Carlos Flores Arias, Şilili bir yazar. ‘İstanbul Sendromu’ adlı eseri 2019 yılında Maviağaç etiketiyle Türkiye’de yayımlanan Arias, tam bir Türkiye sevdalısı. Öyle ki bu sevgi yüzünden başına ilginç olaylar da gelen Arias, hikayesiyle sanatın mesafeleri nasıl kısalttığını, kalpleri nasıl yakınlaştırdığını bize gösteriyor.
MEHMET MOLLAOSMANOĞLU

Bölgeden bölgeye değişse de yılların kendine özgü karakterler ürettiği bir gerçektir, bu tek bir yıl da olabilir birkaç yılı kapsayan bir dönem de. 2010-2015 yılları arasında da Tarkan, Latin Amerika’ya parmak izini basıp geçmişti, sonra bunun yerini Türk dizileri aldı o ayrı bir konu. Artık Tarkan ya da diğer büyük sanatçılar -mesela Sezen- niçin yeni hitler patlatamıyor o da ayrı bir konu.
Ben de işte o yıllardan söz edeceğim, Şili’nin başkenti Santiago’nun ‘Kül Kedisi’ diye nitelendirdiğim gündüz ölü, gece alevlenip kuduran eğlence semti Bellavista’da dolaşırken bar ve kafelerden yükselen ‘Oynama Şıkıdım Şıkıdım,’ ya da ‘Yakalarsam muck muck’ melodilerinin Pio Nono Caddesi boyunca süzülüp aktığı yıllardan… Ajda çaldığını da duymuştum, hangi şarkısı hatırlamıyorum fakat buna domino etkisi demek gerekir, popüler olmuş bir müzik çeşidi benzerlerinin de yolunu açar, öyle değil mi?
Akımlar kendi dinamiklerini doğurur ya, o günlerin popüler sosyal medya uygulamalarından Facebook’ta da pıtrak gibi Türk-Latin dostluk grupları peydahlanmaya başlamıştı. O coğrafyaya ilgim ve sevgim nedeniyle birkaç tanesine ben de üye olmuştum. Carlos Flores Arias’ı o gruplar aracılığıyla tanıdım. İkimiz de roman yazarıydık, bu ortak payda kısa sürede mailleşme, WhatsApp mesajlaşmalarına döndü. Carlos’un Şili’de yayımlanmış üç romanı vardı ve üçüncüsü benim için ilgi çekiciydi, keza adı ‘Sindrome de Estambul’ idi, 2015 yılı Aralık ayında yayımlanmıştı.

Sosyal medya dostluğumuza takiben ilk Şili seyahatimde (2016 Aralık) Carlos’la Santiago’da annesiyle birlikte yaşadığı tek katlı evde buluştuk. Ana oğulun çok mütevazı bir yaşamları vardı, kadın benim için kek ve empanada (Şili böreği) yapmıştı. Türkçe, İspanyolca ve İngilizce arasında iyi kötü anlaşabiliyorduk ama o yıllarda Santiago’da çalışan Carlos’un arkadaşı Türk mühendis Yeliz de bize katılınca sohbetlerimizdeki Türkçe-İspanyolca kısıtını aşmış olduk. O zaman Carlos’un hayatını daha net ve ayrıntılarıyla öğrendim.
Türkiye’ye ilgisi Tarkan’ı keşfetmesiyle başlamış. Şili’deki Tarkan Fan Club’a üye olmuş ve aktif biçimde çalışmış. Bu faaliyetleri Şili’de yaşayan Türklerle tanışmasına ve Türk çevresini genişlemesine yol açmış. Burada ilginç bir detay var, ona sahip çıkan Türkler, Carlos’un ifadesiyle dini/ruhani bir cemaatmiş ve dizilerde, filmlerde gördüğü Türk insanlarından farklı giyiniyorlar, farklı düşünüyorlarmış. Carlos onların yardımseverliğinden, güler yüzlerinden, dostluklarından çok etkilenmiş. Hatta o Türkler Carlos ve annesini bir aylığına Türkiye’ye getirip İstanbul, Pamukkale, Kapadokya, İzmir vs. gezdirmişler. Bu ilgiden ve destekten çok mutlu olan Carlos Müslüman olmaya karar vermiş ve onların arasında Yahya adını kullanmaya başlamış. Kuşkusuz biz 2016’nın son ayında buluştuğumuzda cemaatin foyası ortaya çıkmış artık Türkiye’de terör örgütü sınıfına girmişlerdi, Carlos epey şaşkındı. Gerçi onlarla birlikteyken baskıcı tavırlarını ve özel hayata müdahalelerini sezmiş, sezgilerini destekleyen, ‘Tarkan dinlemekten vazgeç, o bizim kültürümüze uygun değil,’ uyarıları almış, ya da ‘Aileni de Müslüman yap,” türünden baskılara maruz kalmış, hatta yediğine içtiğine, gittiği yerlere de karışılmaya başlanmış ve o zaman onları sorgular olmuş ama Türkiye seyahati nedeniyle minnet duygusu baskın olduğundan temkinli konuşuyor, sert eleştiriler yapamıyordu.

Bütün bunların ötesinde en büyük hayali Sindrome de Estambul adlı eserinin Türkçeye çevrilmesi ve Türkiye’de yayımlanması ve belki bunun açacağı yollarla sık sık Türkiye seyahati yapabilme arzusuydu. Türkiye’ye, Türklere olan sevgisinin hayal ettiğimin ötesinde olduğunu anlamıştım. Bu konudaki üzüntümü kendime sakladım, maalesef Türkiye’de belirli bir aşamayı geçmemiş yazarların kitap geliriyle ekonomik seviyesini yükseltmesi çok zordur.
Bir sonraki Şili seyahatimde (2017) Carlos’un Türk arkadaşları olarak Santiago’nun ünlü Türk lokantası Meze’de toplanıp karar verdik, eserini Türkçe’ye çevirtecektik ve Türkiye’deki yayıncıyı ben bulacaktım. Nitekim öyle oldu, çeviri ücretini karşıladık ve sıra İstanbul’da yayımcı aramaya geldi. Kuşkusuz dünyanın her yerinde olduğu üzere Türkiye’de de tanınmamış bir yazarın eserini yayımlatmak zordur. O zamanki yayınevim Profil Yayıncılık beni kırmadı, yan kuruluşu olan Maviağaç etiketiyle 2019 yılında ‘İstanbul Sendromu’ adıyla yayımladı. Öncesinde yardım istediğim iki farklı yayınevinden farklı ret gerekçeleri almıştım, birinin gerekçesi şaşırtıcıydı. Yayınevi sahibi -ki az çok samimiyetim vardır, Carlos’u sosyal medyasından araştırmış ve ‘Pride Day’ kutlaması yaptığı gerekçesiyle eserini yayımlayamayacağını söylemişti. Ben de “O insancıl karaktere sahip biri, sosyal medyasını iyice inceleseydin dini ve ulusal bayramları, kandilleri, İstanbul’un fethini, engelliler gününü ve aklına gelmeyecek daha bir sürü erdemli kutlamalar yaptığını görecektin,” deyip tepki vermiştim. Bu ret gerekçesini Carlos’a asla söyleyemedim, utandım.
Carlos’la daha sonraki Şili seyahatlerimde de görüştük, son iki yıldır Şili’ye gitme fırsatım olmadı, o yüzden bu ara sosyal medya aracılığıyla haberleşiyoruz. Geçtiğimiz yıl ‘Mi intima Estambul’ adında yeni romanı yayımlandı. Türkiye’de de çıkmasını çok istiyordu, benden destek istedi, birkaç girişimim oldu ama son yılların ekonomik koşulları yayınevlerinin artık daha temkinli olmasını gerektiriyor. Durumu ona açıklayınca epey üzüldü.
Evet, orada dünyanın öbür köşesinde Türkiye sevdalısı bir yazar var, en büyük hayali bir ayağının Türkiye’de olması ama şimdilik ekonomik gerekçeler yüzünden zor görünüyor. Dilerim bu arzusu bir gün gerçekleşir.
Sanatın mesafeleri nasıl kısalttığını, kalpleri nasıl yakınlaştırdığını anlatabildim umarım.

Mehmet Mollaosmanoğlu
Yazar ve İnşaat Mühendisi. Alanya’da doğdu. İlk ve ortaöğretimini de aynı şehirde tamamladı. İlk eseri olan Ataerkil’i 2007 de yayımladı. Tanınırlığı ikinci romanı Ata Mezarlığı ile arttı. Kaos Kuramı’ndan yola çıkarak, “Çin de kanat çırpan bir kelebek ABD de bir fırtınaya neden olabilir” temalı Kelebek Etkisi modellemesini örnek alan yazar, eserlerinde genellikle yeryüzünün herhangi bir köşesinde herhangi bir zamanda ortaya çıkmış bir olgunun, bir başka yer ve zamandaki muhtemel en kaotik sonucunu kurgulayarak hikâyeleştirme yoluna gider. Eserlerinde gerilim teması kuvvetlidir, sık sık da fantastizm ve siyasal/sosyal kurgu izleri görülür. Yazarın kaleme aldığı 13 kitabı bulunuyor.