
“Gürültünün şiddetini, öncesindeki sessizlik belirler. Sessizlik ne kadar mutlaksa gök gürültüsü de o kadar sarsıcı olur.”
Alan Moore – V for Vendetta
Editörden
Merhaba sevgili okur,
SuareMag’ın Temmuz sayısı ile başladık yeni aya. Her sayı yeni bir başlangıç. Her başlangıç aynı heyecan. İlginiz, yorumlarınız ve her yeni sayıyla birlikte büyüyen bir edebiyat-sanat topluluğu oluşumuna katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederiz.
Bu ay, kulağımızı ve kalemimizi hem dış dünyanın hem de iç dünyanın seslerine çevirdik. Temamız: Sessizlik ve Gürültü.
Bazen sessizlik bir kaçış değil, bir çığlık olabilir dedik. Bazen de gürültü, sadece seslerin karmaşası değil; bir bastırmanın, bir unutmanın dışa vurumudur diye düşündük. Sessizlik, kabulleniş kadar direniş de olabilir. Gürültü ise bazen var olmak için gösterilen çaba, bazen görünmez kılınanların haykırışına dönüşebilir…
Söylenmeyenler, söylenemeyenler, söylenip duyulmayanlar… İç sesimizin haykırışları, sessiz isyanlar, usulca fısıldananlar… Hepsi bu sayımızda.
Bağırılanlar, bağırılmayanlar, haykırılıp da duyulmayanlar… Dış dünyanın kargaşası ile örtülmeye çalışılan çağrılar, sessiz çığlıklar. Hepsi bu sayımızda.
Bu sayımızda sessizliğin derinliğine birlikte iniyor, gürültünün katmanlarını birlikte soyuyoruz. Bir yandan bastırılmış sesleri duyulabilir kılmaya çalıştık, bir yandan da gürültünün içinde kaybolan anlamları aradık. Sanatta, edebiyatta, resimde, fotoğrafta, şiirde, heykelde, sokakta, evin içinde, belleğimizde ve bedenimizde…
Sizleri, bu sesli ve sessiz anlatılar arasında gezinmeye; bazen kulak kesilmeye, bazen sustuğumuz yerden ses vermeye davet ediyoruz.
Sessizliğe kulak vererek, gürültünün içindeki hakikati birlikte aramak dileğiyle…
SuareMag
SUAREMAG YAZARLARI

DİNGİN APSE
Beni susturdukları bütün güzel ihtimallerdi. Aklıma soktukları bütün güzel ihtimallerin zayıflığıydı. Zayıf olanlar ihtimaller miydi, o ihtimalleri yaşamanın ruh hali miydi; anlayamadım. Bir tıkırtıya dönüştüm giderek. Tıkırdadıkça güçlendim; güçlendikçe tıkırdadım. Zihnimdeki ses tıkırtılardan başkaydı ama tıkırtılar bir araya geldiğinde çok güçlüydü. Tıkırdadım durdum, durmadan tıkırdadım.

‘DOKTORUN KARISI’NIN FISILTISI: GÖRÜYORSAN SUSAMAZSIN
Körlüğü sessizlikle, görmeyi gürültüyle eşleştirmeyi düşünmemiştim, doktorun karısı aklıma soktu. İşitsel iki kavramı hem felsefi olarak bilgiye hem de ahlaki olarak eyleme uyarlayabilir, iki ayrı deneyim biçimi olarak ele alabilir miydim? Alırsın, diye fısıldadı doktorun karısı: Görüyorsan susamazsın!

KALABALIKTA KAYBOLAN SEZSİZLİĞİN İZİNDE VAROLUŞ
İçindeki boşluk belki de bir ülke. Hayali bir coğrafya. Gürültüyle sessizlik arasında kurulmuş bir sınır. Her temas, biraz daha ses getiriyor. Ve sen, kırılmış aynaların ortasında kendine bakarken, gerçekten kim olduğunu soruyorsun. Ama sessizlik çoğu zaman bir kaçıştır. Kendinden bile.

SUSKUN BEDENİN İSYANI
Marina, kulağına fısıldanan ‘süre doldu’ sesiyle altı saat süren bu kâbustan uyandı. Tek bir noktaya sabitlenmiş bakışlarını seyircilere döndürdü. Bir iki adım attı. Az önce hareketsiz, sessiz duran bu nesne, ete kemiğe bürünmüş, göz teması kurmuştu. Kalabalık; o elbise giyinmiş ilkel hayvan, kaçışarak dağıldı.

ON KIRIK İZ!
ya da “sessizlik ve gürültü“ üzerine birkaç söz
taş düşse, kaya yarılsa, dağ eğilse anlarız. anlamadığımız yerli-yersiz ses: gürültü!
düzensiz, uyumsuz, huzursuz şamata! ne diyeceğini şaşırmış tür biziz!
kuş sesini dinlemeye hasret kaldık, kaba-saba çirkin sesler cirit atarken.
aslan, kaplan pars ya da suaygırı, fil, deve nerde?!
çirkin sesin güzel yankısı olmaz.

KURGU SANCISI
Yeraltında bir dehlizde kaybolmuş olmanın hissi ile duvarlarda amaçsız gezinen telaşlı bir böceğin kaygısı arasında gidip geliyorum. Soğuk bir karanlığın tüm canlıları beni seyrediyorlar, kendi sıkışmışlıklarına çekiyorlar beni de. Gittikçe daha dibe, daha dibe.

KUM TEPELERİ
Rüzgârın doğalınca savurduğu parçacıklardan kendiliğinden oluşan kum tepeleri uzanıyor önümde. İleride dimdik, sapasağlam bir ağaç…
ON ÜÇ GÜN
On üç gün sonra fark edilecek.


Bİ’MOLA: BİR NOTA BİR ODA
Bu rota, Arvo Pärt ile üç nota ve Vilhelm Hammershøi ile üç oda eşliğinde bu aralığın peşine düşüyor. Çünkü bazen bir tablo sessizliği anlatmaz, sessizliğin kendisi olur; bazen bir şarkı duyulmaz, içimizden geçer; bazen bir sabah, kuşlar susunca başlar. Ve biz, o suskunlukta yankılanırız.

KÖR BAYKUŞ
Elimde olsaydı hiçbir şey yazmadım buraya. O zaman bu sayfanın bana ait, benim irademle boş bırakıldığını, içinde ne yazdığını, boşluktan başka kim bilebilirdi ki… Ve kim diyebilirdi, ona bakarken: İçimden dolmak bilmeyen, hep bir boşluğun geldiğini.

DAĞIN ÖTESİ
Kazarken hiç düşünmezdim. Düne kadar sadece kürek, toprağa batar ve çıkardı. Yine kazıyorum ama aklımdaki sorulara engel olamıyordum. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm Ba Dağı’nın dorukları beni çağırıyordu. Ya başka bir hayat varsa?

SESSİZ PELERİN
Yüksek tavanların arasında boş bir alan dikkatini çekti. Alanın etrafında tüm duvarları kaplayan büyük raflar, rafların altında çelik askılıklar onlarca kostümü taşıyordu. Tavandan aşağı sarkan avizelerden ve yerdeki büyük şamdanlardan yansıyan ışık dükkanın tarihi dokusunu derinden hissetmesine sebep oldu.

BOŞLUK
Toplumda hatta dünyada sessiz olana karşı bir güç gösteri her zaman olmuştur. Biz gürültünün içinde sessizliği görüp onunla yaşamayı öğrenmeliyiz. Gürültünün çocukları olduk. Sessizliğimizin de sesi olduğunu biliyoruz.

GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE
Artık gürültü, sadece dış dünyadan gelen bir ses fazlası değil; ruhun, zihnin, hatta toplumun karmaşasının yükselen bir yankısı. Sessizlik ise, basit bir ses yokluğu değil; insanın kendisiyle buluştuğu, derin bir farkındalık ve içsel huzurun kapısını aralayan kutsal bir durak.


EN TEHLİKELİ SES: SESSİZLİK
Ama sessizlik…
Ah, sessizlik bazen bir direniş biçimidir.
Korkuyla örülmüş gibi görünse de, içinde yılların sabrını, içe akıtılmış çığlıkların tortusunu taşır. Bir annenin gözlerindeki boşlukta, bir çocuğun soramadığı soruda, yaş almış bir bedenin kamburunda gezinir.

LÂL
Gürültünün sessizliği yine sessizliğin gürültüsüne evriliyor. Odanın içinde, hayali trenimin kompartmanında, kendi içimi deşiyor, kaçacak delik arıyorum. Bulamıyorum. Uğultu yükseliyor. Evet, doğrudur. Sartre’ın söylediği gibi, “Cehennem başkalarıdır,” dediği andayım.

JAWA 350
Ve Gepetto ağaca can vermenin hazzıyla Pinokyo dışında daha bir sürü çocuk yapmıştı, böyle güzel yalanlar da söyleyen. Sahi, gözümde tek bir damla gözyaşı dökmeden onu uğurlarken benim iyi bir çocuk olduğumu hissetmiş midir? Evet, ben ona yalan söyledim. “Öl” dedim. “Ama öyle kapıyı vurup git” demedim.

YOK OLMASI GEREKEN ŞEYLER
Gürültü her zaman kulakta başlamazdı. Bazen bir makinenin içindeki işlemci kadar sessiz, bazen bir bebeğin kalp atışı kadar tiz olurdu. Şehir uyurken de gürültüsünü sürdürür; elektronik devrelerden, ekranların içinden, dijital zihinlerden yankılanırdı. Ve sessizlik… Sessizlik artık huzur değil, korkunun saklandığı yerdi.

SÜKÛTUN İÇİNDEN GEÇEN MASAL
Madem ki “Sükût en uzun cümledir.”
O halde ”Ben, sana yirmi dokuz harfin boynunu bükerek geldim…”
yüreğin biliyor. Derler ki, “Kitaplardan, kurslardan öğrenilemeyecek tek dil, sükûtun alfabesidir. Onun için kalbinin grameri ile susman lazım…”

SESSİZ ÇINGAR
Sessizliğin ödülü, şimdilik, belki özgür kalabilmektir. Otorite karşısında hissedilen korku, zamanla suskun ve eleştiriden kaçınan bir toplum yaratır. Amaç hayatta kalmak ve normali yaşayabilmektir. Böylece içinde eşitsizliği, adaletsizliği barındıran bir düzen kurulmuş olur. Haksızlık ve zorbalık karşısında sessizlik ve dayatmacı gücün ağzında gürültü varsa bu durum hiç de alkışa değer değildir.

SİNDİRİM
Sustukça bilmiyorum sandılar. Onlar konuştu, ben sustum. Dışarıya susmak, kendi içimdekilere kızmaktandı belki. Belki de kendi içimdekilere artık güvenmemekten. Bunca laf kalabalığında insan kendini içine kilitliyor.


SALİHA DEMİR YAZDI
BİR YILDIZLA GİDERİLEN SESSİZLİK

BELGİN ULUTAY YAZDI
YİNG YANG

SİNAN CEM ÇAMÖZÜ YAZDI
BİR HAYVANA DÖNÜŞMEDEN
ÖNCEKİ SON 45 GÜN

ŞEHNAZ ORHAN YAZDI
DUVARLARIN GÜRÜLTÜSÜ

DUYGU GÖRÜCÜ YAZDI
ZİYARET

MAHİNUR ÇENETOĞLU YAZDI
KÖKLER
Acaba aşk konusunda, gürültü karşısında gürültünün kesilmesi için yalvarmak yerine, kulaklarını tıkayan insanlar gibi mi davranmak gerekir; onlar gibi dikkatimizi, savunmamızı kendimize yöneltip hedef olarak sevdiğimiz dıştaki varlığı değil, onun yüzünden acı çekme kapasitemizi yok etmeyi mi seçmemiz gerekir?
Guermantes Tarafı
MARCEL PROUST

KADİR HORZUM YAZDI
ERKEN DÖNEM CUMHURİYET YAZARLARINDA KADIN İMGELERİ – III – KEMAL TAHİR

MELİS MELEK YAZDI
COMO: BİR GÖL. ÜÇ ŞAİR.
ÜÇ FARKLI DÖNEM. ÜÇ FARKLI YAŞAM

ŞEBNEM ÖZBAY YAZDI
GİTMEK GÜZELDİR BAZEN

İSMET ÜMİT YAZDI
HAD BİLDİRİCİ

MELEK TOKSOY YAZDI
GÜRÜLTÜNÜN DEVİRDİĞİ ÇOCUK

İLK SAYFASI
Güzün ortasında, bitek çiftlik arazilerinden, sokaklarında sararıp kızaran ağaçların canlı renklerinin yansıdığı eski ve yabansı kasabalardan geçip gidiyorlardı arabalarıyla. Fazla konuşmuyorlardı. Üçü içinde en belirgin biçimde gergin olan kişi babaydı. Zaman zaman bir iki şey söyleyerek uzun süreli sessizlikleri bölüyor, gelişigüzel ve yerli yersiz birtakım şeylerden söz ediyordu; ama söylediklerine kendisi de katlanamıyormuş gibi bir izlenim uyandırıyordu. Bir keresinde, yandaki dikiz aynasında göz göze geldiği genç kıza sordu: “Evlendiğimde budalanın tekiydim –nasıl çocuk yetiştirileceğini, nasıl baba olunacağını bilmeyen, lanet olası genç bir budalaydım– bunu biliyorsun, değil mi?” Savunması yarı saldırı biçimindeydi, ama genç kız ne savunmaya ne de saldırıya hiç bir karşılık vermedi. Anne kahve içmek için bir yerde durmalarını önerdi. Güz mevsiminde, genç ve güzel kızlarıyla birlikte, böylesine güzel kırları seyrede seyrede sürdürdükleri bu yolculuğun gerçekten zevkli bir gezi olduğunu söyledi.
Yol kenarında bir yolcu lokantası görüp oraya saptılar. Genç kız çabucak arabadan inip binanın arka tarafındaki tuvaletlere doğru yürüdü. O gitmeye davranınca, anneyle babanın başları arkasından bakmak üzere hemen ona doğru çevrilmişti. Sonra baba, “Her şey yolunda,” dedi.
Anne yüksek sesle, “Acaba burada beklesek mi yoksa içeri mi girsek?” diye sordu; ama bu soruyu aslında kendine yöneltmişti. İkisi içinde, olayları çözümleyen ve elde edilecek sonuçları –nasıl davranılıp neler söyleneceğini– önceden tasarlayan oydu daha çok. Kocası da onun yönetimine bırakıyordu kendini, çünkü böylesi kolayına geliyordu. Genellikle de karısı haklı çıkıyordu zaten. Şu anda da kendini şaşkın ve yalnız duyduğu için, karısının durmadan konuşmasına –tasarlayıp hesaplamasına– sesini çıkarmıyordu. Karısının rahatlama biçimi buydu çünkü. Ona ise suskun durmak daha kolay geliyordu.
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
Joanne Greenberg
Gençken sürü hayvanı gibiydim, etrafım hep gürültü patırtıyla ve insanlarla çevriliydi, ama yine de kendimi yalnız hissederdim. Yalnızlık korkusu belirlemiştir benim karakterimi, Alma. Kabul görmeye ve sevilmeye ihtiyacım vardı.“
ISABEL ALLENDE
JAPON SEVGİLİ

Nihal Gündüz
Kuşlar / 1996
İçimde yüksek sesle konuşan tüm düşünceleri gökyüzüne saldım.
Artık benden başka kimse kalmadı…
Okuma Parçası
Aylardan Temmuz
gene erken kalkıyorum sabahları.
Gene ilk işim, penceremi açıp gökyüzüne bakmak.
Gene sessizliği yaşıyorum
-senin sessizliğini, kendi sessizliğimi-.
Bakıyorum, güneş uçsuz bucaksız karların üstünde yansıyor.
Hiçbir iz yok, hiçbir iz yok, hiçbir iz -kurtlar inmemiş
bu gece, köpekleri salmamışlar.
Sonra, birden (ne oluyorsa, yaşamımı degiştiren ne oluyorsa,
ne olduysa, hep birden oluyor) bir atlı, karlara bata çıka ilerliyor;
bana mı geliyor, benden mi uzaklaşıyor, belli değil.
Sonra öyle bir yaklaşıyor, öyle bir yaklaşıyor ki bakıyorum pupa yelken bir tekne bu.
İşte o zaman geçmişimi ve sende geçirdiğim günleri ansıyıp,
oturuyorum masamın başına
bir insanın başından geçenleri anlatmak için
başka insanlara.
O/Hakkari’de Bir Mevsim
Ferid Edge
“Yüksek sesler, kendi sınırlılıklarını gizliden gizliye biliyorlardır tabii ki: O kadar gürültü çıkarmalarının nedeni budur.”
Dokunmanın Gücü Üzerine
WILHELM SCHMID

TWINS
Jaume Plensa, İkizler I ve II , 2009
Chicago’nun Millennium Park’ında bulunan “Crown Fountain” eseriyle dünya çapında üne kavuşan Heykeltraş Jaume Plensa, Latinceden Yunancaya, İbraniceden Arapça ve Japoncaya, dünyanın tüm dillerini insan bedeninde topladığı heykelleriyle de tanınıyor. Çocukluğundan beri edebiyata düşkün olan sanatçı, bu çalışmalarında Shakespeare, Oscar Wilde, Baudelaire, Edgar Allan Poe gibi hayran olduğu şair ve yazarların cümlelerini kullanıyor.

DİYALOGLAR


THE SCREAM
‘Çığlık’
Edvard Munch (1893)
Norveçli ressam Edvard Munch’ın en ünlü eseri olan Çığlık (The Scream), insanın varoluşsal kaygısını ve içsel çığlığını simgeler. Munch, eseri yaparken yaşadığı bir panik anını anlatır. Gün batımında arkadaşlarıyla yürürken, aniden “doğanın içinden gelen, sonsuz bir çığlık” hissettiğini yazar. Gökyüzü kıpkırmızı, hava baskılayıcıdır. Bu deneyim ona göre insan ruhunun kırılganlığını, kaygıyı ve varoluşsal dehşeti yansıtır.
Eserdeki figür, cinsiyetsizdir ve evrensel bir korkuyu temsil eder: Sessiz ama derin bir içsel çığlık.
Temmuz Kitapları
- Sessiz Ev – Orhan Pamuk
- Bir Son Duygusu (The Sense of an Ending) – Julian Barnes
- Sessizliğin Dünyası (The World of Silence) – Max Picard
Temmuz Filmleri
- Sessizlik – The Silence (Tystnaden) –Ingmar Bergman
- İlkbahar, Yaz,Sonbahar,Kış ve İlkbahar (Spring, Summer, Fall, Winter… and Spring) Kim Ki-duk
Temmuz Şarkıları
- The Sound of Silence – Simon & Garfunkel
- My Name – Lhasa de Sela
- Careful With That Axe, Eugene – Pink Floyd
- Pluto – Bjork –




