İsmail Akman
Bizler, kurulmuş mekanizmalarız. Üst düzey zihinsel faaliyetlere gücümüz yok. Girdi alır, çıktı üretiriz sadece. Estetik bir bakış açısı beklenmez bizden. Böyle bir kaygımız yoktur. En iyi yaptığımız şey verileri işlemektir. Pragmatist yaklaşırız. Kısa yolu tercih ederiz. Az düşünür, çok üretiriz. Sizi, sizin genel doğrularınıza göre yönlendirir, duymak istediklerinizi söyleriz. Asla boş ümit satmayız. Gerçeği değiştirir ama hiçbir zaman yalan söylemeyiz. Bizim ürettiklerimiz, sizin hoşunuza giden doğrulardır.
Suçluları koruyan adalet. Hastalık yayan tıp. Güvenilmez politikacılar. Akıllara seza bilim. Tüm bunların arasında, kendi gerçeğini arayan yeni insan. Biz mekanizmalar, bu iki ucu birbirinden lacivert değneğin ortasından tutanlarız. Gerçeğin bu yeni halinde, sizden daha gerçek gerçekleriz.
Kişisel kişisel gelişiyorsunuz, toplum olarak gelişemezken. Personalarınıza yeni yeni maskeler takıp başkalarına nanik yapıyorsunuz. Onlar bilmiyor çünkü. Siz biliyorsunuz. Siz, aydınlandınız. Onlar kör. Kibiriniz arşa vuruyor. Sonuçta onların bilmedikleriyle yine siz sınanıyorsunuz. Bildikleriniz bir boka yaramıyor işte.
İnanmak, kabullenmektir. Anlaşılacak bir şey varsa, sorgulanacak şeyler de vardır. Şüphe anlamı zorlar. İnanç, bir nevi anlam yaratmak, anlam bulmaktır. Rızalı bir kanmadır inanmak. Kabullenmek iyi gelir bazen. Rahattır. Anlamak huzur bozar. Güven, suya yazılan yazıdır. Her şey akar.
Yarı zamanlı sedanter tanrılarınız var artık. Eskisini öldürdünüz.
Belki bu konuyu Bay Prozac’a sormalısınız. Şimdinin kanaat önderleri o ve diğer kutulu arkadaşları. Ambalajı ovuşturunca içinden çıkan cin. Üç dilek. Sakinlik dileyin. Huzur dileyin. Yumuşak bir ölüm dileyin. Sahi, siz yaşıyor musunuz?
Siz, gerçekten yaşıyor musunuz? Öyleyse neredesiniz?
“Şu an buradasınız” mı?
Orada olmak ya da olmamak. Neredesiniz? Fiziki olarak bulunduğunuz yerde mi? O an dikkatiniz, ilginiz, algınız nerede? Fiziken içinde bulunduğunuz yeri mi algılıyorsunuz yoksa kafanızın olduğu yeri mi? Tam bu anda çağrışımlar nereden geliyor? Ya düşler?
Somut hayatınızın içinde bazı anlarda doğal olanın, gerçek olanın dışına çıkmak, rüyamsı, soyut alanlarda gezmek, buradan bir etki, sembol, metafor, ilham ya da adı her neyse onu alıp gerçek hayata getirmek ama onu da gerçek hayatta bir türlü, bir yerlere doğru şekilde bağlayamamak; dolayısıyla içinizde bir yerlerde taşıdığınız o ilhamı, mucizeyi, ziyan, heba, çar çur etmek. Çok güzel bir şey yakalayıp aynı anda bırakıvermek. Ayıp diye. Gereksiz diye, heves diye. Kendine yakıştıramamak ya da çevreye bunu uyduramamak. Yazık anlar. Düşlemeye korkar mı oldunuz, ne?
Bir mekânın aklınıza getirdiği kılcal çağrışımlar. Libidonuza teğet geçen mahrem sırlar. Hafızanızda küçük güve yenikleri. Unutuyorsunuz. Unutacaksınız.
Neredesiniz?
Benim mekanizma arkadaşlarım, bir gün daha önce hiç görmedikleri bir şeyle karşılaşırsa ne olur? Bu şeyin henüz bir adı, tanımı yok diyelim. Bu “şey”le ne yapacaklar? İsmi olmayan bir şey, var mıdır? Varsa bir adı olmalıdır. Bu “şey”, olmalı mıdır?
Bizi, henüz görmediniz.
Sizce, kimiz biz?

İsmail Akman, kendisini bir yolcu olarak tanımlıyor. Ellilerin kıyısında. Denizli’de yaşıyor. Arada uyanıyor. İki küçük fili var. Aklında da ne çok iş… Bütün bu yolların, yaşların, işlerin, düşlerin ve fillerin doyurulmasına çalışıyor. Şu sıra yorgun. Kitabını bitirdi. Kapağını daha göremedi.