Tuba Ayşe Özgür
Birazdan Caitlin Cronenberg’in distopik başyapıtı Humane üzerine derin bir makaleye dalacağız. Üstelik bu yazıyı, sohbet eder gibi samimi bir dille anlatacağım. Hazırsanız, Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramını hatırlayarak başlayalım ve filmin her karesinde bu fikri nasıl soluduğumuzu keşfedelim.

“Kötülüğün Sıradanlığı” nedir, hatırlıyor musun?
Hannah Arendt, II. Dünya Savaşı’nın ardından Adolf Eichmann’ın yargılandığı davayı izlerken, asıl dehşetin canavar ruhlarda değil, düşüncesizce emir-komuta zincirine bağlı kalan sıradan bürokratlarda yattığını fark etti. Yani kötülük, insana özgü bir sapkınlık değil; sorgulamadan itaat etmenin, vicdanı susturmanın ürünüydü.
Şimdi gel, Humane’ın soğuk mutfağında birlikte dolaşalım.
Ailecek toplanmak: Sıradan bir sofra mı, mahkeme salonu mu? Neyi çağrıştırıyor?

Film, Charles York’un dört çocuğunu ve üvey annelerini akşam yemeğine davet etmesiyle açılıyor. İlk bakışta klasik bir aile yemeği… Ta ki, Charles “DEVLET’in nüfus kontrol programına” katıldığını açıkladığında havada tarifi imkânsız bir gerginlik dolaşana kadar. Bir yanda pastırmalı krep, öte yanda kimin hayatta kalacağına dair soğuk hesaplar…
Sana da tuhaf gelmedi mi? Ailecek yemek yerken ölüm kararı almak: Klasik dram mı yoksa bürokratik bir vaka analizi mi? Ayırt edemiyorsun.
“Kim daha az değerli?”
Bir ailenin üyeleri arasında sorulacak bir soru mu?
Jared ile Rachel, Noah’ın “aileye yük” olduğunu söylüyor; sanki bir startup’ın maliyet-kâr analizini yapıyorlar. O sahnede sen de kalbinin sıkıştığını hissediyorsun. Çünkü vicdanın bir kenara itilmiş, rakamlar konuşuyor. Arendt’in dediği gibi, “Düşünsel tembellik, empati ve sorgulamayı öldürdüğünde, işte tam o anda kötülük sıradanlaşır.”
Yaşamı bir “istatistik”e, ölümü bir “prosedür”e indirgiyor. Bu sana tanıdık gelmiyor mu? Gerçek dünyada da sayısız kurum, insan hikâyelerini unutur; yerine satırlarca kural koyar. Arendt’in uyarısı burada yankılanıyor:
“Kuralları sorgulamayan zihinler, totalitarizme davetiye çıkarır.”
Kamera ve mekan: Sıcak dekor, soğuk yürekler hissiyatı yaratmak için oluşturulmuş
Cronenberg, Viktorya dönemi koltukları, çiçekli duvar kağıtları yerleştirirken diyalogları klinik bir hassasiyetle çekiyor. Kamera, mutfak tezgâhının parlak yüzeyinde soğuk floresan ışıklar yakalıyor; tıpkı ölüm makinesinin metalik tınısı gibi. Bu tezat, izleyicide “Bu evde bir şeyler yanlış” hissini sürekli canlı tutuyor.
Grace eve adımını attığında ortam bir anda gerginleşiyor, sonra öylesine soğukkanlı bir cinayet gerçekleşiyor ki… İzlerken sende de “Bu nasıl mümkün?” sorusu beliriyor. Arendt’in sözleri kulaklarında çınlıyor: “Kötülük, canavarca değildir; düşüncesizliktir.” Grace’in sonu, düşüncesizliğin trajik bir sonucu olarak karşımızda duruyor.
İzleyiciye çağrı: Sen olsaydın ne yapardın?
Humane’ın en sarsıcı yanlarından biri, filmi kapattığında rahat bir nefes alamaman; çünkü kararlar senin de vicdanına dokunmuş oluyor. Arendt bize, kötülüğün zincirini kırmanın yolunun “emirleri sorgulamak” olduğunu söyler . Şimdi sana soruyorum: Böyle bir sofra senin evinde olsaydı, sen hangi kararı verirdin?
Son söz: Bize ne söylüyor?
Humane, korku-gerilim klişesi değil; modern dünyanın bürokratik soğukkanlılığını ayna gibi tutan bir felsefe dersi. Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramını sinema diliyle birleştirerek, ahlaki pusulamızı sarsıyor. Film bitip jenerikler akarken, esas final sınavı başlıyor: Gerçek hayatta, sorgulamadan “evet” dediğimiz her prosedür, bir gün vicdanımızı hapishaneye çevirebilir.
Bu yazıyı seninle konuşur gibi yazdım; çünkü Humane de izleyicisiyle konuşan bir film. Şimdi geriye tek bir adım kaldı: Filmi izleyip, kendi vicdanının sesini dinlemek. Unutma, gerçek soru; “Onların sistemi değil, benim vicdanım ne der?”
Sonuçta, en büyük kötülük, sorgulamadan itaat etmek değil mi?

Tuba Ayşe Özgür
Communication Art’s Studio adlı akademide yaratıcı yazarlık eğitimi aldı. Çisenti Sanat Topluluğu ve Postüla adlı özel tiyatro gruplarında oyunculuk, drama, sosyoloji ve yazarlık alanında eğitimler alarak, çalışmalar yaptı. Ajans yöneticiliğinden içerik yazarlığına, çeşitli dergilerde içerik yazarlığından yayın koordinatörlüğüne kadar pek çok görev üstlendi. Halen “Atölye Bütünsel Edebiyat” adlı yazma atölyesinin kurucusu ve yöneticiliğini yapıyor ve çeşitli dergilerde yazıları yayımlanıyor. Pek çok kolektif kitapta öytüleri ile yer aldı. İlk romanı “Büyü Bozumu” 2022, “Benim Kalbim Dikdörtgen” adlı romanı 2023, “İçime Karga Uçuştu” adlı öykü kitabı da 2024 yılında yayımlandı.