Belgin Ulutay
Biz, yolculuğun tanıklarıyız. Kursör bir tür start çizgisi. Kelimeler usulca tetikleyicilere basmamı beklerken, boş bir sayfa duruyor gibi görünür. Aslında o sayfa bekleyişin ta kendisidir. İçinde bir sürü hayalet dolaşır: eski cümlelerin gölgeleri, tamamlanmamış paragrafların sessiz çığlıkları, kelimelerin hiç kimseye fısıldamadan kaçtığı anlar. Yazmak, bu hayaletleri çağırmak, onları yerleştirmek ve sonunda kendi göç yolculuğumuza katmaktır.
İlk satır bodrum katlara inip çekmeceleri karıştırmaktır. Çünkü yazmak, yüzleşmektir. Her kelime bir zaman tünelinden geçer, geçmişin derinliklerinden gelir. Çocukluğun sokağının rüzgârı, annenin ninnisi, dedenin anlattığı efsaneler bazen de tatsız bir an…
Hepsi bir noktada birleşir ve bir harf olarak aynanın ortasında durur. Harf de kendi başına bir bireydir; başka bir cümlenin içine karışmak istemez. Kaçar, duraklar, bazen de kendi isyanını ilan eder.
Ben bu isyanla yüzleşmek zorundayım. Ağırlığını taşıyorum. O, beni durdurmak için değil, hareket ettirmek için var. Göç, sadece bir yer değiştirme meselesi olmamalı; bir anlamın yer değiştirmesi, bir cümlenin başka bir kalbe taşınmasıdır. Bana selam çakan, biraz ertelesem rahatsızlık hissettiğim o boş sayfa gemileri sözcüklerimin. İçimdeki fırtınada sığındığım bir liman.
Her yeni cümle, eski cümlelerle tartışır. Hatta bazı kelimeler, kendi başlarına hareket ederler. Kendilerini önemsemiş gibi öne çıkar; diğerlerini görmezden gelirler. Ben ise, anlatıcının sabrını test eden bu kaosla baş başa kalırım. Tabii ki yazmak kaostan ibaret değildir. Kökler sessizdir; göç ise sabırlıdır. Her sözcük bir yolculuk yapar; her cümle bir ev inşa eder. İlk harf, yeni bir paragrafın temeli. Bir kelime, taşınacak eşyayı taşır gibi anlamları da taşır. Cümle de yeni bir odaya açılan kapı. Yazmak, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu bir mimarlık işidir: geçmişin duvarlarıyla geleceğin tavanını birleştirir.
Göçün trajedisi burada başlar. Çünkü hiçbir kelime, tamamen özgür değildir. Bir paragrafın sınırlarını aşmak isteyen bir sözcük, başka bir cümleye çarpabilir; anlam kaybolur, bazen de yeni bir anlam doğar. Yazmak, kaotik bir simya gibidir: Kaybolan anlamlardan yeni anlamlar yaratmak. Anlatıcı, bu simyanın hem gözlemcisi hem de katılımcısıdır.
Sıfır noktası ne tamamen geçmişe ne tamamen geleceğe aittir; sadece akışın ortasındadır. Burada her şey mümkündür. Bir paragraf kendi başına konuşur, bir kelime başka bir kelimeyi küçümser; bir nokta, kendi ölümünü protesto eder. Sıfır noktası, bekleyişin ve hareketin aynı anda var olabileceği tek yerdir. Ben, bu noktada durur, hem köklerimi hem göçümü izlerim.
Yazmak bir ritüeldir. Soru işaretlerinin deli kahkahalar attığı; ünlem işaretlerinin birbirine fısıldadığı, virgüllerin yerlerinden sıçradığı. Ben, bu kaosun içinde hem şef hem rehber hem de çaresiz bir gözlemciyim.
Geçmişin ağırlığı, geleceğin akışıyla birleşir. Bir kelime, anlamını değiştirmek için başka bir cümleyi baştan çıkartır; bir paragraf, başka bir paragrafın üzerine tırmanır. Ünlem işaretleri birbirine öfkeyle bakar. Yazmak, bu göçleri organize etmek, kaosu anlamlı bir düzen haline getirmektir. Ben, anlatıcının sabrını test eden bu kaosu sessizce izlerim.
Bazen bir kök kırılır. Kelimeler kaygılıdır. Bazen bir kelime tekrar kaygısından yerini başkasına dahi bırakır. Yazı, bu kırılmaları taşır. Her kırılma, yeni bir doğuşun işaretidir.
Yazı bitmez. Apartman sessizleşir; sessizlik, yeni bir hikâyenin çağrısıdır.
Kökler, bizi yazmaya çağıran sestir; göç, o sese doğru yaptığımız yolculuk.

Belgin Ulutay, 20 yılı aşkın süredir çeşitli sektörlerde orta düzey yönetici olarak görev yaptı. Yazmaya ve seslendirmeye şiir ile başladı, çeşitli eğitimlerin ardından edebiyat yolculuğunu öyküler ile devam ettiriyor. Tiyatro, seslendirme, kitaplar, seyahatler ve yazı ile kendine bir dünya kuran Ulutay’ın bir çok kollektif kitapta öyküleri yayımlanmıştır.


