İsmail Akman
Sen, içindekileri öldüre öldüre ölümsüzlük arayan caanım insan! Bugün nasılsın bakalım? Nasıl gidiyor arayış? May the force be with you. Ama önce bir kahve iç. Tüketmeye başlamadan ayılamıyorsun bile. Güzel kokuyor değil mi? Harcıyorsun, öyleyse varsın. Sen var ya, ne şanslısın… Çünkü senin her şeye hakkın var. Sen, insansın. Kutsalsın. Yücesin.
Peki, bu mutsuzluk neden?
Belki, ta en baştan tutamayacağını bildiğin bir sözle dünyaya fırlatılmış olmaktandır, kim bilir? Yaşamaya mecbur bırakıldın. Mağdursun.
Daha kolayına inanmak da mümkün. Dersin ki, bir sebebi vardır her varlığın. Koskoca sen! Elbet havalı bir hikmeti olmalı senin hayata gelişinin. İçinde yanan muazzam, müstesna bir cevher. Boşuna doğmuş olamazsın ya. O zaman boş boş da yaşamamalısın. Ah, ne kadar da idealsin.
Oysa ayartılmaya dünden meyyalsin insanoğlu. Âdem’den beri. Kutsal anlaşmayı ilk günden bozan sen değil miydin? Cennetten kovuldun. Kandırıldın, öyle mi? Hayır. Sen kanmayı seçtin.
Gerçi artık tüm bunları düşünmekten vazgeçtin. Anlam aramaktan helak oldun. Bütün bir ömür hiçliğin peşinde koştuğun yanılgısına düşüyorsun şimdi de.
Uyanık ol! İğdiş edilmiş algılarla baştan çıktığını sanıp, ucube fantezilerle tatmin olmayı uman, bedensel bir haz budalasına döndün.
Olmayanı kutsayıp, olanı yok saymak. Varoluşa saçma kılıflar geçirip, içinde zihin buharlaştırmak. Sancı sandığın şey, o girdiğin rolün, o taktığın maskenin zorlaması.
İç sıkıntına bir isim vermeyi düşünmelisin. Zira bütün günü birlikte geçiriyorsunuz ve kendisi neredeyse senin kadar büyüdü. Ayrı bir kimlik vermelisin ona.
Aynı bellekte, iki ayrı katmansınız siz. Aynı bedende iki ayrı kalp atışı. Mutluluk beklentisinin yarattığı kaygıyla ortadan ikiye bölünmüş, iki ayrı zihinsiniz. Kâh geçmiş sayıklamasındasınız, kâh gelecek telaşında. Birbirini yazan ama birbirini okumayan iki ayrı tarihsiniz.
İnadına daralan güvenli çember ve inadına o zemine basmaya çalışanlar. Denge bozuluyor ve sen düşmemek zorundasın. Kalabalığın içinde tek başına olmaktan, yalnız olmaktan mutlusun. Güya umursamıyor, ama yine de izliyorsun insanları. Hep kendinden nefret edemezsin ya… Başkalarına ihtiyacın biraz da bu yüzden mi?
Yeni bir gerçek biçemediğine göre kendine, onu kenarından köşesinden çekiştirip yamultarak absürd hallere sokmak mübah mı şimdi? Hiç hakikatle gerçek arasındaki farkı düşündüğün oluyor mu?
Yeniyetme akıl hocaların var artık. Yeniyetme inançlarıyla insanları yalnızken mutlu etme vaadinde. Kendi içine dönüp, kendinle barışıp huzuru yakalayabileceğini söylediler değil mi sana? Aferin. Ama sen zaten yalnız olduğun için mutsuz değil misin?
Sen ve senin gibiler, bu kadar tek tipe sıkıştırılmaya nasıl ikna oldunuz? Bir araya gelip topluca yalnızlaşabilmeyi nasıl becerdiniz?
Hiçbiriniz hakikat, denge, adalet istemiyorsunuz. Kendi tanrınızdan sizi kayırmasını istiyorsunuz.
Birbirine benzemeyen yaşamlara sahip olduğunuzu sanıp, yine de benzer şeyleri haykırmanız ya toplu bir histeri ya da yaşam gerçekten basit.
Belki de sen basitsindir.
Bu kadar basit.

İsmail Akman, kendisini bir yolcu olarak tanımlıyor. Ellilerin kıyısında. Denizli’de yaşıyor. Arada uyanıyor. İki küçük fili var. Aklında da ne çok iş… Bütün bu yolların, yaşların, işlerin, düşlerin ve fillerin doyurulmasına çalışıyor. Şu sıra yorgun. Kitabını bitirdi. Kapağını daha göremedi.

