalar ve değişimler elbette oldu. Evet karakterlerde ilk oyundan son oyuna kadar değiştirdiğim yerler oldu. Zaten metin ve oyuncu paralel gittiği için metin değiştikçe de değişmeler oldu. Bunda örnek vermek bir zor olabilir çünkü karakter otursa da derinleştirme ve araştırma hiç bitmiyor. O yüzden bütün karakterlerim için her zaman ufak değişimler söz konusu. Büyük bir değişiklik ise olmadı diyebilirim.

    Zeynep: Sevgi Soysal’ı benim oynamama karar verdiğimizde büyük bir sorumluluk ve endişe hissettim. Bu kadar sevilen, insanlara ilham olan bir yazarı gerçeğe uygun bir temsille sahneye taşımak kolay değil. Sonra herkesin kafasında farklı bir Sevgi Soysal olduğunu ve herkesi mutlu edemeyeceğimi fark ettim. Okuduklarımdan, dinlediklerimden, kendi coşku belleğimden faydalanarak özenli bir çalışmayla bir yorum geliştirdim, ekip arkadaşlarımın desteğiyle. Çıkan yorum üzerinden gerekli gördüğümüzde değişiklikler yapıyoruz. Ayrıca, ara ara Soysal’ı tanıyan insanlardan ona dair belli tüyolar almaya ve oyun yapısı müsaade ettikçe bunları oyuna katmaya devam ediyoruz.

    Nihal: Duygu ve Aysel’in de anlattığı üzere projenin ilk tasarlandığı günden itibaren birlikte okuyarak, tartışarak kolektif dramaturji geliştirdiğimiz bir çalışma sürecimiz var. Duygu projeyi tasarlayıp metnin ilk taslağını getirdiği günden beri projenin içindeydim ve ilk okumaları, sahne denemelerini yaptığımız günden bugüne pek çok değişim elbette oldu. Yazar, yönetmen, oyuncu hep birlikte bir üretim sürecinin içinde olmak bize de ürettiğimiz işleri sürekli dönüştürüp geliştirme fırsatı veriyor. Tiyatro yaşayan bir sanat ve oynadığım karakterler de dönüşmeye gelişmeye her daim açıktır diye düşünüyorum. Elbette oyunun temel rejisini ve dramaturjisini bozmadığınız sürece…

    Banu: Oyunda Yıldırım Bölge’den Sema ve aslında iki karakterin bir birleşimi gibi düşünülebilecek Çiğdem karakterleri üzerine çalıştım. Çalışmaya ana 4 roman karakterinin izdüşümlerinin yer aldığı chorus (hareket korosu) ile başlamıştık. Çiğdem karakteri üzerine yoğunlaşmadan Sevgi’nin etrafında dolanan ona eşlik eden koro elemanları üzerine çalışmak oldukça sert bir deneyimden geçmiş Çiğdem’in baskı altında olmayan bir versiyonunu, halini hayal etmemi kolaylaştırdı, muhtemelen farklı bir sıralama ile çalışsak daha farklı bir Çiğdem ve koro elemanı yorumu çıkabilirdi. Çiğdem işkenceden koğuşa bitkin bir vaziyette gelmiş, olan bitenden konuşamayacak halde yığılıp uykuya dalmış ve ara ara bir uyurgezer gibi koğuşun içinde dolaşan bir varlıktı. Bu imgeden hiç sapmadık, bu yolu bulma yönünde değişimler olmuştur tabi ama başlangıç itkisi sanırım çok güçlüydü ve tutarlı bir şekilde devam etti. Sema ise bana daha kontrast bir karakter yönelimi veriyordu, çok da alışık olmadığım bir yönelim. O yüzden özellikle bu karakter üzerine çalışmak benim için geliştirici oldu, yönelimi bulamadığım, bulup kaybettiğim çok an oldu. Bu yılın başında ilk sezondan sonra ele aldığımız noktalardan biri Sema’nın yönelimi idi. Karakterin sekter yönelimine rağmen inançla inandığı yolu savunabilen bir yorum çıkarmaya başladığımda artık yönelimin oturmaya başladığına karar verdik. Bu karakterin dalgalanarak oturduğunu ama bunun da benim için çok öğretici olduğunu söyleyebilirim.

    • Metinde daha coşkulu/duygulu oynadığınızı hissettiğiniz bölüm(ler) var mı?

    Burcu: Rum karakter Stella’nın ölümünde iskele üstünde ailesiyle kopma ve iskelede tek başına kalma anı var. O an çok duygulanıyorum çünkü uçsuz bucaksız bir denizde bir şiddet karşısında tek başına kalıyor karakter. Koparılıyor aslında hayattan ve ailesinden. Burası çok duygulandığım yer.  Coşkulu olduğum yerse yine aynı sahnede Stella’nın ölümündeki ses kaydında, İmroz’un diğer Yunan adalarına sinyal verip ihbar ettiği söyleniyor, orda yine Sevgi Soysal’ı oynayan Zeynep Okan’ın sesiyle “İhbar?” repliği söyleniyor ve o anda Stella karakteri kendi dansıyla bir tür direnmeye geçiyor şiddete ve iftiraya. İşte o geçişte coşkulu hissediyorum.

    Zeynep: Sevgi’nin Adalet Ağaoğlu’yla olan sahnesi. Bu sahnede Sevgi gencecik, yirmilerinin başında evlenmiş ve anne olmuştur, evliliğinde mutlu değildir, ufak oğlunun özel bakım ihtiyaçları vardır ve bu durum içinde Sevgi yazamamaktadır. Adalet’e ‘biz bu kadar yükün altında bir de nasıl yazabileceğiz’ diye sormaktadır. Ev ve çocuk sorumluluğu üzerinde olan tüm kadınlar bu ve benzer soruları soruyor, cevaplar arıyor. Ben de hayat şartlarım o zamanki Sevgi’den farklı olduğu halde, annelik-tiyatro dengesini kurmakta zorlandığım, kendimi sorguladığım dönemler yaşadığım için o sahneyi daha farklı hissederek oynuyorum. Bir de final tiradını çok seviyorum.

    Banu: Benim için hareketin yoğun olduğu yerler, kendimi fiziksellikle ifade ettiğim yerler genellikle daha coşkulu olabiliyor, dansçılıktan geldiğim için sanırım. Özellikle Çiğdem’in ölümüne giden bölüm öyle bir yer sanırım. Bunun yanında chorus olarak Sevgi’yi çok yakından takip ettiğimiz bölümlerde öne çıkmadığımız bir takip anı bile çok yoğunluklu bir an olabiliyor ve sanırım bu bazen oyundan oyuna değişebiliyor. 

    “SEVGİ SOYSAL GİBİ BİR KADINI ANLATMAK BİR DİRENİŞTİR”

    • Sevgi Soysal “Tante Rosa”nın edebiyatın köşelerini tutmuş erkekler tarafından boynunun vurulacağından, görmezden gelineceğinden emin oluşundan çok emindi. Bugünden baktığınızda, ağırlıkla direnen, hayata tutunan kadınların hikayesini anlatmak, onlara ses olmak sizin için bir direniş biçimi diyebilir miyiz?

    Burcu: Kesinlikle. Sadece Sevgi Soysal da değil, oyunun içinde Sevgi Soysal’la birlikte Adalet Ağaoğlu’nun da aynı problemi yaşadığını görüyoruz. Bir kitap yazarsa yayınlatılıp yayınlatılmayacağından emin değil ve gelecek eleştirilere göğüs germeye hazırlanarak ince eleyip sık dokuyarak yazıyor oyununu. Yine Sema, örgütündeki erkeklerin dışarda spor yapılmayacak uyarısına uyarak spor yapamıyor ve “örgüt kararı” diyor. Ve daha birçok ses var oyunda. Sevgi Soysal’la birlikte oyunda birçok direnen kadının hikayesini de görüyoruz aslında ve bunları anlayıp anlatabilmek kaçınılmaz biçimde kendiliğinden oyunu bir direniş haline getiriyor bence.

    Zeynep: Anlatılmayan o kadar çok kadın hikayesi var ki. Bu oyunu izleyenlerden ‘ne kadar enteresan bir hikayesi varmış, neler yaşamış öyle’ tepkisiyle sıklıkla karşılaşıyoruz. Aslında henüz bilmediğimiz, araştırılmaya ve anlatılmaya değer görülmemiş kadın hikayeleriyle dolu ortalık. Bu hikayelerin anlatılmayı hak etmek için çok büyük hikayeler olmaları da gerekmiyor. Evet, feminist bir tavırla karmaşık, çelişkili, zengin karakterler sahneleyerek kadının klişe temsillerine güçlü alternatifler yaratmanın biz tiyatrocular için bir direniş biçimi olduğunu düşünüyorum.

    Nihal: Zaten tarih erkeklerin tarihini yazdığı için kadınların ve kuirlerin hikayelerini anlatmak ve görünür kılmak çok önemli.  Evet, Sevgi Soysal gibi ataerkil düzen karşısında inatla üretmeye devam eden kadınların hikayesini feminist bir perspektifle sahneye taşımanın kendisi de bir direniş çünkü tiyatro da erkek egemen düzenden azade bir alan değil.

    Banu: Birine ses olmak diye tarif etmeyebilirim sanırım ben bunu. Hikayelerin duyulmasını, daha çok kişiye ulaşmasını sağlama işlevi var tabii ki yaptığımız çalışmanın. Durumu anlamaya çalışmak ve tekrar aktarmayı denemek olabilir belki oyuncunun yaptığı. Büyük resmin içinde yaptığımız seçimlerle oyunu yeniden kurmak diyebiliriz belki buna. Başka bir oyun kurduğumuz için de evet bu bir direniştir bence.

    “TANTE ROSA HEPİMİZE GÜÇ VERSİN!”

    Tante Rosa’yı hırdavatların eline bırakmamak için kadınlar olarak ne yapabiliriz?

    Burcu: Öncelikle fark etmeli ve fark ettirmeliyiz bence.  Üstündeki baskının adını koymayı bilmek, bu cesarette olabilmek ve sonrasında olabildiğince başkalarına da fark ettirmeye çalışmak. Çünkü kadınlar üzerindeki bu baskı her zaman baskı gibi adlandırılmayabiliyor. Çeşitli göz boyamalar ve toplumsal düzen adı altında olmaması gereken şeyler normalleştirilebiliyor. Erken fark edip, fark ettikten sonra bunları olabilecek her yoldan anlatmaya çalışıp (burada tiyatro oluyor) çoğalıp o hırdavatların inatla üstüne gitmekle yapılması gereken en azından bir tane şeyi yapmış oluruz. Yoksa yapılacak çok iş var tabi.

    Zeynep: Burcu’ya katılıyorum. Fark etmek ve fark ettirmek, adını koymak çok önemli. Bu mücadele makro düzeyde de gündelik hayatımızın o minicik anlarında da devamlı yaşanıyor. Bunu görünür kılıp dile getireceğiz. Gücümüzün farkına varıp gereksiz kibarlığı bir yana bırakırsak, gerektiği yerde hayır dersek, mükemmel olma baskısından kurtulup beraber üretime devam edersek nihayetinde hizaya geleceklerdir.

    Nihal: Bir arada olmaya, birlikte üretmeye, birbirimizi güçlendirmeye devam etmeliyiz. Hangi alanda çalışıyor olursak olalım bir arada olmak, görünür olmak, güçlü bir şekilde alanlarımıza sahip çıkmak o hırdavatların önünü tıkamanın en iyi yolu.

    Banu: Sanırım başına bir şey gelenin, gelme ihtimali olanın etrafında olmak, tek başına hırdavatlarla karşılaştığında ve bir ihtiyacı olduğu anda yanında olmak. Ya da herkese -hem buna maruz kalabilecek olanlara hem de hırdavatlığa meyledebilecek olanlara- bunun terse çevrilebilir bir gidişat olduğunu, değişebilir olduğunu hissettirebilecek her türlü eylemde bulunmak olabilir mi? Tante Rosa bize güç versin, âmin.

    Bir Sevgi Soysal romanı karakteri olsanız, kim olurdunuz?

    Burcu: Bunu cevaplamak zor. Ama sanırım “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabındaki Olcay karakteri olurdum ya da olmak isterdim de olurdum mu diyorum bilemiyorum. O bölümde Olcay’ın ilişki çıkmazlarındaki tavrı ve o yararlı ve gerekli inatçılığı çok hoşuma gitmişti ve tabii ki “Tante Rosa”nın her zaman bir çekiciliği ve gücü var. Bunun da onda herkesin kendinden bir şeyler bulabilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Okuyan herkesin bir parçası Tante Rosa’nın da bir parçasıdır.

    Nihal: Ben gene seçemiyorum ve bu soruyu pas geçiyorum.

    Banu: Bilmiyorum. Ama “Şafak”taki Oya’ya kendimi yakın hissediyorum. Bu kadar iç hesaplaşma, kendini sürekli etik bir muhasebeye sokma hali bana çok yakın geliyor.

    Related Posts

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

    Temmuz 11, 2025 KÜLTÜR - SANAT

    Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

    Temmuz 10, 2025 Edebiyat

    İstanbul’da devam eden 16 sergi

    Temmuz 10, 2025 KÜLTÜR - SANAT
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    ya da “yazar”, yazan ve… * yazar hep ‘yaz’, ömrün kış olsa da! * ne…

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    LGS sürecine hazırlanan çocuklar için stres yönetiminin yolları

    Eylül 6, 2024 Betül Çakıroğlu

    VBKY “Yapay Zekâ: Disiplinlerarası Yaklaşımlar”ı yayımladı

    Ağustos 8, 2023 Haber

    34. Akbank Caz Festivali’ne yeni isimler

    Ağustos 6, 2024 Konser
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.