Close Menu
    Son Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Salı, Temmuz 15
    X (Twitter) Instagram Facebook
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    • YAŞAM
      1. Aktüel
      2. Beslenme
      3. Felsefe
      4. Fitness
      5. İlişkiler
      6. Kişisel Bakım
      7. Kişisel Gelişim
      8. Psikoloji
      9. Sağlık
      10. Seyahat
      11. Sürdürülebilir Yaşam
      12. Teknoloji
      13. View All

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025

      ‘Boykot bir hak mı? Suç mu? ‘ sorusuna yanıt arayanlar için 10 film

      Nisan 2, 2025

      Sinema tutkunları için yepyeni bir mecra: Yeni Sinema Dergisi 

      Şubat 28, 2025

      İnovatif makarnacı Pastavilla 32. yaşını ödülle kutluyor

      Nisan 22, 2024

      Buğday Derneği ‘zehirsiz kentler’ için harekete geçti

      Aralık 23, 2021

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Institut français, Fransız yazar, felsefeci ve filolog Barbara Cassin’i ağırlıyor

      Şubat 25, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Ergen ebeveynleri için kılavuz

      Eylül 23, 2024

      Aşkın Lotus Hali… 

      Temmuz 4, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      ‘Rekabetçi Aile’yi izlerken kendimize de gülebilir miyiz?

      Ağustos 27, 2023

      Parfümde şişe tasarımı kokudan önemli olabilir mi?

      Mart 28, 2023

      Saç bakımına ilişkin merak edilen 6 soru ve 6 yanıt

      Nisan 17, 2022

      Stresten Huzura: Deneyimlenmiş bir dönüşüm süreci

      Mart 6, 2025

      Yeni Eril: Dr. Nil Keskin’den kapsamlı bir dönüşüm rehberi

      Mart 4, 2025

      Cansel Oruç’un ‘Başarmaktan Korkma’ kitabı okuyucuyla buluştu

      Aralık 26, 2024

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      Kimdir bu “Narsist Sapkınlar?”

      Mayıs 29, 2025

      Borderline: Bir Kişilik Bozukluğunun Biyografisi

      Mayıs 6, 2025

      Dementor – Ruh Emici: Narsisizmin gölgesinde bir yok oluş ya da yeniden doğuş hikâyesi

      Şubat 17, 2025

      Sade Yaşamın Gücü: Epikür ve Tao’nun izinde sadeleşmek

      Aralık 7, 2024

      ‘Hepimiz Narsistiz’ kitabının yazarı Şule Öncü: Sanıldığından yaygın!

      Mayıs 17, 2024

      “Doktordan Az Kullanılmış” bu defa bir kitap adı oldu

      Ağustos 29, 2023

      Prof. Dr. Körükoğlu’ndan sağlıklı ve genç kalmanın sırları

      Mayıs 7, 2023

      Salmonella’dan korunmak mümkün mü?

      Nisan 27, 2022

      Kadim bir kültür kenti: Denizli

      Mayıs 21, 2025

      Kayıp bir çantanın peşinde Patagonya’da edebiyat

      Şubat 20, 2025

      Sevdalinkalar ülkesi: Bosna Hersek

      Şubat 7, 2025

      ‘Baumit ile Olasılıklar’ kitabı ile geleceği yeniden düşünüyor

      Eylül 20, 2023

      Heykeltıraş Varol Topaç’ın çelik üretim atıklarından yarattığı eser Contemporary İstanbul’da

      Eylül 17, 2023

      Jeotermal enerjiyi çocuklara anlatan kitap: Damla Adamlar

      Ağustos 31, 2023

      Çocuklar ileri dönüşümü eğlenerek öğreniyor

      Haziran 21, 2023

      Kim Korkar Yapay Zekadan

      Haziran 8, 2025

      Türkiye’nin mutfak ve kültür mirasından seçkiler dijital erişime açılıyor

      Ekim 20, 2023

      Mevzular Açık Mikrofon, artık GAİN’de

      Eylül 1, 2023

      Akıllı makineler ve robotlar denilince akla gelen filmler

      Ağustos 31, 2023

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Nazlı Eray’a “Yaşayan Efsane” Onuru

      Temmuz 5, 2025

      Zeynep Sönmez’den Wimbledon’da Tarihi Başarı!

      Temmuz 3, 2025

      Yüzüncüyıl Gazeteciler Derneği’nden anlamlı seminer

      Temmuz 3, 2025
    • KÜLTÜR – SANAT
      1. Kitap
      2. Müzik
      3. Öykü
      4. Sanat
      5. Sergi
      6. Sinema
      7. Şiir
      8. Tiyatro
      9. Video
      10. View All

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Peki biz neden hala kaçmıyoruz?

      Temmuz 10, 2025

      Gece Yarısı Kütüphanesi: Ya diğer olasılıklar gerçekleşseydi?

      Temmuz 8, 2025

      Haziran ayı için film önerileri

      Haziran 1, 2025

      Yaz ortasında melankoli: Slowdive İstanbul’a geliyor

      Şubat 20, 2025

      Arter’den avangart bir müzik festivali

      Şubat 11, 2025

      Borusan Quartet’in “Oda Müziğinin Ustaları” konseri ENKA Sanat’ta

      Şubat 10, 2025

      Öykü: Sessizliğin İçinde Nefes

      Temmuz 9, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      Öykü: Erik Ağacı

      Temmuz 7, 2025

      KEMAL TAHİR ROMANLARINDA KADIN İMGELERİ – III

      Temmuz 1, 2025

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Rüyaların Ressamı: Remedios Varo’dan 6 büyülü tablo

      Haziran 10, 2025

      Balenin Rus yıldızları Bodrum’da

      Ağustos 12, 2024

      Pera Müzesi Yazar-Editör Sohbetleri’nde sanat tarihine müzecilik penceresinden bakış

      Şubat 20, 2024

      İstanbul’da devam eden 16 sergi

      Temmuz 10, 2025

      Ressam Ömer Onay’ın ‘Bilinç Akışı’ sergisi AKM’de

      Haziran 20, 2025

      ‘Mumi’lerin yaratıcısı Tove Jansson eserleriyle Aynalı Geçit’te

      Mayıs 8, 2025

      Handan Özbek’in “Çıplak Kıta” sergisi Goba Art & Design’da

      Mart 12, 2025

      2000 yılından sonra çekilen en iyi film hangisi?

      Haziran 29, 2025

      Telefon Kulübesi: Bir telefon, bir ses ve bir yüzleşme

      Haziran 26, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      Mühür: Gece Eşiği filmi yakında sete çıkıyor

      Haziran 17, 2025

      Şiir: Huy İşte

      Temmuz 7, 2025

      GÜRÜLTÜNÜN ORTASINDA SESSİZLİĞE YOLCULUK: MODERN DÜNYADA DİNGİNLİĞİN PEŞİNDE

      Temmuz 1, 2025

      Şiir: Ne Zaman

      Haziran 10, 2025

      şiir: küf lekesi

      Haziran 7, 2025

      Sinema ve tiyatronun dev buluşması: Emek ve Başarı Ödülleri

      Haziran 21, 2025

      “Bulaşıkçılar” yeni yorumuyla İstanbul, İzmir ve Ankara’da

      Mayıs 21, 2025

      Molière klasiği ‘Cimri’ye alaturka dokunuş

      Mayıs 19, 2025

      Kadıköy Oda Tiyatrosu “Kalabalık Fasıl” ile açılıyor

      Mayıs 12, 2025

      Parazit – Sınıfsal uçurumların sarsıcı anlatımı

      Haziran 30, 2025

      Garfield’in resmi posteri yayınlandı

      Aralık 19, 2023

      Napolyon bu kez Jaquin Phoenix’in yorumuyla sinemada

      Kasım 23, 2023

      Freud’s Last Session filminden fragman

      Ekim 27, 2023

      Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

      Temmuz 14, 2025

      Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

      Temmuz 12, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025
    • SD+
      1. Röportaj
      2. Haber
      3. Makale
      4. Portre
      5. Diğer
      6. View All

      DÜNYAYA BİR KRİSTALDEN BAKMAK… HER IŞILTIDA BAŞKA DÜNYALARA YOL ALMAK…

      Haziran 28, 2025

      Booky Kitabevi: Bir insan, butik bir kitabevi, kocaman bir topluluk

      Haziran 22, 2025

      Ediz Dikmelik ile Sorgulayan Çocuklar: Çocuklarla Felsefe El Kitabı 

      Haziran 11, 2025

      Kilitli Hatıralar Kitabı: İstanbul’un altı ayrı dönemine tanıklık eden öyküler

      Nisan 19, 2025

      Yeşilçam’ın köklü şirketi Erman Film’de yollar ayrıldı

      Şubat 6, 2025

      Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar: Herkes kendi hikayesine sahip çıksın!

      Kasım 16, 2024

      İstanbul’un plajlarına otobüs seferleri başladı

      Ağustos 7, 2024

      Biletinial’da ‘yorum ve reyting’ uygulaması

      Nisan 17, 2024

      Dalí’nin Tavşan Deliği: Bir romanın resme dönüşen rüyası

      Haziran 12, 2025

      Romalı tarihçilerin yazmadığı Kleopatra: Hükümdar, alim ve filozof bir kadın

      Haziran 10, 2025

      Bir antikahramanın portresi: MARLA SINGER

      Nisan 30, 2025

      Çocukluk çağı, ilişkiler ve diktayı kitaplar üzerinden okumak

      Nisan 29, 2025

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Rüyanın kalemle buluştuğu kadın: Nazlı Eray

      Haziran 22, 2025

      Gülhane Parkında sarnıç olduğunu biliyor muydunuz?

      Nisan 2, 2023

      Klasik mobilyada en çok tercih edilen ağaç türlerini biliyor musunuz?

      Nisan 1, 2023

      Mart ayında Türkiye’nin en çok konuştuğu başlıklar

      Nisan 1, 2023

      Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

      Temmuz 12, 2025

      Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

      Temmuz 12, 2025

      Susan Sontag: Estetiğin, Direnişin ve Düşüncenin İzinde

      Temmuz 11, 2025

      Sinan Saygı’nın yeni kitabı: İletişim Bir Süreçtir

      Temmuz 3, 2025
    • PODCAST

      Podcast: Hayati Tavsiyeler ‘Bahar ve Mitoloji’ ile yayında

      Mayıs 5, 2023

      Denenmiş, test edilmiş, onaylanmış: Hayati Tavsiyeler

      Mayıs 5, 2023

      Meraklı bünyeler için podcast kanalı: Suare Online

      Mayıs 1, 2023

      Akla takılan sorulara yanıt arayan podcast: Neymiş?

      Nisan 9, 2023

      Hayati Tavsiyeler: Kendine yatırım yapanlara özel podcast

      Nisan 9, 2023
    • YAZARLARIMIZ
    • FELSEFECE VE…

      tan doğan: sap-saman

      Temmuz 14, 2025

      tan doğan: seğir[t]meler

      Temmuz 3, 2025

      on kırık iz!

      Temmuz 1, 2025

      noudelmann ile tan

      Haziran 27, 2025

      …ve …

      Haziran 25, 2025
    • SuareMag
    Suare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve DahasıSuare Dergi – Film – Kitap – Sanat – Hayat ve Dahası
    Buradasınız:Anasayfa » Öykü: Erik Ağacı
    Kadir Horzum

    Öykü: Erik Ağacı

    Temmuz 7, 2025Yorum yapılmamış9 dk Okuma Süresi
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaş
    Facebook Twitter Pinterest WhatsApp Email LinkedIn

    Kadir Horzum

    Sanırsın gerçekleşen hayal

    Ya da beklenen vuslat.

    Öyle hoş geldi bahar.

    Şimdi ne ölmek zamanı 

    Ne de yaşamak…

    Şimdi sevmek zamanı. 

    Efendim, ben bir erik ağacıyım. Yalnız, rengarenk çiçeklerime bakıp da genç olduğum yanılgısına düşmeyin sakın. Kabuğumun ve dallarımın kalınlığına dikkat ederseniz eğer, yaşımı tahmin edebilirsiniz. Tabii ki ben de söyleyebilirim lâkin, sizin zaman hesabınızı hiç öğrenemedim. Zaman bana göre sizinkinden çok daha yavaş ilerliyor zira. Sizin için hızla akan ve kazanç elde etmediğinizde pişman olduğunuz bir kavram iken benim için ağır aksak ilerleyen, kazancı tüm canlılara fayda olan bir kavram. Bundan dolayı sizi suçladığımı sanmayın. Sadece anlayamıyorum, neden bitmeyen hırsınızla fayda ve rahatlık peşinde koştuğunuzu. Bu kadar hız ve hırs yüzünden çoğunuz, gerçekten hayattan ne istediğini ne vereceğini bilemeden hem ömrünü hem de evreni tüketerek dönüyor Yaratan’a. Merak ediyorum da önünde diz çöküp yalvardığınız, rızası olsun diye, kendinizi aç dahi bıraktığınız Yaratan sormaz mı, ne verdin yarattıklarıma diye… Eminim ki bazılarınız içinden “Verdiği üç, beş ekşi erik ama bize ne faydanız var,” diye soruyordur. Doğrudur verdiğim üç, beş ekşi erik, -ki onu da çoğu zaman sizin yüzünüzden veremiyorum- lâkin aramızdaki fark şu ki: Ben ne olduğumu ne verebileceğimi, nasıl yaşamam gerektiğini biliyorum ve bununla da mutlu olmayı öğrendim. Kolay olmadı bu tabii. Zira sizin sayenizde kocaman ömrümü, kendime kızarak geçirdim. Nasıl kızmayacaktım ki?.. Daha bahçenizde ufacık filizken başladınız, benim hakkımda konuşmaya. Sürekli yanımda, “Mucize bu” diyordunuz ve ne olduğumu, ileride ne verebileceğimi dahi bilmeden, üzerime hayaller kuruyordunuz. Sadece beslediğiniz için en doğal hakkınız olduğunu düşündüğünüz bu hayallerin gerçekleşmesini de sabırsızlıkla bekliyordunuz. Ben de o küçücük aklımla, çok önemli olduğumu, herkesin beni çok sevdiğini düşünerek; bir an önce büyümek istiyordum. Olmayınca da kızıyordum kendime. Çocukluk işte!.. Çok sonra, beni aşıladığınız gün anladım, sizin sevdiğiniz şeyin ben değil de beklentileriniz olduğunu… 

    Fidan olduğumda yeteneklerimin farkına vardığınız anı hatırlıyorum da yüzünüzdeki o ekşi sevinç, beni gerçekten kendimden utandırmıştı. Üstüne üstlük, bu da yetmezmiş gibi büyüyene kadar yanımda, “Merak etmeyin, biraz daha büyüyünce aşılarsınız, eğer büker, mutlaka düzeltirsiniz” gibi konuşmalar yaparak; kendimden iyice soğuttunuz beni. Oysa ben büyüyüp de meyvelerimi size sunmayı sabırsızlıkla bekliyordum. Şimdilerde hiç göremediğim, beni ben olduğum için seven iki yaşlı çift dışında kimse görmedi, kimse anlamadı bu halimi. Ah o yaşlı çiftler!.. Benimle konuşurlar, okşarlar, yanımda çocuklaşırlar, bağırlarına basarlar ve özenle beslerlerdi. Biliyor musunuz, saf sevgi tüm canlıların ihtiyacı. Gerçi, bendeki de laf şimdi! Tabii ki biliyorsunuz. Siz akıllı varlıklarsınız. Hatta öyle akıllısınız ki sevgiyi dahi işinize gelene; hak ettiğini düşündüğünüze gösteriyorsunuz. Sevgi dahi silaha dönüşüyor elinizde. Sizin motivasyonunuz hırs. Ondan besleniyorsunuz. Yaşamınızın kısa olmasının ağırlığını kaldıramıyorsunuz kanımca. 

    Sizin şiir dediğiniz, benim ise gerçek dediğim bir yazı okumuştu, yıllar önce ihtiyarlardan biri. Şöyle diyordu: 

    “Ne kadar yaşarsan yaşa,

    Sevdiğin kadardır ömrün... 

    Gülebildiğin kadar mutlusun

    Sevdiğin kadar sevileceksin.”

    Sanırım bu kişi bu dünyadan değilmiş. Benim karşılaştıklarımın çoğu, herkes istediği gibi olsun, istediği gibi davransın istiyordu. 

    Fidanlıktan ilk erişkinliğime geçip de körpe köklerim ve dallarımla ilk meyvelerimi verdiğim yılın sonbaharında, mutlu olmak yerine beni elmaya dönüştürmek için aşıladığınız gün çok ağlamış, sizlere çok yalvarmıştım. “N’olur yapmayın! Ben böyle mutluyum; benim yeteneklerimi kabullenin. Yardım etmeseniz de engel olmayın! Kendi kendime de olsa öğreneyim onları geliştirmeyi. Bırakın da verebildiğim kadar ekşi erikler vereyim! Bırakın da korumanıza mahkûm olduğum dönemden çıktığımda, daha sağlam sarılayım bu dünyaya. Hep siz olmayacaksınız yanımda. Sizler gibi eğreti durup da ilk rüzgârda yıkılacak kadar zayıf köklerim olmasın.” diye. Tabii, dinlemediniz ve aşıladınız beni. O yıl siz mutlu mesut, vereceğim elmaları beklerken ben, ne çok çatıştım kendimle; sırf sizin takdirinizi, sevginizi kazanabilmek adına. Tüm o yıkılan emellerime rağmen yine de bana, sizi mutlu etmek yegâne amacım olmalıymış gibi geliyordu. Koca yıl yedim bitirdim kendimi “Olmalı, yapacaksın! Sen, seni yetiştiren, büyüten insanların lâfını dinlemelisin! Vardır bir bildikleri. Yoksa göz göre göre üzerler mi seni? Büyüyünce teşekkür edersin; kendin için tüm bunlar. Sonunda sadece onların değil, herkesin takdirini kazanacaksın. Mutluluk da bu değil mi?..” Anlayacağınız çok çabaladım, çok uğraştım; başka bir bitki olmaya da sizin istediğiniz gibi yaşamaya da lâkin olmadı… Veremedim, o istediğiniz sulu, lezzetli elmaları, senenin sonunda… O yaz yüzünüze bakamadım utançtan. Sizler ise bu halimi hiç görmediniz ve beni teselli etmek yerine, hiç çekinmeden yanımda “Olsun, daha genç! Seneye bir daha denersiniz! Komşunun ağacı da böyle oldu, ilk senesinde tutmadı. Ama bu sefer falanca aşıcıyı getirin! Biraz pahalı fakat daha yetenekli. Her aşıladığı ağaç tutuyor. Hem öyle verimli oluyor ki, en birinci o oluyor. Ellerinde sihirli değnek var sanki. Sizinkini de onlar gibi yapar. Bir de sizin de emek vermeniz lâzım. Öyle, ‘Aşılattım bitti!’ ile olmuyor. İlgilenin onunla. Kışın, sarın sarmalayın, en iyi gübreleri verin. Yalnız unutmayın, onun da içinde olmalı. İçinde yoksa hiçbir şey olmaz.” 
    Merakla bekledim o aşıcıyı, o sonbahar. Gerçekten de işinin erbabıydı. Çok uğraştı benimle; iyi bir elma olayım diye. Ben de bu emeğe karşılık vermek; hiçbir şey değil de bir şey olmak için yine çok çabaladım fakat yine olmadı. O bahar da veremedim elma… Aşıcı inanamadı bu duruma. Düşündü, düşündü, sonunda da dedi ki: “Bunca emeğe de olmadıysa eğer, siz bunu ziraat mühendisine gösterin. O bir baksın. Hastalık falan vardır belki!” 

    Ziraat mühendisi kısa bir muayeneden sonra “Hiçbir sıkıntısı yok bunun! Elma tutmadıysa zorlamayın! Başka şey deneyin! Her ağaç elma verecek değil ya!” deyince, siz yine o ekşi sevinçle kucakladınız beni. Olsun, dediniz. Olsun, elma olamıyorsa, armut olsun. Şöyle en iyisinden şeker armudu. Erik olmasın da ne olursa olsun!.. Ah be! Bu kadar mı sevmiyordunuz beni?.. O sene de çok çabaladım. Sonuçta sizi daha fazla hayal kırıklığına uğratamazdım. Kaç yıldır, en iyi gübreleri veriyor, okunmuş sular getiriyor, mühendislere, aşıcılara ne paralar döküyordunuz. Hem benim de artık son şansımdı. Çünkü büyüyordum; daha zor tutardı aşı… O sene ilk iki yıldan daha zor geçti. Artık beklentinizi düşürdüğünüz için benimle daha az ilgileniyor, daha az uğraşıyordunuz. Belki de beni kendi halime bıraktığınızı düşünüyordunuz. Bilmiyordunuz, ne kadar yalnız, yetersiz hissettiğimi. Anlamıyordunuz, o kadar emeğe rağmen, meyve verememenin utancıyla yeniden koca yazı utanarak geçirmenin ve ardından gelecek olan o korkunç kışın korkusuyla bir şey olmaya çalışmanın zorluğunu… Her şeyin en iyisini biliyordunuz da bunlara gelince cahil oluyordunuz… 

    Baharın ilk aylarında küçük bir filiz verince bu sefer sizler gibi ben de başaracağıma inandım. Ta ki mart ayının sonunda,nereden geldiğini anlayamadığımız bir hastalık beni vurana kadar. Burada hakkınızı yiyemem. O yaşıma kadar hiç görmediğim sevgiyi gördüm sizden. İnanın o sevgi yüzünden hiç iyileşmek dahi istemedim. Bir de iyileşsem ne olacaktı? Bu kadar emeği, zamanı çöpe atmış; hiç olmuştum… Siz de böyle düşünmüş olmalısınız ki iyileştikten sonra bu sefer ekşi bir kabullenişle, “N’apalım, ne yapsak olmadı. Mecbur kabulleneceğiz. Ekşi erik olması, ölmesinden iyidir.” dediniz ve düştünüz yakamdan. Umutla da beklediniz, ekşi eriklerimi. Bense çok yara almıştım. Beni hayatta tutan köklerim dahi çok zayıftı. Değil meyve vermek, ancak yaşamaya yetecek kadar gücüm vardı. Bu halim, sizin hesabınıza göre tam on yıl sürdü. Ah keşke o on yılı yaşayacağıma ölseydim! Sürekli benden şikâyet ettiniz, sürekli eleştirdiniz. “El alem ağaçlarına ne sune gübre veriyor. Hepsi de maşallah kilo kilo meyve veriyor. Biz, bizimkine neler neler yaptık da olmadı. Tutturdu erik olacağım da erik olacağım, diye. Onu bile beceremedi. Şimdi biz su vermesek ölür gider.” deyip durdunuz. Yetmedi,bahçedeki başka ağaçlara tembihlediniz: “Bakın, söz dinlemeyenin hali budur. Siz de onun gibi olmayın!” diye. Sanki erik olmayı ben seçmişim gibiydi, konuşmalarınız. Canlıların doğasını kendinin seçtiğine inanıyorsanız eğer, yaratıcıya ne diye ihtiyaç duyuyorsunuz? Başarısızlıkanlarında sığınacak kapı olsun diye mi, yoksa kendinizi inanılmayacak kadar aciz ve kötü hissettiğiniz için mi?

    Utancıma utanç katılan, üstüne üstlük eksikliğin, işe yaramazlığın yüküyle, asalak gibi yaşadığım bu dönemden çıkmam hiç kolay olmadı. Gerçi hâlâ daha iyileşmeyen yaralarını taşırım benliğimde ve ne yapsam olmaz, verdiğim erikleri beğenmem. Bazı şeyler zamanında olmalı. Sizin kendi doğrularınız uğruna bozuk para gibi harcadığınız zamanlarda. Bunu sakın “Bildiğimiz o kadardı.” gibi bir cümleyle geçiştirmeye kalkmayın, inanmam. Çünkü sizlerin işine geleni merak ettiğini; doğruyu asla merak etmediğini anladım, bunca yılın sonunda hayatıma giren o genç kadın sayesinde. Ah ne güzel ruhu vardı onun! Bakışlarında, dokunuşlarında, söylediği şefkatli sözlerde sevginin gücünü hissediyordum.Adeta beni yeniden hayata bağlıyordu. Ben de bu sevgiyi almaya hiç lâyık olmadığımı, hiç meyve veremediğimi düşüne düşüne hem kendime hem de o kadına hayatı zindan ediyordum. N’apabilirdim ki?.. Tüm hayatım, birilerinin gölgesinde, eksik olduğum inancıyla geçmişti. Şimdi ise o gölgeler yok olmuş, beni sevgi dolu bir kadınla baş başabırakmışlardı. Hiç bilmediğim bir dildi. Benim alıştığım dil, istediklerim için insanlardan onay almaktı. Oysa o benim duruşumdan, rengimden veyahut da çıkardığım seslerden anlıyordu ihtiyaçlarımı ve diyordu ki, “Senin ihtiyacın olan şey daha fazla sevilmek.” 
    Sevdi de… Her gün hiç aksatmadan suladı, dallarımı okşadı, gerektiğinde alın terini döke döke toprağımı çapaladı ve benden sadece yaşamamı bekledi. Yaşatmak yetiyordu ona. Onun sabrı ve inancı olmasaydı eğer, bugün böyle rengarenk olamazdım. Onun sayesinde daha sıkı tutundum dünyaya. Yıllar sonra ilk eriklerimi verdiğim günkümutluluğumuzu görmeliydiniz. Dünyanın en kıymetli, en güzel erikleri onlarmış gibiydik. Halbuki verebildiğim cılız,lezzetsiz, üç beş erikti o kadar. Ah be, mutluluk bu kadar kolay mıydı?.. Hayat nasıl bu kadar yaşanılası olabiliyordu?.. Her günüm her anım, kendime inanmamama rağmen daha iyi erikler yetiştirmek için sevgiyle çalışarak geçiyordu. Sanırım kadınlığı bu kadar eksik görmenizin, onu sürekli bastırmaya çalışmanızın sebebi de sevgiye olan inançsızlığınız. Siz gerçekten yaşamayı seviyor musunuz?.. 

    Sonraları tüm çabama rağmen, istediğim erikleri veremeyince o dönemler de bitti ve ben yine eski, renksiz, umutsuz halime dönerek, o güzelim sevgiye hiç karşılık veremedim. Beni her teselli etmeye kalktığında, yeni bir şeyler denemeye çalıştığında yılgın bir sinirle “Olmuyor işte! Zorlayıp durma beni! Ben de bu kadarım. Hem bunu bile bile sevdin beni. Şimdi ne oluyor da değiştirmeye çalışıyorsun? Annemmişsin gibi davranmaktan vazgeç!” gibi laflar söyleyerek tersledim onu. Sonunda o da dayanamadı, bıraktı beni. Bunu herkes gibi gürültü patırtıyla da yapmadı. Hüzünlü bakışlarla okşaya okşaya “Yolumuz ayrılmak zorunda artık. Her şeye rağmen benim gözümde iyi bir erik ağacı olarak kalacaksın. Üzüldüğüm tek şey, sana daha fazla emek verecek gücümün kalmaması. Ama eminim sen yavaş da olsa istediğin noktaya geleceksin. Sadece kendine inanmaktan vazgeçme ve senin parçan olan şu küçük fidana sahip çık. Onu sev!” diyerek yaptı. Daha gittiği gün gövdemde çatlaklar oluştu. Dallarıma karlar düştü. Sanki benim için dünyanın sonu gelmişti. Hiç amacım kalmamıştı. Sevmenin, sevilmenin tadını almış ama ona da layık olamamıştım. Yine hüsrana uğratmıştım bana inanları.
    Bu halim ne kadar sürdü, günde kaç bar karbondioksit soluyup oksijen verdim, hatırlamıyorum. Tek yaptığım şey buydu. Yazık, yanımda büyüyen fidanım da bunu normal olarak gördü sanırım ki hırsla karbondioksit soluduğum bir gün “Büyüdüğümde ben de senin gibi bol bol karbondioksit soluyacağım.” dedi. Hayatımdaki tüm utançlarım bir kenara, bu laf beni yerin dibine soktu. Günlerce düşündüm. Daha çok karbondioksit soludum. Kendimden biliyordum, o masum beni karşılıksız seviyordu. Onun da sevgisiz büyüyüp benim gibi olmasına müsaade edemezdim. Olamazdı… Sevgisinin karşılığını mutlaka vermeli, ona güvendiğimi belli etmeliydim. Bir de ona güzel örnek olmalıydım… İşte o fidan dünyaya umutla baksın diye açtım, tüm bu rengarenk çiçeklerimi. Yalnız sanırım tüm enerjimi tüketmiş olmalıyım; artık çok zayıf hissediyorum. Bir daha açar mıyım, bilmiyorum. Hatta ne kadar yaşarım onu da bilmiyorum lâkin mutluyum. Fidanımın gözündeki o mutluluğu, umut ışığını gördüm ya, yeter bana. Umarım, caninin biri gelip, onu da elma, armut yapmaya kalkmaz… 

    Kadir Horzum

    Uşak doğumluyum. İlk ve ortaöğretimimi Uşak’ta tamamladıktan sonra yükseköğretimi sırasıyla; Balıkesir Astsubay MYO, Anadolu Üniversitesi AÖF İşletme ve Sosyoloji bölümlerinde tamamladım. Şu an Aile Danışmanlığı ve Yaşam Koçluğu yapmaktayım. 2020 yılında başladığım yazarlık serüvenimde “Kafamdaki Kalabalık” ve “Kalabalıktan Kalanlar” isimli iki adet kitabım Banliyö Yayınevi tarafından yayımlandı. Halen yazmaya devam ediyorum

     

    YAZARIN DİĞER YAZILARI

    Related Posts

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025 Edebiyat

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025 H. Nilgün Karataş - Suare

    Ulus Baker: Kısacık hayatına çağları sığdıran ‘birisi’

    Temmuz 12, 2025 Felsefe
    Yorum Yap
    Yorum yazın Cancel Reply

    Yeni Eklenenler

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025 FELSEFECE VE...

    ya da “yazar”, yazan ve… * yazar hep ‘yaz’, ömrün kış olsa da! * ne…

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025

    Pablo Neruda: Aşkın, kavganın ve sessiz coğrafyaların şairi

    Temmuz 12, 2025
    Sosyal Medya'da Biz
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    • YouTube
    Bu Haberleri Kaçırmayın

    SAW X – Testere 10 filmi üzerinden adalet sorgusu!

    Ocak 22, 2024 Alperhan Benlioğlu

    Kar Fırtınası: İki ayrı hikayenin 20 yıl arayla bir romanda buluşması

    Haziran 8, 2024 Kitap

    Ayın kitapları: Temmuz’da ne okuyalım?

    Temmuz 1, 2025 SUAREMAG
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Film, kitap, sanat, hayat ve daha fazlası için haber, röportaj, makale, podcast, güncel bilgiler içeren e-dergi.

    Email : editor@suaredergi.com.tr

    Künye

    Son Eklenen Yazılar

    tan doğan: sap-saman

    Temmuz 14, 2025

    Kızıl Kısrak: Ursula K. Le Guin’den üç öykü

    Temmuz 14, 2025

    Sahilde Kafka: Kader, kimlik ve bireysel yolculuğumuz

    Temmuz 12, 2025
    X (Twitter) Instagram Facebook
    © 2025 Tüm Hakları Saklıdır. Do Medya & Ekipbizz İçerik İşbirliğiyle hazırlanmaktadır.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.