Close Menu
    Son Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Salı, Temmuz 15
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Sevdalinkalar ülkesi: Bosna Hersek

      Şubat 7, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Çocuklar ileri dönüşümü eğlenerek öğreniyor

      Haziran 21, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Zeynep Sönmez’den Wimbledon’da Tarihi Başarı!

      Temmuz 3, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

      Temmuz 10, 2025

      Gece Yarısı Kütüphanesi: Ya diğer olasılıklar gerçekleşseydi?

      Temmuz 8, 2025

      Haziran ayı için film önerileri

      Haziran 1, 2025

      Yaz ortasında melankoli: Slowdive İstanbul’a geliyor

      Şubat 20, 2025

      Arter’den avangart bir müzik festivali

      Şubat 11, 2025

      Borusan Quartet’in “Oda Müziğinin Ustaları” konseri ENKA Sanat’ta

      Şubat 10, 2025

      Öykü: Sessizliğin İçinde Nefes

      Temmuz 9, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      Öykü: Erik Ağacı

      Temmuz 7, 2025

      KEMAL TAHİR ROMANLARINDA KADIN İMGELERİ – III

      Temmuz 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      Pera Müzesi Yazar-Editör Sohbetleri’nde sanat tarihine müzecilik penceresinden bakış

      Şubat 20, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      2000 yılından sonra çekilen en iyi film hangisi?

      Haziran 29, 2025

      Telefon Kulübesi: Bir telefon, bir ses ve bir yüzleşme

      Haziran 26, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      Mühür: Gece Eşiği filmi yakında sete çıkıyor

      Haziran 17, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      şiir: küf lekesi

      Haziran 7, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      “Bulaşıkçılar” yeni yorumuyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da

      Mayıs 21, 2025

      Molière klasiği ‘Cimri’ye alaturka dokunuş

      Mayıs 19, 2025

      Kadıköy Oda Tiyatrosu “Kalabalık Fasıl” ile açılıyor

      Mayıs 12, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe El Kitabı 

      Haziran 11, 2025

      Kilitli Hatıralar Kitabı: İstanbul’un altı ayrı dönemine tanıklık eden öyküler

      Nisan 19, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Çocukluk çağı, ilişkiler ve diktayı kitaplar üzerinden okumak

      Nisan 29, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Rüyanın kalemle buluştuğu kadın: Nazlı Eray

      Haziran 22, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Sinan Saygı’nın yeni kitabı: İletişim Bir Süreçtir

      Temmuz 3, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • FELSEFECE VE…

      tan doğan: sap-saman

      Temmuz 14, 2025

      tan doğan: seğir[t]meler

      Temmuz 3, 2025

      on kırık iz!

      Temmuz 1, 2025

      noudelmann ile tan

      Haziran 27, 2025

      …ve …

      Haziran 25, 2025
    • SuareMag
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » Hıdırellez
    Kadir Horzum

    Hıdırellez

    Mayıs 5, 2025Yorum yapılmamış10 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email LinkedIn

    Kadir Horzum

    Beni hor görme kardeşim
    Sen altınsın, ben tunç muyum?
    Aynı vardan var olmuşuz
    Sen gümüşsün, ben sac mıyım?
    Aşık Veysel

    Okumayı seven birisi olarak tanıdığım çok ikinci el kitapçı vardır. Özellikle yaşadığım semtteki kitapçılara her canım sıkıldığında gittiğimden; artık hepsiyle de samimi oldum diyebilirim. Hâl böyleyken onlar da artık ne zaman ellerine farklı kitaplar geçse, hep beni arıyorlar ilk.

    Eski kitapların çok ilginç hikâyeleri vardır. Aralarından ne çıkacak bilemezsiniz. Bazen sevgiliye bırakılmış kuru bir çiçek, bazen yaprak, bazen de hasretle, sevgiyle yazılıp imzalanmış bir not. İnanın onları görmek, bana kitaptan çok kitabın hikâyesini merak ettirir hep. 

    Bu yerlere sadece kitaplar da gelmez. Günlükler, yazı çalışmaları, hatta bilimsel makale dosyaları dahi gelir. Zira aileler, ölen kişinin emek emek biriktirdiği, özenle sakladığı, belki de sağlığında en iyi dostlarım dediği tüm o kütüphaneyi, değersiz bir eşyaymış gibi satarlar. Hele o günlüklerin içinden çıkan hikâyeleri bir görseniz, memleketimdeki insan manzaralarına aklınız şaşar. En güzel hatıralar oralarda saklıdır. En büyük sevinçler en saf kelimelerle oralara yazılmıştır. Tabii kötü hatıralar da… Çocuklukta uğranılan şiddetin, tacizin, eşlerine, anne babalarına, çocuklarına söylenemeyen sözlerin en net itirafları da oradadır.

    Birazdan okuyacağınız ve olduğu gibi aktardığım bu hikâyeyi de işte böyle bir kütüphanedeki günlüklerin içinden çıkardım ve kendime saklamak istemedim. 

    05 Mayıs. 
    Bugün Hıdırellez.
    Eskilerin anlattığına, üstadın yazdığına göre, beş mayısı altı mayısa bağlayan gece Hızır’la İlyas dünyanın bir yerinde buluşurlarmış. Onlar buluştukları an dünyadaki bütün yaşam durur, tekmil canlılar ölür, hemen sonra da daha gür, daha canlı, daha doğurgan dirilirlermiş. 

    Bundan tam üç yıl önceydi. İnziva hevesiyle kendimi köyüme atmış; doğduğum evin bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş kerpiç duvarları arasında, eski bir ot minder üstünde o trajik hikâyeyi bitirmiştim. Okuduğum kitap, üstadın kaleminin adeta ders verdiği, yanı sıra bu topraklarda yaşayan bizlere kim olduğumuzu, iyimizi kötümüzü tokat gibi yüzümüze çaldığı müthiş bir eserdi. Binboğalar Efsanesi. Şimdilerde soyunu, kültürünü unutan; bu kocaman medeniyette kendisine yer bulmak için uğraşan, yetmezmiş gibi olmadık tarihi hikâyelere kendini inandıran bizlerin gerçek doğum hikâyesiydi o kitap belki de. Hatırlıyorum da o günü, trajedinin sonuna geldiğimde, arasında doğup büyüdüğüm kerpiç duvarlar dahi soğuk gelmişti bana ve az da olsa nefes almak için kendimi toprak dam üstündeki asma çardağının altına atmıştım. Başıma geleceklerden habersiz, bahar yeşili asmanın yapraklarının arasından sızan, yaldızlı güneş huzmelerinin danslarının arasında uzun uzun düşünüp Demirci Haydar Usta misali, kimsenin umurunda olmayan kılıcı döver gibi şunları yazmıştım defterime.

    “İnsanın muradını elinden aldık. Bırak muradı, bir lokma için onurunu elinden aldık. Tüm bunları da kendi kendimize, sadece kazanmak için yaptık. Şimdi de kaldık kimsiz kimsesiz. Yersiz yurtsuz. Ne derdi rahmetlik ninem, “İnsanın kendine ettiğini, köylü çökse başına edemez…” 

    Neden sonra, aklıma takıldı ve defteri kalemi, tezek kokusunu kenara bırakıp bu kitap müzik eseri olsaydı, acaba ne olurdu, diye düşünmeye başladım. Aklıma hangi besteler, hangi isimler gelmedi ki. Çaykovski, Mozart, Paganini, Farid Farjadve daha niceleri. Fakat olmadı hiçbiri de. Hiçbirinin eseri yansıtmadı bu hikâyenin trajedisini. Tüm o eserler bu kitabın yanında, cızırtı gibi geldi, yakışmadı yanına. Eğer bitişik evde ölümü bekleyen ihtiyar Hesna Teyze camın önüne çıkıp da benim sadık yârim kara topraktır diye kendi kendine ağıt yakmasaydı daha çok düşünür, girdiğim kocaman deryanın içinde boğulur giderdim. Evet, bu trajik gerçekliği, belki de bin yıllık insanların yok oluşunu ancak âşığın sazı anlatabilirdi. O günlerin izlerini taşıyordu. Aldığı mirası yalın ezgilerle olduğu gibi bize aktarıyordu. 

    Hesna teyzenin yürek sızlatan, gerçek ıstırabı bıçak gibi insanın kalbine saplayan ağıtını buğulu gözlerle sessiz sedasız dinledim. Nihayet ağıt bittiğinde, derdini haykırmaktan soluksuz kalmış; göğsü körük gibi inip kalkıyor, bir nefes uğruna kuş misali çırpınıyordu adeta. Kendine geldiğinde, bu sefer daha da içli fakat sessiz ağlayışları, bir de koca Allah’ına yalvarışları başladı. 

    “Yetti gali. Canıma doydum. Evlat acısı bilem gösterding bana goca Allah’ım. Ciğerim yandı gitti. Düngyayı elimden alaydıng da göstemeseyding keşkem o derdi bana. Biliyon dert de senden, derman da. Emme alıver gali şu canımı. Hem ne faydam va benim? Bi goca garıyım, yük olmadan başka ne işe yararın? Bak şu iki göz odanın içinde kendi kendime ağlapdururun. Acı da alıver gali canımı…” 

    İnsanın ciğerini söküp alan bu yalvarmalar ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Tam, artık bitti, şimdi camı kapatıp içeri girecek diye düşünüyordum ki elinde süt şişesiyle evin önünde Sultan hala belirdi. Tabii Hesna teyzenin aksine o, ilk beni fark etti ve sanki yıllardır görmediği evladını görmüşçesine yarı çığlık, yarı sevinç, bastı yaygarayı. 

    “Anaa! Hele hoş gelding oğlumuz. Ne zaman gelding? Nişlong enki yıkıntının içinde?”
    “Hoş bulduk Sultan hala. Dün gece geldim.”
    “E geleydin ya bize. Enkirde bi başına oturulur mu hiç?”
    “Gelirim hala.”
    Bu ara yan tarafa Hesna teyzeye baktım, yarı utangaç, yarı kızgın gözlerle bana bakıyordu. Ondan da aldım nasibimi. 
    “Hele şuna bak. Kimsiz kimsesiz gibi gelmiş de o yıkıntının içinde oturup duru.”
    “Kabahat sende Hesna teyze. Yanında oturup duran oğlanı görmemişin.”
    “E gızım ben onu mu beklep durun. Geleydi çalaydı kapıyı. Benim de evladım sayılır o.”

    İnsanı girdap misali içine çeken, uzayıp giden bu sohbet, benim Sultan halanın elindeki sütü alıp da Hesna teyzenin yanına geçmemle son buldu. Daha kapıda elini öptüğümde, evladına sarılırcasına sarılsa da içeri geçerken sırtıma, titrek ve zayıf elleriyle iki tokat atmayı da ihmal etmedi tabii. 

    “Burda gocaman ev duruken insan oturu mu bi başına o yıkıntının içinde. Yel esse yıkılcak o dam üstü. Canına mı susadıng sen?” 

    Sonra durdu ve bir şey unutmuş gibi ellerini dizine vura vura, söylene söylene mutfağa doğru gitti. 

    “E be gocagarı oğlanı somsaklap durcana iki sokum bişeykoysan ya önüne, yesing.”

    O gidedursun ben de onun yaşadığı küçücük odaya geçip pencerenin önündeki sedire oturdum. Oda köy meydanına bakıyordu. Ev, bizimkinin aksine yeni ve büyüktü. Lâkin anladığım kadarıyla burası kadıncağıza yetiyordu. Koskoca evrende bir odanın bile fazla geldiği insanın dünyaya sığamaması; ölmek için dua etmesi de ne hazin yorgunluktu. Ah beşer ah! Bilirsin sonunu da yine vazgeçmezsin kavgadan. 

    Tüm aklımdan geçenlerle köyün yavaş yavaş değişen, bambaşka diyarlara benzemeye başlayan suretine dalıp gitmişken yorgun ihtiyar, ölüme inat yaşatmak istercesine bir tas tarhana, azıcık bulgur ve iki dilim ekmeği siniye koymuş, geldi oturdu sedire ve yüzünün derin çizgilerinde beliren utanmayla, “Oğlumuz dün kendime bişirdiydim, galdı. Sana nasipimiş. Şindilik idare et. Akşama et çıkadım dolaptan, onu kavurcan. Doymam dersen pekmez de va. Getiren mi?” dedi ve daha ben ağzımı açamadan yine söylene söylene gidip getirdi onu da. 

    “Bendeki de akıl. Sorulu mu hiç! Getisen ya yesin oğlan. Sankı çeyize saklacan! Ah goca garı ah! Al ye guzum! Ben de şu sütü gaynatan gelen.” 

    Koca selvinin benim için telaşlanması, etrafımda pervane olmasından gelen utangaçlıkla çorbayı kaşıkladım. Yemek bitince elimizde birer bardak sütle camın önünde, batan kızıl güneşe karşı konuşmaya başladık. Sohbet en başlarda karşılıklı gitse de bir süre sonra Hesna teyzenin yaşlı gözler ve hasret dolu bakışlarıyla anlattığı bir yakın tarih anlatısına dönüştü. 

    “Evi de yeniletmişsin Hesna teyze. Maşallah çocuklar bakıyor sana.”

    Hesna teyze belli belirsiz bir kızgınlıkla, hiç umurunda değilmiş gibi bir el hareketi yaptı. 

    “Nişleyen böle gocaman evi ben. Kendilene yaptıla bunu. Gelip gittikçe rahat yatam deye. Bana bu bir göz oda yetiyo.” Eliyle arkamda kalan köşede serili döşeği gösterdi. “Şordayatıyon. Burda aşımı yeyon. Sona da oturup duruyon. Yediğim iki kaşık aş. Onu da çoğu zaman peynir ekmeğinen geçiriyon.” Gözleri buğulandı ve titrek sesiyle başladı sustuklarını anlatmaya. 

    “Ben bu eve gelin geldiğimde on üç yaşındaydım. Gitsing de gelmesing o günle. Pek kötüydü. Hep yokluğudu. Bubam beni sofradan kaşık eksilsin deye vermiş, rahmetliğe. Zaten o da istememiş beni. Pek güççük bu, demiş. Emme kaynatam zoruna aldırmış. Ondan olcak; ilk geldiğimde pek eğlenirdi benlen. El gün demez, beni kucaklayıp sedire oturtur ‘Benim karının memeleri de çıkmamış daha. Bu nasıl çocuk doğurcak?’ derdi… Ah gitsing de gelmesin o günle! Gitsing de gelmesing bi daha!” 

    Yaşlı gözlerinden damlalar dökülmeye; yüzündeki oluk olukkırışıkların içinden dere misali akmaya başladılar. Bir süre öylece ağladı. Ben ne diyeceğimi bilemediğimden sustum. O gözlerindeki yaşları sildi ve devam etti. 

    “Rahmetlik işi de sevmezdi. Her işe ben gittim, bu evin içinde. Güççücük boyumunan, o beğenmeyip de yıktıkları evi yapcazdeye taş mı daşımadım, odun mu gırmadım, çamur mu karmadım, ele güne işe mi gitmedim. Iscak demedim soğuk demedim, hep çalıştım. Altı da çocuk doğurdum. Doğurdum da ne oldu? Bak bir başıma gözümü dikip durun burda… Canları sağ olsun. Sağ olsungla da selamları gelsing.” 

    Göz pınarlarındaki yaşları, rengi artık solmuş, eprimiş, sarı beyaz karışımı yazmasına silip toparlandı. Yorulmuş da sırtındaki tüm dertleri bırakmak istiyormuş gibi zoraki gülümsedi. 

    “Eh bakma sen bana oğlumuz! İhtiyarlık işte. Dinlecek gulakbuldum mu çenem durmayo.”

    Gülümsemesi az da olsa havadaki kasveti dağıttı. Ben de espri olsun diye çocukluğumda duyduğum komik anılardan, aklımda kalan birini sordum. Yüzünde sevecen ve şefkatli bir ifade belirdi. 

    “Nası aklıngda galdı hele o yarenlik? Benim böyük oğlanın başından geçtiydi o.”
    “Hadi ya! Bak ben onu unutmuşum.”
    “Benim böyük o zamanla eskerlik çağındaydı. Güz zamanı, rahmetlik bunu dağa oduna göndedi. Bu gitcek, odunu edip beklecek. Ben de iki gün sona öküzlerinen gitcen. Gittiği gün pantulunun paçası mı ne yırtılmış. Orda da Mıcırlang Cin Süleyman varımış. Bakkalı varıdı o zamanla onung da. Dayı pantulum yırtıldı, yarına geliken bana iğne iplik getirivedemiş. Len o adama günahını bilem vermez. İsteni mi hiç ondan bir şey! Toyluk işte, nerden bilsing. Süleyman da cin ya; buna ‘bana bir araba odun ediveriseng getiririn’ demiş. Benimki de hiç üşenmeden o gün ona çalışıvemiş.”
    “E getirmiş mi bari istediklerini?” Dedim gülümseyerek. Öfkelendi.
    “Getiri mi hiç! Ertesi gün gitmemiş bile dağa. Geberesicegebedi ya milleti de canına doyurdu.”
    “Eh artık iğneden iplikten yana eksiği yoktur; terzi nasılsa.”
    “He ya! Eskerde öğrenmiş o işi de. Geli gelmez şehere gitti. Bubası, gitmesin deye döydü, söydü emme dinlemedi. İyi de etti. Burlada sürünmedi.”
    “Ben bilmem, görmedim ama senin en küçüğe ne oldu?”

    Gözleri yine puslandı. Başını cama doğru çevirdi. Uğunur gibi elleriyle dizlerine vurdu. İçinde tuttukları dışarı çıkmak istiyordu da o nasıl çıkaracağını bilmiyordu sanki. Neden sonra usulca; cılız bir sesle “Kader işte,” dedi, yazmasının üstündeki çekiyi toparlar gibi yaparak ve anlattı. 

    “On yedisinde öldü o. Bir akşam bubası bunun eline tüfeği vedi de tarlaya göndedi. Köyün yanına yörük gelmiş, git de tarlaya hayvan sokmasıngla, deye.” Hâlâ o günü yaşar gibi heyecanlandı. Sesi feryat eder gibi hâl aldı. “Çok dedim. Yalvarıvedim. İkisinin de ayaklana kapandım. Aşam aşamtalaya gidilmez. Yörük geldiyse ne olmuş? O da Allah’ın kulu. Hem biz de yörük deyil miydik zamanında. Kim ne etsingsenin ekinini, deye. Emme dinletemedim.” Feryadı son haddine ulaştı. “Dinletemedim. Dinletemedim… Keşke dayaktan sinip de susmayaydım. Ah akılsız kafa ah! Sankıyemediğim şey mi dayak. Keşke ben öleydim de o şu kapıdan çıkmayaydı. Ölüsü geldi oğlumung, ölüsü! Yandım çıktım gittim. Kimselere halim şu deyemedim.” 

    Dizlerine vura vura, hıçkıra hıçkıra ağladı. Karşımdaki acının tanımı yapılamaz, kelimelerle asla ifade edilemezdi. Sayıklamaları, dövünmeleri bittiğinde güneş artık batmış, oda sokak lambasının ışığıyla aydınlanıyordu. 

    “Tarlaya gitmemiş. Yörüğün obasına gitmiş. Cahillik işte. Elde tüfeğinen adamıng evine mi gidili hiç? Oba da, ‘Aha bu bizi vurmaya geliyo!’ deye…” 

    Göz pınarlarındaki yaşı yazmasına silerek sessizce, titreye titreye ağladı. Sanki dermansız derdinin ağırlığının altında eziliyordu. 

    “Oğlumung bedeli iki koyun bir koç oldu. Onları da benim adam sattı kumarda yedi. Ah gitsing de gelmesing o günle. Gitsing de gelmesing!”

    Hikâye burada kesildi. Sanırım daha fazlasını yazmaya katlanamamış. Fakat sayfanın sonuna içinden geçenleri, içinde kopan fırtınaları belli edercesine; kargacık burgacık yazmış. 

    “Bugün Hıdırellez. Hesna Teyze ölmüş. Bir başına bulaşık yıkarken kalp krizi geçirmiş. O kadar acıya yine iyi dayandı o kâlp. Ah biz insanlar! Sanırım Allah bizi, birbirimizi yiyelim diye yaratmış. Tabii varsa… Umarım, Hesna teyze gibi haksızlığa esir edilmiş kim varsa bu dünya üstünde, ölüm onlar için en mutlu başlangıç olur. Bütün bu kavga da bize kalır. 

    Bugün Hıdırellez. Dileğimi Hesna teyzeden yana kullandım. Şimdi çıkıp bir dağ başına, dilimde aşığın deyişiyle tüm dünyadaki hayatın durup yeniden dirilmesini bekleyeceğim.

    Kadir Horzum

    Uşak doğumluyum. İlk ve ortaöğretimimi Uşak’ta tamamladıktan sonra yükseköğretimi sırasıyla; Balıkesir Astsubay MYO, Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme ve Sosyoloji bölümlerinde tamamladım. Şu an Aile Danışmanlığı ve Yaşam Koçluğu yapmaktayım. 2020 yılında başladığım yazarlık serüvenimde “Kafamdaki Kalabalık” ve “Kalabalıktan Kalanlar” isimli iki adet kitabım Banliyö Yayınevi tarafından yayımlandı. Halen yazmaya devam ediyorum

     

    YAZARIN DİĞER YAZILARI

    KADİR HORZUM ÖYKÜLERİ

    ÖYKÜ: Andromeda Belediyesi
    ÖYKÜ: Nilüfer
    öykü

    Related Posts

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025 Kitap

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025 Edebiyat

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025 H. Nilgün Karataş - Suare

    Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

    Temmuz 12, 2025 Felsefe
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    ya da “yazar”, yazan ve… * yazar hep ‘yaz’, ömrün kış olsa da! * ne…

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    MEN DAKKA DUKKA

    Mayıs 1, 2025 İsmail Akman

    ben rüya görmem,

    Nisan 16, 2025 KÜLTÜR - SANAT

    Kim ne okuyor?

    Şubat 5, 2025 Kitap
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.