BİR PORTRE, BİR İKON
20. yüzyılın ikinci yarısına damga vuran isimlerden biri olan Susan Sontag, yalnızca bir yazar değil; bir eleştirmen, aktivist, düşünür ve kültürel yorumcuydu. Modern dünyanın görsel kültürünü, politik çelişkilerini ve estetik değerlerini derinlemesine sorgulayan Sontag, özellikle deneme türündeki yazılarıyla çağının entelektüel vicdanı haline geldi.
NİLGÜN KARATAŞ

Susan Sontag 1933 yılında New York’ta dünyaya geldi. Küçük yaşta babasını kaybetti, üvey babasının soyadını kullandı. Henüz 15 yaşındayken üniversiteye kabul edildi, University of Chicago’da felsefe, edebiyat ve antik tarih okudu. Ardından Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Eğitimi, onun disiplinler arası düşünebilme becerisini besledi: Sontag bir yazıda Virginia Woolf’tan söz ederken Jean-Luc Godard’a, bir başka metinde Thomas Mann’den Kafka’ya, Artaud’dan Barthes’a uzanabilen çok yönlü bir okuma pratiği geliştirdi.
Ne yazdı, Neyi savundu?
Sontag’ın belki de en etkili olduğu alan, deneme türüdür. Onun ilk dikkat çeken metinlerinden biri, 1964 tarihli “Notes on ‘Camp’” (Camp Üzerine Notlar) adlı yazısıydı. Bu metin, popüler kültürü ciddiyetle ele alan ilk kuramsal denemelerden biri sayılır. Camp estetiğini bir “duyarlılık biçimi” olarak tanımlarken, yüksek ve düşük kültür ayrımını sorguluyordu. Bu yazısıyla birlikte Sontag, sanat anlayışımızı kategorilerden kurtarmaya çalıştı: “The Doors ile Dostoyevski arasında bir seçim yapmam gerekseydi, elbette Dostoyevski’yi seçerdim. Ama seçim yapmak zorunda mıyım ki?” diyerek kültürel hiyerarşilere itiraz etti.
Sontag, yalnızca sanat ve kültürle değil, hastalık, acı, savaş ve etik üzerine de yazdı. Illness as Metaphor (1978) adlı kitabında kanser ve tüberküloz gibi hastalıkların nasıl birer sosyal metafora dönüştürüldüğünü tartıştı. “Hastalığın kendisi değil, onun anlamı ağırdır” diyerek bedensel acının ideolojik yükünü gösterdi. Yıllar sonra gelen Regarding the Pain of Others (2003) ise savaş görüntüleri ve medyanın acıyı nasıl estetize ettiğine dair derin bir sorgulamaydı. Ona göre, başkalarının acısına bakmak, asla masum bir eylem değildi.
Kurgu, sinema ve tiyatro
Kurgu yazarlığı da yapan Sontag’ın romanları arasında The Benefactor (1963), Death Kit (1967) ve In America (1999) yer alır. Son romanıyla National Book Award kazanmıştır. Ayrıca sinemaya da ilgi duyan Sontag, kısa filmler yönetmiş, tiyatro sahnelerinde oyunlar koymuştur. En çarpıcı eylemlerinden biri, 1993 yılında kuşatma altındaki Saraybosna’da Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken oyununu sahnelemesiydi. Bu performans, sanatın direnç gösterme biçimlerinden biri olabileceğini kanıtlayan sembolik bir hareketti.
Dikkat çeken düşünceleri
Sontag’ın düşünce dünyası şu başlıklarda özetlenebilir:
- Sanatın açıklanarak değil, hissedilerek anlaşılması gerektiğini savundu: “Sanatı açıklamak, onu öldürmek olabilir,” der Against Interpretation kitabında.
- Acı ve şiddetin görsel temsillerinin sorumluluk doğurduğunu öne sürdü: Fotoğraf yalnızca belge değildir; bir etik sorudur.
- Popüler kültürün küçümsenmesine karşı çıktı: “Yüksek kültür”le “düşük kültür” arasında keskin bir çizgi olmadığını dile getirdi.
- Modern insanın gerçeklik duygusunu kaybettiğini ve bunun önemli ölçüde görsellik üzerinden gerçekleştiğini savundu: “Fotoğraflar gerçeği temsil etmez, gerçeğin yerini alır.”
Onu özel kılan ne?
Susan Sontag’ın asıl gücü, zor sorulardan kaçmayan cesaretiyle ve entelektüel dürüstlüğüyle geldi. Hayatı boyunca Amerika’nın dış politikasını, kültürel kibirlerini, savaşlara dair tutumunu eleştirdi. Ancak aynı zamanda kendi hatalarını da kabul edebilecek bir içtenliğe sahipti. 11 Eylül sonrası yaptığı açıklamalar çok tartışıldı; cesareti takdir topladı, ancak hedef de oldu. Yine de susmadı.
Sözleriyle Sontag
- “Sanat, acıya anlam kazandırmaz ama tanıklık eder.”
- “Fotoğraflar bir tür katılımdır, ancak aynı zamanda bir reddediştir.”
- “Sanatın işi, rahatlatmak değil, rahatsız etmektir.”
- “İnsanın en derin arzusu, başkasının ne hissettiğini bilmektir. Bu yüzden sanat vardır.”
2004 yılında hayatını kaybeden Susan Sontag, ardında onlarca kitap, yüzlerce makale ve hâlâ geçerliliğini koruyan fikirler bıraktı. Fotoğraf, etik, savaş, beden, kültür ve sanat üzerine düşünmeye devam eden herkesin yolu bir gün mutlaka onun satırlarına uğrar.
Benjamin Moser’ın Pulitzer ödüllü biyografisi Sontag: Her Life and Work, onun hem kamusal figürünü hem de kırılgan iç dünyasını anlamak isteyenler için eşsiz bir kaynaktır.
SON SÖZ:
Susan Sontag, çağının tanığı değil, çağının sorgulayıcısıydı. Bugün hâlâ okundukça sorular büyüyor; çünkü o bize cevaplardan çok düşünme biçimi bıraktı.
Susan Sontag’ın Türkçeye çevrilen eserleri
- Başkalarının Acısına Bakmak (Regarding the Pain of Others) – Can Yayınları
- Yoruma Karşı (Against Interpretation) – Can Yayınları, Agora
- Ölüm Tüneli (The Volcano Lover? ya da kurgusal eser koleksiyonu) – Can Yayınları
- İyiliksever (The Benefactor) – Can Yayınları
- Amerika’da (In America) – Can Yayınları
- Böyle Yaşıyoruz Artık (Death Kit ya da öykü derlemesi) – Can Yayınları
- Satürn Yıldızı Altında (Under Saturn’s Shadow?) – Everest Yayınları
- Bilinç Tene Kuşanınca (As Consciousness Is Harnessed to Flesh – günlükler 1964–1980) – Agora / Everest Yayınları
- Metafor Olarak Hastalık – AIDS ve Metaforları (Illness as Metaphor) – Can / Bilim & Sanat
Türkçe biyografiler & çalışmalar - Susan Sontag Entelektüel Bir Roman – Daniel Schreiber, Çev.: Gözde Serteser – Everest Yayınları, 2018. Sontag’ın sanat, tiyatro ve aktivizm boyutlarını detaylı ele alır.
- Daima Susan: Bir Susan Sontag Biyografisi – Sigrid Nunez, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu – Kafka Yayınevi, 2021. 88 sayfalık kişisel portre; kısa ama etkili bir çalışma.
Meraklılar için İngilizce kaynak - Sontag: Her Life and Work – Benjamin Moser’ın kapsamlı biyografisi. Pulitzer ödüllü bu çalışma henüz Türkçeye çevrilmemiş