Genç oyuncu Berfin Ertan, tek başına 8 karakteri canlandırdığı “Mahallemiz Eşrafından” oyununda Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı bir adada 15 yaşındaki bir kız çocuğunun büyüme hikâyesini, Sesil ile birlikte ilk aşkla tanışmasını ve kendi kimliğinin farkına varışını dokunaklı bir şekilde sahneye taşırken, 90’larda geçen çocukluğumuza, Zeki Müren’e ve Arkadaş Zekai Özger’e selam gönderiyor. Bir saatlik kısa süresine rağmen, izleyicileri duygudan duyguya savuran oyunu Ertan ve oyunun yönetmeni Hakan Emre Ünal ile konuştuk.
EZGİ AKTAŞ İLE TİYATRO SAHNESİNDEN SÖYLEŞİLER

- Sizi biraz tanıyalım mı, Berfin Ertan kimdir, tiyatroya nasıl yöneldi, “Mahallemiz Eşrafından”a kadar olan süreçte başka neler yaptı?
Selam, Berfin ben. 23 yaşındayım, şu an İstanbul merkezli ama niyeti bu alanı daha da yaymak olan bir tiyatrocu, oyuncu, oyun kurucuyum, artık ne derseniz. 11 yaşımdan beri tiyatroyla uğraşıyorum. 18 yaşımda İstanbul’a taşındım; Kadir Has Üniversitesi’nin tiyatro bölümünü kazandım ve 2022 yılında da mezun oldum. Mezuniyet projesi olarak da bir oyun ürettim; ismi “Mahallemiz Eşrafından”. Bunun haricinde geçtiğimiz sezon “Hep Hala Şafak” isimli bir oyunda; bu sezon ise “Kayıp Adımlar” ve “Bahar Noktası” isimli iki oyunda oyuncu olarak var oldum ve bu sezondaki oyunlarımız hala devam ediyor.
- “Mahallemiz Eşrafından”ın yaratım sürecinde kimlerle birlikte çalıştınız?
Henüz bir mezuniyet projesiyken ekibimiz üç kişiydi. Danışmanım Hakan Emre Ünal ve reji asistanımız Öykü Gökduman ile birlikte belli bir süre bir çalışma yöntemi içinde üçümüzdük. Bir de ara ara izleyip yorumlayan insanlar vardı. Zaten ilk çatısı o zaman kurulduğu için “sabahlar olmasın” bir dönemdi bizim için. Oyunu sezona hazırlarken ise giderek büyüdük, Hakan Hoca ile ortak yönetmenler olduk. Ekip sabitti, eklenen sanatçı dostlarımız oldu. Hareket tasarımında Büke Erkoç dâhil oldu ve yoğun bir çalışma yaptık. Bayıldığım afişimizi Öykü Eraslan tasarladı. İkimiz de çok detaycı olunca delirdik. Her santimini ince ince işledi sağ olsun, hâlâ ara ara açıp öylece bakıyorum. Oyunda kullandığım bir video ise kendi çektiği belgeselden kesitleriyle Ece Yazgı’ya ait. Dış mekân çekimlerimizi Ezo Şara Uray yaptı, oyunun renklerini ve hikâyesini bence çok hissettiren fotoğraflarımız oldu böylece. Işık tasarımını Anıl Akbey ve tasarım asistanlığını ise Abrek Bayseç yaptı. Böyle böyle giderek katmanlandık ve çoğaldık.

“Mezuniyet projesi olarak çıktı, katkılarla çoğalıp son haline geldi”
- “Mahallemiz Eşrafından”ı tiyatro sahnelerine taşıma hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Oyun kısa versiyonu ile okulda çıktığında arkadaşlarımız, hocalarım ve tanımadığım da birçok seyirci geldi. Güzel dönüşler aldık. İnsanlardan düşünce ve eleştirilerini topladık. Zaten mezuniyet sonrasındaki yoluma yanıma alabileceğim bir araştırma ve oyun alanı tasarlama isteğiyle çıkmıştım. Benim amacım bu yöndeydi, o süreçte Hakan Hoca “Bu oyunu geliştirmek ve sezonda profesyonel bir oyun olarak yürütmek istersen varım” dedi. Ben zaten vardım. Oradan aldık, yürüdük, eksilmedik çoğaldık. 1,5 yıl kadar üzerine çalıştıktan sonra; kendimiz için doğru zamanı bekledik ve 29 Aralık 2023’ten bu yana farklı mekân ve şehirlerde oynamaya, yeni insanlarla buluşup ortaklaşmaya devam ediyoruz.
- “Mahallemiz Eşrafından” tek kişilik bir oyun. Sekiz birbirinden farklı karaktere siz ruh veriyorsunuz. Bu karakterleri ayrı ayrı ete kemiğe büründürmek için nasıl bir hazırlık yaptınız?
Çoğu oyunun yazarı ben olduğum ve aslında benim zihnimden ve kendi yaratıcı alanımdan çıktığından kaba çizgileri aşağı yukarı kafamda belli olan karakterlerdi. Oynadıkça hepsine alan açıldı ve keşfetmeye başladım. Sesleri ve bedenleri nasıl? Nasıl özellikleri var ve nasıl özelleştirilebilirler? Hakan Hoca’nın geldiği provalarda o yorumladı, çalıştırdı ve üzerine tartıştık. Öneriler ve yönergeler verdi. O yokken de ya tek başıma ya da reji asistanımız Öykü’yleydim. O da oyuncu ve dış göz kimliğiyle geri bildirimler yaptı. Metin konusunda da hep beraber paslaşıp danıştığım kısımlar oldu. Çünkü metin karakterlerin oluşumu, hareketleri ve nüanslarının yaratımı açısından çok önemli. Hakan Hoca’nın bir sonraki gelişinde tekrardan verdiği yönergeler üzerine çalıştığımız kısımları ve ürettiğimiz yeni sahne önerileri ve biçimlerini gösterdim. Aslında çalışma yöntemimiz bu şekilde devam etti. Oyun sezona çalışılırken Büke Erkoç hareket tasarımcısı olarak dâhil oldu. Lecoq temelli bir tasarımcı olduğundan onunla birlikte daha çok bu teknik üzerinden fiziksellik çalıştık. Oyunun yapı ve dokusuna da uygun bir çalışma yöntemi olduğunu düşündük. Bence genel resme de oldukça hizmet eden bir seçim oldu. Karakterleri bedensel olarak daha da derinleştirip temizliyorduk. Bir karakterden bir diğerine, bir sahneden ya da mekândan bir başkasına herhangi bir aksesuar ya da dekor değişimi olmadan yalnızca beden ve sesle nasıl geçeriz ve bu geçişler nasıl olmalı üzerine yoğun bir dönem geçirdik. Fiziksel çalışma bana oyuncu olarak da iyi geldi ve oyunun genel yapısına da aynı şekilde. Tek istisna öğretmen karakterinin ilk çıkışı dış dünyada başka bir hikâye ile çok önceden olmuştu. Geçtiğimiz sezon yaptığımız “Hep Hala Şafak” adlı bir oyunun provalarındaydık. Prova kapsamında bir müzeye ekipçe gezmeye gitmiştik. Büke oyunun yönetmeniydi, gezerken “Sanki okul gezisinde bir hocamızla müzeye gelmişiz gibi hissediyorum” dedi. Ben de birden bu öğretmeni oynamaya başladım ve o an çıktı. Sonra ekip bu karakterle çok eğlendi. Bir süre provalarda hep bizimleydi. Zaman geçti, ben “Mahallemiz Eşrafından”ı yazmaya başladım, bir öğretmen ekleyecektim. Dedim ki; işte onun zamanı geldi. Sonra daha da gelişti ve değişti tabii ki.

“Mekân olarak ada seçmek, oyunun omurgasını oluşturdu”
- Oyun, Rumların ve Türklerin bir arada yaşadığı bir adada 15 yaşındaki isimsiz kahramanımızın suratına atılan domatesle başlıyor. Baharı müjdeleyen Paskalya Bayramı’nda yüzünde patlayan domatesle birlikte ilk kez tanıştığı bir duygu yaşıyor sonra: ilk aşk. Rum Sesil’e âşık oluyor ve devamında karakterimizin muhafazakârlık ve çok kültürlülük arasında kendi kimliğini inşa etmesine tanıklık ediyoruz. Oyunun geçtiği yer olarak bir adanın seçilmesi, karakterin sıkışmışlık haline denk özel bir seçim gibi geldi bana. Bu konuda ne düşünürsünüz?
Oyunu ilk yazmaya başladığımda mekân seçimiyle alakalı bir süre düşünmüştüm. Katmanlandırma açısından ilk arzum daha kozmopolit bir mekân seçmekti. Hatta başlarda afiş tasarımcımız Öykü ile konuşuyorduk; Antakyalı olduğundan. Oraları araştırmaya ve ona sormaya başlamıştım. Benim ise ailemin bir kısmı adalı, dolayısıyla hayatımın belli kısımları adada geçti. Bir adanın coğrafi ve sembolik olarak nasıl bir dokusu olduğuna hâkimim. Tam yazmaya başlamadan önce oyunda yine şimdi bahsedeceğim belgeselinden kesitlerini kolajlayıp bize veren video tasarımcımız Ece Yazgı da Gökçeada’daki Rumların yakın Türkiye tarihindeki geçmişi üzerine bir belgesel üzerine çalışıyordu. O belgeseli izlemem, benim kozmopolit bir mekân arayışım ve zaten adayla olan ailevi bağlantım sayesinde “Ben niye kendimden uzaklara gidiyorum?” dedim. Derken başladık adada. Hikâye derinleştikçe ise adanın dört tarafı denizlerle çevrili oluşu, farklı mevsimlerde ulaşım olanaklarının sınırlanabilmesi ve aslında kendi içinde adaların birer ‘özerk kara parçası’ olması, dönüp dolaşıp aynı yere varmak ve aynı insanlarla aynı yağda kavrulmak oyunun doku ve dramaturjisine hizmet etti. Oyunun dramaturjik yapı ve omurgasını oluşturan en büyük etmenlerden biri bir mekân olarak ada ve onunla birlikte gelen her şey oldu aslında.

“Karakter seçimlerim mücadeleyle ilgili”
- Oyunun ana karakteri ve Rum Sesil arasındaki aşk, ne yazık ki halen şu zamanda dahi o yıkılası normların dışında iki kadın karakter arasında. Bu tercihin sebebi kalıpları bir şekilde parçalama ihtiyacı mıydı yoksa kendiliğinden bir tercih miydi?
Elbette ki mücadeleye dair. Benim bu hikâyeyi anlatma motivasyonum da aynı şekilde. Küçük resme bakarsak da benim dertlerimden biri bu ve ben de bunu paylaşma ve çoğaltma arzusundayım. Amacım tiyatroda cinsiyet okumasına hiç girmeden dahi bir seyir alanına doğru ilerlemek bir noktada da.
- Oyunda seyirciden en fazla reaksiyon aldığınız bölümlerden biri, anlatıcımızın walkmeni “Keser”den dinlediği şarkılara kâh hüzünlendiği kâh neşelendiği kısımdı. Bu bölümdeki şarkıların hangi duygularla seçildiğini merak ediyorum.
Ben de o kısımda çok eğleniyorum. O keyif karşılıklı oluşuyor diye düşünüyorum. Şarkıları seçerken karakteri bir sonraki ruh haline taşımaya hangisi en çok hizmet eder ve onun o anki durumunda hangi ton ve tarzda bir şey dinlemek ister diye düşündük. Seçim sürecinde hayatımız bir süre 2000’ler ve öncesi arabesk, pop şarkılarla geçti. Yolda kulaklıkla yürürken dahi hep bu tarz müzik dinler olmuştum. Etrafıma da sordum, abilerimi 2000’ler başında ne nasıldı diye aradım durdum. Hatta Kuzen Abi’nin arabesk şarkıları için o konuya hâkim bir arkadaşımla bir gece o kadar çok arabesk dinledik ki az kalsın rakı açacaktık.
“Göz önünde olan sanatçılar dahi fobikliğe maruz kalıyor”
- Oyun, gülmekle duygulanmak arasında gidip geldiğimiz bir 50 dakikanın ardından “Elbet herkes bir gün Zeki Müren’i sevecek. Zeki Müren’i seviniz” diye noktayı koyuyor. Neden Zeki Müren? Sizin onunla nasıl bir bağınız var?
Elbette ki bir sanatçı ve ikon olarak kendisiyle benden taraflı bir bağım var. Bunun yanında yıllar önce bir rakı masasında sevdiğim de bir orta yaşlı tanıdığım ile otururken Zeki Müren çalmıştı radyoda. O da sözde politik birkaç laf etmişti. Şaşıp kalmıştım, beklemediğim yer ve kişilerden gelince malum. Bir de Türkiye’de göz önünde olan bazı sanatçılar az çok bir kabule erişiyorlar. Sanki kabul görmek için atlanması gereken basamaklar varmış gibi. Ama gördüm ki onlar dahi fobikliğe seneler sonra maruz kalabiliyor. Bu anı kafamda, yazarken de kafamdaydı. Onunla açtım oyunu, annemle de Zeki Müren’i dinlemeyi sevdiğim yerden. Sonra Arkadaş Zekai Özger’in “Merhaba Canım”ı ile tanıştı oyun. Yolculuğuna devam etti.
- Oyunun devamını yazacak olsanız, kahramanımız ile Sesil’i nasıl bir hayat beklerdi?
Ortak yolculuklarını tamamlayıp tamamlamadıklarını ve sonraki durak ya da duraklarının neresi olduğunu hepimizin hayal gücüne bırakayım. Kim neye ihtiyacı varsa oradan hayal etsin ki içimiz açılsın. Birbirlerinin yolculuklarını etkiledikleri yerden umarım Sesil ve başkarakterimizin de yolları güzel olsun. Çünkü ben güzel şeyler hayal ediyorum.
Hakan Emre Ünal: “Bu coğrafyaya dair bir hikâyeyi Berfin’le birlikte geliştirmek bende yoğun hisler uyandırdı”

- Oyunun Berfin Ertan’ın sizin danışmanlığınızdaki bitirme tezi olduğunu okudum. İlk halinden sahnedeki versiyonuna kadar olan süreçte nasıl bir çalışma yapıldı metin ve sahnelemeyle ilgili?
Aslında 1,5 yıllık uzun bir süreç bu. Düzenli olarak Berfin ile buluştuk. Oyunun önce okulda 25 dakikalık bir versiyonu çıkmıştı. Bu versiyondan sonra oyunu geliştirip sezona yapmaya karar verdik. Sonrasında belirli zamanlarda buluşup nerelerin açılması ve geliştirilmesi, yazarken hangi karakterlerin ne açılardan derinleştirilmesi gerektiğini konuştuk. Berfin önce çalışıp metin düzleminde gösterdi, sonra da oynayarak. Ben geri bildirimler yaptım. Aslında metnine de danışmanlık yapmış oldum, oyunculuk yönelimlerine de. En sonunda da ona verdiğim yönergelerle çalışıp sahneleme önerileriyle geldi. Ben de önerdiği şeyler üzerinden yeni fikirler önerdim ve birlikte bir çalışma süreci şekillendirdik.
- “Mahallemiz Eşrafından”ın hikâyesi sizinle ilk paylaşıldığında nasıl bir his uyandırmıştı?
Berfin’in genç bir oyuncu olması, bu topraklarda yaşayan bir insan olarak “kendi arka planından” yola çıkıp bazı nüansları çarpıtarak bu coğrafyaya ait bir hikâye üretebilecek potansiyeli olduğunu görmek ve o metni fikir olarak benimle paylaştığı andan itibaren beraber geliştirebilme fikri çok yoğun bir his uyandırdı tabii ki bende. Ben genelde zaten bu tarz çalışmaları seven biriyim. Yazar, oyuncu ve yönetmen ortak bir üretim sürecinde ve aslında her aşamada beraber çalışıldığı zaman çok kuvvetli bir şey ortaya çıkıyor diye düşünüyorum. Berfin de bu çalışma metoduna çok uygun bir tiyatrocu.
- Tiyatroya hem oyuncu hem yazar hem de yönetmen olarak emek veren bir emektarsınız. Sahnede izlediğimiz pek çok zihin açıcı oyunda imzanız var. Sizin için hangisi yaratıcılığınızı daha fazla ortaya koymanıza alan açıyor?
En sevdiğim oyunculuk yapmak. Aslında mesleğim oyunculuk. Yazarlık ve yönetmenlik de zamanla keşfettiğim alanlar oldu. Türkiye’de çalıştığımız için maalesef bazen bazı işleri yapmak da size kalabiliyor. Bu yeteneğiniz gelişiyor. Yani yurtdışında böyle olmayabiliyor. Herkes kendi uzmanlık alanında. Hareket tasarımını yapan, metin yazarı olan, oyuncu olan, sahne müziği yapan, dekor tasarımı, kostüm tasarımı; hepsi ayrı ayrı kişiler olabiliyor. Okullarda o bölümleri seçip oradan devam edebiliyorlar ve genelde o iş özelinde uzmanlaşıyorlar. Bizde maalesef böyle bir şey yok. Ben dekor, kostüm yapıyorum. Bazen yeri geliyor hareket tasarımı da. Her şeyi yapıyorum, yönetiyorum vs. Bunlar aslında Türkiye’deki engellerin getirmiş olduğu yaratıcılık kapıları. Türkiye’de yaşamasaydım böyle bir özelliğimin olduğunu belki de fark etmezdim aslında diyeyim. Yani oyunculuk en sevdiğim alan, yönetmenlik de bir fikir etrafında insanları toparlayıp, onları o fikre ikna edebilmek kabiliyetim olduğunu keşfettiğim için hoşuma gidiyor. Yazarlıkta ise; aslında sahne üzerinde oynayarak yazmayı daha çok seviyorum. Bir karakterle bir çatı oluşturduktan sonra ekleyerek yazmak hoşuma giden bir yöntem. Aslında hepsini seviyorum ama oyunculuk dediğim gibi bir numaramdır.
- Son olarak, metinle ilgili merak ettiğim bir konuyu soracağım. Sahnede hikâyesiyle seyirciyi duygudan duyguya sürükleyen karakterin bir isminin olmaması bir seçim miydi? Walkmenin dahi bir ismi varken bu durum özellikle tercih edilen bir şey miydi?
Bence aslında bu çok net bir seçim ve belki karakterin ismi yok gibi gözüküyor ama benim için net bir şekilde ismi var. Bunu da seyirciye bırakıyoruz.
- Çok teşekkür ediyorum.
Biz çok teşekkür ederiz. Sürece dair çok keyifli sorular vardı, güzel ve yaratıcı bir sohbet oldu. Okuyan herkesi de her zaman misafirliğe bekleriz.


