FÜSUN ESEN GÜNAYDIN
Zamanı yöneten dünyayı yönetir.
Aslolan kadrandır.
Akrep ve yelkovan hikayedir.
HAKAN AKDOĞAN
“Zamanı yöneten dünyayı yönetir.”
Zaman insanlığın üzerinde gerçek hakimiyeti sorgusuz sualsiz kurabilen en eski güçtür. Görünmez, geri alınamaz hatta üzerinde tartışılamaz bile.
Her ne kadar tarih boyunca devletlerin takvimleri, imparatorlukların saat kuleleri olsa da hiçbirisi zamana hükmetme becerisine sahip olamadı. Fakat buna rağmen sürekli bir akış halindeki zamanı yönetebilen, bölümlere ayırabilen, yaşam hızını kendi iç ritmine göre düzenleyebilen, en azından kendi evreninde dünyayı yönetme kudretine sahip olur.
Modern toplumlarda zaman yalnızca ölçülen bir nicelik değil; bireysel davranışları düzenleyen, toplumsal yapıları biçimlendiren, iktidar ilişkilerini kuran bir düzenek hâline gelmiştir.
Kapitalizm zamanın, yaşamın varoluşsal gerçeklikleri, sosyalliği ve evreni kavrayışımızı şekillendirmesinden yararlanarak onu günlük hayatımıza belli bir formasyonda yerleştirir. Zamanı sahiplenmek tanımı, bir erk sahibi olarak dakikalara hükmetmek değil, geçip giden dakikaların yaşamı ve bireyi ezmesine izin vermemektir.
ZAMANA SAHİP OLMAK EN TEMEL İKTİDAR BİÇİMİ
“Zamana sahip olan dünyayı yönetir” ifadesi, zamanın yalnızca fiziksel bir kategori değil, aynı zamanda bir iktidar alanı olduğunun da altını çizer. Michel Foucault’nun disiplin toplumlarına ilişkin analizleri, zamanın yaşamları biçimlendirmedeki rolünü açıkça gösterir: İşçiler vardiya saatleri içinde üretken, öğrenciler belli zaman aralıklarında itaatkâr, yurttaşlar ise kamusal yaşamın saatlerine göre davranışlarını düzenler, düzenlemek zorundadır.
Bu yaklaşım, zamanın yalnızca pasif bir arka plan olmadığını; iktidarın mikro-pratikleri içinde aktif olarak üretildiğini gösterir. Dolayısıyla zamanı “sahiplenmek”, bir takvime hâkim olmak kadar basit değildir; toplumsal ritimleri belirleme ve davranışı yönlendirme gücüne işaret eder.
Burada Max Weber’in sosyolojik düşüncesindeki iki rasyonellik tipi arasındaki ayrıma değinmek istiyorum.
- Siyasi muhalefet, eylemlerini salt bir maliyet–fayda analizine dayandıran araçsal rasyonaliteye (Zweckrationalität) hapsederse, baskıcı rejimlere karşı muhalefet etmenin yüksek maliyetleri karşısında eylemsizlik “rasyonel” bir sonuca dönüşür. Böylece zaman “rasyonelleşmiş modernliğin” yani iktidarın en görünmez fakat en etkili aracı haline gelir.
- Weber’in tanımladığı ikinci kavram değer rasyonalitesi (Wertrationalität), ise siyasi mücadeleyi “milli onur ve haysiyet” gibi taviz verilemez değerlere dayandırır. Bu durumda yüksek maliyetler anlamsızlaşır ve fedakârlık rasyonel bir zemine taşınır.
E.P. Thompson’ın klasik çalışması “Time, Work-Discipline, and Industrial Capitalism” de İngiltere’de sanayileşme sürecinde çalışma disiplininin ve «iş-zamanı» anlayışının dönüşümü, toplumsal davranışların kronometrik olarak biçimlenmesine nasıl etkili olduğunu anlatır.
Thompson, saat ve fabrika zamanının işçi gündeliklerini nasıl yeniden yapılandırdığını belgeleyerek, zamana ilişkin, insan yaşamını «sahiplenme»nin ekonomik ve toplumsal boyutunu ortaya koyar.
“BÜTÜN YOLLAR KADRANA ÇIKAR”: TOPLUMSAL YAŞAMIN KRONOMETRİK MANTIĞI
Modern dünyada nereden bakılırsa bakılsın, saat olmadan bir yaşam sürdürmek imkansızdır. Randevular saatle verilir, işler süreyle yapılır, hiçbir şekilde kendisine söz geçirilemeyen aşk bile “vaktimiz yok” cümlesini ciddiye almak zorunda kalır. İnsanın hep peşinde koştuğu kadim duygu mutluluk için kullanılan ifade “tam zamanında “ iken, mutsuzluk, “çok geç” sözleriyle ifade edilir.
Biraz düşününce insan, içinden geçip gittiği, tüketip bitirdiği sandığı yolların tek bir kadran etrafında döndüğünü fark eder. Bu farkındalıkla birlikte hayatın tam merkezine bireyin öznel ritmi yerleşir. Kadran üzerinde herkes farklı hızlarda yürüse de kaçınılmaz bir şekilde herkes aynı merkeze, “kendi varoluşsal merkezi”ne bağlıdır.
Kadran metaforu, modern toplumun her düzeyde zamana endeksli bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Zaman, artık doğal ritimlerden (mevsimler, gün döngüsü, biyolojik ihtiyaçlar) koparak tamamen yapay, mekanik bir ölçüm sistemine dönüşmüştür.
Hartmut Rosa’nın hızlanma analizine göre modern insan, tüm kararlarını kadranın soyut talimatlarına göre verir. Çalışma saatleri, ulaşım planlaması, iletişim süreleri, dijital çağın “anlık” tepkiler dayatması…
Böylece kadran, bireylerin yaşamlarında en önemli merkez hâline gelir. Bütün yolların kadrana çıkması, zamanın yaşamı biçimlendiren bir altyapı hâline geldiğini; gündelik pratiklerin, ilişkilerin ve duygusal deneyimlerin kronometrik bir mantığa göre organize edildiğini gösterir. Bu durum bir “zaman rejimi” yaratır.
Rosa içinde bulunduğumuz modern toplumu hızlanma toplumu olarak tanımlar. Hızlanma toplumunda temel amaç daha fazlasını daha hızlı yapmaktır. Hız, başarı ve verim kriteri olarak tanımlanır. Sürekli hızlanan temponun bireylere çıkardığı fatura ise yabancılaşma ve anlamsızlık hissidir.
Rosa’ya göre bu durum ekonomik ve teknolojik sorun olmanın ötesinde varoluşsal, duygusal ve zihinsel bir sorun ortaya çıkarır. Bu aşamada Rosa zamanın tüketilecek bir kaynak olarak değil, deneyimlenecek bir alan olarak tanımlanmasını önerir. Böylece acelecilik yerine ritim, tekrar ve bekleme gibi kavramlar önem kazanmalıdır. Yavaşlık sadece temponun düşmesi gibi düşünülmemeli, anlamlı bir bağ kurmanın ön koşulu olarak ele alınmalıdır.
“AKREP VE YELKOVAN HİKÂYEDİR”: SAATİN KURGUSAL NİTELİĞİ
Zamanın gerçek doğası, akrep ve yelkovanın gösterdiği çizgisel ilerleyiş değildir. Zaman, insan zihninin birdenbire kavrayıp, taşıyamayacağı kadar akışkan, parçalı, döngüsel özelliğe sahiptir. Akrep ve yelkovan bu kaotik düzlemi sistemli ve kullanışlı bir hale getirir. Fakat varoluş, asla akrep ve yelkovanın ritmine uymaz. Acı, bir dakikada bir ömür yaşatır. Hoş bir zaman dilimi, saatlerce sürer ama “çabucak geçti” diye anılır. Hasret, aynı anda hem dün hem bugün hem yarına yayılabilir. Mutluluk, hiçbir süre birimi ile ölçülemeyen anlık bir oluşumdur.
“Akrep ve yelkovan hikâyedir” ifadesi, zamanın algısal ve fenomenolojik boyutuna dair önemli bir eleştiriyi içerir. Saatin iki ibresi, zamanın doğrusal ilerleyişinin nesnel bir temsilcisi gibi görünse de aslında kurgusal bir düzenlemedir. Bergson’un zaman anlayışı göz önüne alındığında, insan deneyimindeki zaman sürekli akış halindedir; geçmiş ve şimdi birbirine içkindir, gelecek ise daima bir beklenti ufkudur.
Saat bu akışı böler, sınıflandırır ve disipline ederek “okunabilir” bir hale dönüştürür. Akrep ve yelkovan, zamanın gerçekliğini değil, zamanın insan için düzenlenmiş versiyonunu temsil eder.
Bu nedenle saat göstergeleri, gerçek zamanı değil; toplumsal yaşamın kurduğu ortak anlatıyı gösterir.
Bu aşamada Henri Bergson’un «durée» (süre) kavramına bir göz atılması yerinde olur. Bergson saat ibrelerinin sunduğu soyut, nicel zaman anlayışını dönüştürmeye çalışır.
Bergson için düzlemsel zaman ile yaşanan zaman birbirinden farklı şeylerdir. Somut zaman; bilincimizin oluş hâllerinden birisidir ve yaratıcı bir evrimsel mekanizmadır. Canlı zaman ancak bilinçte görülebilir. Onun her anında değişme ve yenilik vardır. Sürenin ölçülüp parçalanamamasının nedeni de budur.
Bergson felsefesinde zaman ve süre ayrımı, en hassas noktalardan biridir. Zaman saatin ölçtüğü objektif bir gerçekliğe karşılık gelirken, süre öznenin yaşadığı zamandır.
Gerçek zaman; ölçülebilen, saat kadranının çevresine indirgenen, mekâna dönüştürülen zaman ile aynı şey değildir. Gerçek zaman, yaşanan zamandır. Bu yaşanan zamana Bergson “süre” demiştir.
Gerçek süre, bilincin algıladığı süredir. Şu hâlde sürenin ne olduğunu anlamak için bilinç hâllerinin akışını bilmek gerekir. Bilinç hâllerinin akışında hiç kesinti bulunmaz. Bütün değişmeler hissedilemeyecek derecede, yavaş yavaş meydana gelir.
KRONOPOLİTİK VE ZAMANIN POLİTİKASI: GÜNCEL TARTIŞMALAR
Son 20 yılda «chronopolitics/chronopolitics» (zaman-politikası) kavramı hızla yayıldı; bu alanda, zamanın nasıl siyasi bir araç, çatışma ve düzenleme nesnesi olduğunu inceleniyor. Çalışmalar, devletlerin ve kurumların zaman üzerinde egemenlik kurma stratejilerini; göç, acil durum yönetimleri, ekonomik krizler ve seçim süreçleri gibi alanlarda zamanın nasıl manipüle edildiğini analiz ediyor. Kronopolitik çalışmaları, «zamana sahip olmak» metaforunun pratik sonuçlarını güncel ve bağlamsal örneklerle somut olarak ortaya koyuyor.
ASIL ÖZGÜRLÜK KENDİ ZAMANINA SAHİP OLMAKTIR
Zamana hükmeden değil, onun akışını kendi merkezinden yöneten kişi gerçekten özgürdür.
Bir bakıma gerçek iktidar dakikaları yakalamak değil, dakikalara kendi hızını kabul ettirebilmektir. Dünyayı yönetmek, kalabalıkları yönetmekten değil; kendi kadranını okuma, kendi ritmini kurma, kendi zamanının efendisi olma yetisinden doğar. Herhangi bir ritmi yönetebilmenin ün koşulu kendi ritmini yönetmektir.
Ve belki de en önemlisi: Zaman kimseye ait olmamasına rağmen onu fark edip, yön verebilen, kendi ömrünün senaryosunu zamana göre değil kendine göre yazabilir.
KENDİ KADRANINA SAHİP OLMAK
Zamanı sahiplenen birey, toplumsal ritmin pasif bir taşıyıcısı olmaktan çıkarak kendi öznel ritmini kurma cesareti gösterir. Böylece kendi varoluşunda yaşamının anlamına uygun bir zaman algısı geliştirmektir.
Bu noktada asıl iktidar, zamanı dışsal bir zorunluluk değil; içsel bir kılavuz hâline getirebilmektedir. Bütün yolların kadrana çıktığı bir dünyada, öznenin kendi “iç kadranı”nı inşa etmesi hem direniş hem de özgürlük niteliği taşır.


