Fatma Maksude Kılınç
Merhaba Alev, o geceden beri yazmak istedim sana. Beni merak ettin mi? Seni yeterince tanımıyorum, arkadaşım bile değilsin, niye merak edeyim ki, diyor musun? Merak et ne olur. Biri beni merak etsin ve bu sen ol olur mu?
Sana kendimi anlatabilmek, bir gecede beni nasıl ateşlere attığını gösterebilmek için neler yaparım biliyor musun? Bir anlatabilsem ya da hadi anlatmasam da sen anlasan.
Bütün gün pencerede oturup hiçbir yere gidemeyen, sandalye bağımlısı, özgürsüz bir adama göre çok şey biliyorum, hissediyorum aslında. Görüntü hep aynıdır, hiçbir şey değişmez. Tabii ki insanlar, arabalar, hava farklıdır. Yani herkes öyle sanır. Ama gerçekte her şey aynıdır. Benim gibi pencereden bakıp gördüğünü yazacağını düşünen biri için hayat ne durağandır bir bilsen. O zaman uydurmaya başlarım işte. Her kadın sen olursun, her adam da ben.
Dün gece bir baktım, önüm ardım su olmuş. “İçimde çalkalanan deniz taşmış,” dedim. Avuntu işte. Sanki denize gidebiliyormuşum gibi hayal kurmuşum. Hayal tabi canım, merak etme. Belki de söylenmemiş duygulardır çağlayan, kim bilir?
Sen nasılsın? O geceden beri haberleşemedik. Arkadaşına vereceğim bu mektubu. Bana adresini vermemiştin, ondan rica edeceğim sana ulaştırması için. Önce beni tanımak istememiştin. Ama son andaki bakışın bana cesaret verdi açıkçası. Belki bir başlangıç olur, dedim, ne dersin? Benden hiçbir şey bekleyemezsin biliyorum ama salt arkadaşlık bile ne güzel olurdu değil mi?
Ben kimim, diye sordukça kendime ilişkin düşüncelerim, aklım karışıyor. Hikayeler iç içe geçiyor o zaman ve bu hiç bitmiyor. Aklımın bu kadar karışmasını istemiyorum. Biraz da bunun için yazmak istedim sana. Belki ben senin tanımak istemediğin biri değilimdir.
Dün gece rüyamda yürüyen bir sandalyede otururken elimdeki elmayı düşürdüm. Sadece sandalyenin yürüyebiliyor olması ne üzücü bir bilsen. Bir zamanlar bana “yılanları sev,” diyen şamanı hatırladım ve o anda bir yılan geldi yanıma. Hemen, o anda… Keşke her şey düşündüğüm anda gerçek olsa, sen burada olsan. Gelemezsin değil mi?
Hep beklenti içindeyim, her konuda ama. Yağmur yağsa az insan yürüse sokakta, kapı çalsa annem gelse bana mücver getirse, çocukluğumdaki evde olsak yine. Ne yöne gitsem diye düşünürken öyle, çocukluğum geçip gidiyor yanımdan, hep gidiyor, hep. Güle oynaya gidiyor hem de… Akıntıda sürükleniyorum. Yürüyemeyeni sürüklerler işte. Yok şikayet etmek için söylemedim şimdi bunu. Yeniden çocuk olsam. Deli gibi o yola fırlamasam, uslu uslu kapının içinde otursam, salçalı ekmeğimi yesem eskiden olduğu gibi.
Haydutluğu gizleyen bir dinginlik var içimde. Sakince düzenlenmiş, yerli yerine oturmuş her şey seninle dağılsın istiyorum aslında. Hayır, hayır çok şey istemiyorum canım. Sadece, benden her şeyi esirgemiş bu hayat yetmiyor bana.
Şimdi gece, yine penceredeyim. Karşıdaki adam da pencerede, bana hep eşlik ediyor sanki. O sessizlikte birbirimizi bilerek ama umursamayarak oturuyoruz, öylece. Gecenin bir yarısında canı yırtılıp atılmak istiyor gecenin, dikişleri pıtır pıtır yırtılıyor uykunun, sonra yatağa gidiyorum. Hep yalnız, hep tekerleklerle!
Ben her gece pencerede kendimi böyle oyalarken, sen beliriveriyorsun bazen karşımda. Beni dinlemek için geldiğini hayal ediyorum. Bir şeyler söylüyorsun, anlamıyorum. Susuyorum ki duy sesimi.
Bir kıyıda olmak isterdim şimdi, bir bankta oturmak, denizi seyretmek mevsimlerce. Yağmurunda ıslanmak zamanın, güneşinde kavrulmak… Anlattıkça daha çok anlatmak istememin nedeni üzerine düşünüyorum son zamanlarda. Sana yazmam, bunca anlatmak istememden değil ama. İçimdeki sen öyle güzelsin ki…
Dün gece bir kara kargaydım, uçtum. Bir meydana geldim. Meydanın ortasındaki geyik heykellerinin boynuzuna kondum. Hâlâ hareketli olan bir gölge oyunu grubunun küf kokulu perdesini toplayışını izledim. Bir çocuk ayrıldı yanlarından, elinde bir kar küresi yakınıma geldi, banka oturdu. Her sallayışında karlar bulut gibi uçuştu. Hafif bir çan sesi geliyordu küreden. Tam o anda çocuğu çağırdılar. Küreyi bırakarak kumpanya arabasına koştu. İndim, küreye yaklaştım. Gözlerimin yansımasını gördüm. Bir de baktım, içinde çok güzel bir kız ve kırmızı bir balık var. Sıkışmışlar. Gagamı bir vurdum küreye. Özgürlük…
Bedeli ağır oldu ama. Kızı ve balığı kurtarırken kendimi soktuğum odada ben sıkıştım. Görüyor musun bedenimdeki boşluğu? Koşarak parmaklıklara çıkmak ‘buradayım, görün beni!’ diye bağırmak istedim. Çıkamadım ve buradan beni kimse duymadı.
İki harf arasındaki boşluğu doldurmak mümkün mü? Çok yakınlar sanırsın ama aslında ne uzaklar. Ne kadar anlatırsam anlatayım, bitmeyecek.
Yoruldum…
Uykunun ılık kollarına girmek istiyorum. Bildiğim tek çıkış.
Sana yine yazabilir miyim Alev? Belki hiç ummadığım bir dostlukla başlar her şey. Tam da başlamadan bitti bu iş dediğim anda…

Fatma Maksude Kılınç, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Ana Sanat Dalı mezunudur. Daha çok senarist olma hedefiyle okurken, on iki eylül karanlığında, reklam yazarlığına mecbur kaldı. İzmir Reklamcılar Derneği’nin ilk ve tek kadın başkanı oldu. Kitvak kurucularındandır. İlk yazarlık yıllarında iki çocuk radyo oyunu TRT’de yayımlandı. Atilla İlhan’ın şiirlerini beğenmesiyle Sanat Olayı’nda şiirleri yayımlandı. İki şiir dosyası var ama yayınlatmaya korkuyor. İzmir’de çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Son dönemde kadın yazarlardan oluşan bir grupla üç öykü seçkisinde yer aldı. Distopya dergisi editörlerinden. Bir kızı ve iki minik oğlan torunu var.

