Gönül Yasemin Ölmez
“Anne, saç kremi ve şampuan eksiğim var. Yarım saate gelirim demişti babam. Bir koşu gidip halledebilirim!”
Kredi kartını uzatınca, memeye ilk tutunduğu andaki hazzında avucunun içine sıkıştırıp, koşarak ortadan kayboldu. Elime tutuşturduğu kocaman iki helyumlu balonla AVM’nin önündeki kalabalığın tam ortasında kalakaldım. Yarın doğum günü. Telaşımız büyük. Daha pasta siparişi verilecek, mumlar, süslemeler…
“Hava yirmi iki derece, o gün havuz partisi olsun” diyor. Olmadı, bir B planı cepte hazır zaten. Hediyesini aylar önce seçenekli olarak sunduğundan, düşünme zahmetinden de kurtarmış oldu bizleri.
Yirmi bir gün öncesi de büyüğümün doğum günüydü. O, en yakın iki arkadaşını çağırıp, evde kutlamayı tercih etti.
Annemin, “Büyükler ahmak, küçükler çakmak olur” tanımlamasının arada kalmış bir çocukluğun isyanı olduğuna bugün emin olsam da, babamın “Evin küçüğü olacağına dağın domuzu ol” derken neden gözü gözüme değerdi hep? Bilemiyorum.
“Durma çocuğum öyle kapı eşiğinde. Ya içeri gir, ya da oyununa dön.”
Anneannemin boncuk mavisi gözlerinin içine akıttığım bir kaç damla gözyaşımda yüzmeye başladığımda, o da çocuklarını büyüteli epeyce zaman olduğundan ne yapacağını şaşırmışçasına, dünyalığını ve ahretliğini ayırdığı basma göğneğinin ön cebinden elli kuruş çıkarıp tutuşturur elime. Elli kuruş çok büyük para o zamanlar. Bir koşu bakkala gidilir. Birkaç kutu leblebi tozu, evdeki mevcut sayıya göre elma şekeri, bir kese kâğıdı renkli şekerleme, babamın köpeği Aslan’a simit.
Kolay ödenir, kolay harcanır suskunlukların bedeli.
Aslan’a, simitleri parçalara ayırıp, ama daha çok, küçük kırıntılara bölüp atardım önüne. Ne kadar oyalasam da, o da çoğu zaman daha yarısını yemeden doydum deyip kalkar giderdi. Sonra evin diğer fertleri konuyu hemen çözer “Millet evinde ekmek yaparken sen marketten simit alıp köpeğe mi veriyorsun? Çok şımarttık biz bunu çook. Evin küçüğü işte.
”Eee tabii ki, ben nereden bileyim! Onlar bilir, onlar anlatır hep beni.
Daha dün, annemizin ölüm yıldönümüydü. Whatsapp’ta görüntülü konuşuyoruz.
“Yine mi kilo verdin sen! Annem olsa çok kızardı biliyorsun,” deyişi, “Çenem aşağı doğru uzuyor,” sözümle havada kalıyor.
“Yok, öyle demek istemedim.”
“Biliyorum,” diyorum. Konuyu nereye getireceği öngörüsüyle hemen anlatıyorum ezbere masalımı.
“Doğumum aşikâr. Tam iki gün sancı çekmiş. O kadar güzelmişim ki, anacığımın kucağında yüzüme örttüğü al kreptemoru her açıp bakan, gülümseyişime hayran olup, sırf oğlan doğurup kızı da olmayanlarından isteyenler bile olmuş.
“Ama doğru kardeşim.”
Ve Gepetto ağaca can vermenin hazzıyla Pinokyo dışında daha bir sürü çocuk yapmıştı, böyle güzel yalanlar da söyleyen.
Sahi, gözümde tek bir damla gözyaşı dökmeden onu uğurlarken benim iyi bir çocuk olduğumu hissetmiş midir? Evet, ben ona yalan söyledim.
“Öl” dedim. “Ama öyle kapıyı vurup git” demedim.
Yanımdan gelip geçenler balonlara bakıp tebessüm ederken, yaşlı bir kadın omuzuma dokunup, “nice güzel yaşlarınız olsun” deyince; balonların bağlı olduğu rafyaların dolanmış olduğunu fark ettim.
“Bakan gözler güzel” deyişimi duymadı. Hiç iç çekmedim o yıllarım için. Hatasıyla sevabıyla dolu dolu yaşadığım, karanlık sokaklarda korkmadan dolaştığım, seviliyor muyum kaygısından azade, sevmenin kokusunu içime çektiğim zamanlar. Rafyaları düzeltip on üçe döndürdüm balonları. Bugün onun doğum günü.
“Amann pek zayıf kızım bu ya. Sütün hiç yaramamış. Mama ver sen buncağıza.”
Tam karşısındaki gözlüğünü burnuna düşürüp “İnek sütü olmaz, doktorlar yasakladı,” derken, diğerleri ağız birliğiyle; “Hadi canım sende, boş laflar. Hepimiz inek sütü içtik,” deyip dantellerindeki sırayı saymaya başlıyorlar geri dönerek.
Bu nerden geldi aklıma şimdi? Ben çocuğumu göğsüme bastırıp kapıdan çıkıp gittikten sonra, ardımdan saatlerce gülmüş bizimkiler. Çıtım çıkmamış da ağzımı oynatışımdan anlamışlar söylediklerimi. Ayıp dedim, ayıp. Ben öyle şeyler söylemem. “
Sosyal medyada habire döndürülen Düğün Dernek filminin oyuncusu Devrim Yakut’a döndürüvermişlerdi bir anda beni.
Kızı ve erkek arkadaşı hakkında dedikodu yapan gün arkadaşlarına; “Kız, nerden bileyim ben? Genç insanlar onlar, konuşacak şey mi bulamadınız?” deyip “Böylesi yok vallahi, ne konuşacağız ki başka?” diyen ilk konuşmacıyla birlikte odada kim varsa bir bir elden hepsini geçiriyordu Devrim Yakut.
“Senin kocan da dost tutmuş” diyorlar, onu konuşsanıza. Aksaray’da ev tutmuş, ev. Rus muymuş neymiş! Mualla’nın oğlu da uyuşturucudan içeri alınmış. Satıyor muymuş neymiş, artık günahı boynuna. Neşe hanımın kızı da sekiz sene oldu yurt dışına okumaya gideli. Nasıl okumaksa artık! Bak bak, bak. Sevimime bak sen. Yer cücesi Sevim’im benim. Kap kap kuvvet macunu taşıyormuşsun evine. Azdın mı kız? Eline bak eline. Seksiye bu. Macun yemekten. Tövbe estağfurullah. Gülme Şefike; senin de cinciden büyücüden çıkmadığını söylüyorlar. Kime büyü yaptırıyorsan artık. Unuttuğumu sanma Hayriye, bir tane çeyrek altın aldın benden, bir sene oldu geri vermeyeli. Beyimin işleri düzelsin vereceğim. Bir düzelemedi gitti beyinin işleri.
“Oh… İçim rahatladı vallahi on altı yıl sonra. Mevzu evlat olunca!”
Yanımda bitiverdiğini koluma dokunup, “Anne bir şapka da mı baksak!” deyişle fark ettim. Bir koşu karşımızdaki mağazaya geçtik. Helyumlu balonlar hala benim elimde. İçeri girdiğimde inceden müziğin söylencesine kaptırdım kendimi.
Söyle kaç bahar oldu? Penceremde gül soldu. Belki de zaman doldu. Sevdiğim dönmüyor.”
“Şapkada istediğim yok. Üstelik online alışveriş daha ucuz,” deyişiyle iniyoruz yürüyen merdivenlerden. Hızına yetişebilmem mümkün değil. Çoktan yan taraftaki mağazanın vitrininde almış soluğu.
“Buraya da mı baksak?” derken gözlerini kaçırıyor. Saati gösterirken sözle de ifade etmek durumunda kalıyorum kolumu çekiştirmesinden. “Zamanımız yok. Bir dahaki sefere.”
Tam olmamız gereken yerdeyiz ama. Trafik akışta, bir hayli de yoğun. Beklerken onun gözü telefonda. Ben vitrindeki mankenlere bakıyorum. Polo yaka tişörtün çizgileri kız çocuğunun etek uçlarında belirginleştirilmiş. Bir baba kız konsepti. Güneş vurmuş gibi babanın gözleri az kısık, biraz da yere dönük. Kız çocuğununkiler hınzırca gülümsüyor, oyunda rakibini ütüp tüm bilyeleri toplamışçasına.
Sonra bir el onları tam yakınlaştırırken birden babayı çekip alıyor vitrinin ortasından. Sonra o el, çocuk mankenin önce bir kolunu sonra diğer kolunu, sonra da bacaklarını teker teker söküp, sahnenin siyah kalın perdesi kapatıyor. Karanlığın içinde sadece sesi duyuluyor çocuğun.
“Çıkarın onu o kutunun içinden. Çıkarın. Baba, baba. Ateşin var mı? Kurtulabiliriz. Bir planım var.”
İrkilerek elimdeki çakmağa bakıyorum. Bir sigara yakmak istiyorum o an ama balonların başına bir şey gelir kaygımdan çakmağı çantaya geri koyarken;
“Yoruldun sen anne; ver biraz da ben taşıyayım.”
Ömrümün en güzel sözleri.
“Mumlarını üfleyip dileğini diledikten sonra, gökyüzüne uçurmak ister misin balonlarını?” deyişime gülüyor.
“Anne, babam geldi, koş.”
Arabanın ön kapısını açıp koltuğu yerleşiyor hızlıca.
“Bugünlük de ben oturayım babamın yanına. Hem önde olunca midem de bulanmıyor. Karşıdaki hamile kadına bak. Doğumu yakın herhalde. Yeni işledik biz bu konuyu fen dersinde. Iyy. İğrenç.”
“Emniyet kemerini takar mısın lütfen,” sözümü tekrarlıyorum.
“Kurallar, kurallar. Öff tamam. Taktım. Rahat ettin mi?”
Gözüm dikiz aynasında. Bir motor geliyor, geçip gidiyor yanımızdan. Hızla rampa aşağı iniyor, yolun nereye varacağını bilmeden. Dirseklerinden vidalı kollarını son bir güçle kaldırıp, iki eliyle el sallıyor babasına çocuk. Yaşı on üç.
Başımı arabanın camına yaslayıp yola sabitliyorum bakışlarımı. “Doğum günü için eksik kalan bir şey var mıydı?” diye dönüp duruyorum zihnimin içinde. Her şey tastamam. Yalan yok.

Gönül Yasemin Ölmez, Bodrum’da doğdu. Lise mezunu. Yirmi üç yıllık çalışma hayatında özel sektörde satış danışmanlığı ve mağaza müdürlüğü yaptı. Derin okuma ile başlayan kendini geliştirme eğitim yolculuğunu, mitoloji ve yaratıcı yazarlıkla halen devam ettiriyor. Bu süreçte iki kollektif kitapta öyküleri de yer alan Gönül Yasemin Ölmez, yazı yolculuğunu sürdüyor.