Saliha Demir
Başucumda bir sen varsın bir evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Can Yücel
Bir şiiri anlamak için eser miktarda yalnızlık gerekiyordu. Sanırım bir doz aşımı yaşıyordum.
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Turgut Uyar
Bir şiiri anlamak için eser miktarda sevgi gerekiyordu.Aksi duygularımın çokluğundan olsa gerek küçük bir sevgiden ziyade, tutkulu bir travma birlikteliği peşindeydim.
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler’den Hisar’a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki gibi çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Edip Cansever
Bir şiiri anlamak için eser miktarda aşk gerekiyordu. Âşık olamayacak kadar bencildim.
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kez daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Cemal Süreya
Bir şiiri anlamak için eser miktarda tutsaklık gerekiyordu. Oysa ben kendi içimde hücre içine hücre inşa ettiğim Taç Mahal’imde boğuluyordum.
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında
Aşık olduğumda
Çikolata kokardı kırmızı yazgım
hayatıma hayat diyemem artık
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.
Didem Madak
Bir şiiri anlamak için eser miktarda çocuk kalmak gerekiyordu. Anlayamadığım bir hızda geçti zaman. Kucağımda şeker, çokomel paketleri, ağzımda buruk bir tatla eskidim.
Uyuşamayız, yollarımız ayrı
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta
Benimki aslan ağzında
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik
Ama seninki de kolay değil, kardeşim
Kolay değil hani
Böyle kuyruk sallamak tanrının günü
Orhan Veli Kanık
Bir şiiri anlamak için eser miktarda delilik gerekiyordu. Deliremeyecek kadar akılsızdım.
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
Attila İlhan
Bir şiiri anlamak için eser miktarda kıskançlık gerekiyordu. Şairlerin kalemini haddinden çok kıskanıyordum.
Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun, öyle garip
Nerede olursan ol
İçerde, dışarda, derste, sırada
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının, fesatçının, hayının
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan, rüsva etme beni
Ahmet Arif
Bir şiiri anlamak için eser miktarda direnmek gerekiyordu.
Direnmek için bağırabilmek.
Ne zaman biteceğini bilmediğin bir toplantıda yöneticinin haute couture ceketini incelerken bağıramazsın. Bağırmadım.
Kese kağıdının içinden aldığın nefesle de bağıramazsın yürek çarpıntısını, panik atak diye sığlaştıranların zamanında… O yüzden ilaçlara da sarılmadım.
Uyuşmuş bir bellekle bir şiiri zaten anlayamazdım.
Şiiri anlayamadıkça öfkem büyüdü. Saçlarımı sevilecek yerlerinden kazıdım.
Temizlenecek yerlerimi çamura buladım. Deniz suyu döktüm. Mumun ateşini harlayıp ocağı söndürdüm.
Satırlarına küçük harfle başlayan bütün şairlerin ilk sözcüklerini sildim. Kitaplara “muzır neşriyat” damgası bastım. Şiiri unuttular böylece. Geriye bir tek kelime kaldı: Serin.
Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter
Yahya Kemal Beyatlı
O da mısrasında kiracı, geleceği belirsiz bir sözcüktü. Selefi “karanlık” yıllar öne silinmiş ama kendini anımsatan titrek bir ışık bırakmıştı mısrada. Ölümden iyi yaşamdan kötü her şeyi temsil edercesine…
Söz gidince, şiirden ne kaldı?
Ama bir şiiri anlamak için eser miktarda umut gerekiyordu.