Tuba Ayşe Özgür
“Işık, gölgesini yaratmadan var olamaz.”
C. G. Jung
Biz hep ışığın peşindeyiz. Aydınlanmak, anlamak, farkına varmak… Ama her fark edişte biraz daha körleşiyoruz sanki. Çünkü ışık çoğaldıkça gölgemiz silikleşiyor, gölgesiz kaldığımızda ise kendi varlığımız çözülüyor. Kimin içindeyiz biz? Kendimizin mi, başkasının mı? Yoksa çoktan görünmez bir kolektifin parçasına mı dönüştük?
Jung’un dediği gibi, gölge aslında içimizdeki sessiz tanık. Ve biz her gün onunla birlikte yürüyoruz: Reklam panolarının parlayan yüzlerinde, pürüzsüz camların ardında, her şeyin “aydınlık” olması gerektiğini fısıldayan seslerde…
Biz, ışığın önünde diz çökmüş bir toplumuz; karanlığı gizleyip yalnızca parlayan yanımızla görünmek istiyoruz. Ama gölge büyüyor, bastırdıkça derinleşiyor. İçimizde unutulmuş bir mahzen gibi kapısı kapalı nefes alıyor. Ve bazen geceleri, içimizden bir tıkırtı yükseliyor: unutulan yanımız hatırlanmak istiyor. Çılgınca bir koşuşturmaca, nefes nefese bir izlenme. Gölgenin kırıklarını topluyoruz.
Belki de bu yüzden, aydınlanmanın kör noktasında yaşıyoruz. Modern çağın en büyük putu ışık olmadı mı? Peki bunu nasıl ölçüyoruz, bilgi, görünürlük, ilerleme, pozitiflik… Oysa fazla ışıkta hiçbir şey seçilemez. Yüzler erir, sınırlar kaybolur, yön yok olur. Unuttuğumuz bu mu? Körlük böyle bir şey olmalı her şeyi görmek isterken hiçbir şeyi görememek. Nietzsche “kendin ol” dediğinde, biz çoktan başkalarının suretine dönüşmüş olmuyor muyuz? Maskelerimiz tenimize karışıyor, kendimizle aramızda bir gölge boşluğu kalıyor. Ve o boşlukta yankılanıyor tek bir soru: Gerçekten var mıyız, yoksa sadece görünür müyüz?
Gerçeklik ile yansıma arasındaki çizgi çoktan silindi. Dışarıda bir güneş varmış, diyorlar ama o ışık da soğuk, yapay bir güneş. Gözümüzü yakıyor, içimizi ısıtmıyor. Biz ise mağarada kalmış bir topluluk muyuz hâlâ?
Belki de çıkmaya çalıştığımız o mağara, Platon’un değil, bizim içimizdeki mağara. Gölgeleri izliyor, sonra onları “biz” sanıyoruz. Körlüğün kırılma noktalarını topluyoruz eteklerimize. Parça parça, silik, eskimiş, tozlanmış. Ama biz onları, ışığın altında parıltılarla görüyoruz.
Aydınlanmakla körleşmek arasındaki o ince çizgide bekleyen. Birimiz duvarın dibinde titriyor, birimiz gölgesini kaybediyor, birimiz hâlâ “dışarıda bir hakikat” olduğuna inanıyor. Oysa belki de hakikat, bu nemli duvarlarda, titreyen ışığın altında, kendi yankımızda gizli.
Ve tam burada, ışık ile gölge arasında asılı kalıyoruz. İkisinden de bir parça ile… Bilinci ve bilinçdışını, düzeni ve kaosu, görünürlüğü ve sessizliği. Ama sistem bizden yalnızca birini istemiyor mu?
“Aydın” olanı, “temiz” olanı, “pozitif” olanı.
Karanlık yanımızı sakladıkça içten içe çürüyoruz oysa. Kendini bilmek yalnızca “biz kimiz” demek değil. Aynı zamanda “biz kim olmaktan korktuk?” diye sormak oluyor. Ve bu soru, çağımızın en derin sessizliğine dönüşüyor. Çünkü hiçbirimiz o kapıyı açmaya cesaret edemeden; ardında bizi bekleyen karanlık, belki de en hakiki benliğimiz oluyor.
Yine de karanlıktan doğan bir ışık var mıdır, vardır. Belki de biz hiçbir zaman tam olarak aydınlanamayacağız. Peki asıl olan, gölgeyle yaşamayı öğrenmekse… Karanlığın içinden doğan o titrek ışığı fark etmekse.
Gölge düşman değil, rehber olur. Bizi kendi derinliğimize çağıran sessiz bir ses. Ve biz o sesi susturdukça, yankısı büyür içimizde.
Belki de insanlık, gölgesini inkâr eden bir kalabalığın hikâyesidir. Ama bir gün, ışığın da yorulduğu bir vakitte, belki hep birlikte fark ederiz… Asıl olanın, karanlığı yenmekte değil, onunla birlikte nefes alabilmekte olduğunu.
Biz, ışığın kör ettiği çocuklarız. Ama belki tam da o körlükte, görmenin başka bir biçimini öğreniyoruz. Gözle değil gölgeyle. Ve belki o zaman, nihayet kendimize benzeyen bir suret buluyoruz… Ne tamamen aydınlık, ne de bütünüyle karanlık. Yalnızca insan.

Tuba Ayşe Özgür, 1993’te İngiliz CAS Akademi’de yaratıcı yazarlık eğitimi, 1994-1998 yılları arasında Çisenti ve Postüla adlı tiyatro gruplarında oyunculuk ve oyun yazarlığı eğitimi aldı. Halen Amerikan ANU üniversitesinde Psikoloji ve Sosyoloji okumakta. Kurucusu olduğu Komite Reklam Ajansı’nın yanı sıra çeşitli ajanslarda reklam yazarlığı yaptı. Bu süreç boyunca çeşitli dergilerde de görev aldı. İçerik yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü gibi pozisyonlarda, yazıları yayınlandı. Kurucusu olduğu Atölye Bütünsel Edebiyat’ta koordinatörlük yapıyor. Büyü Bozumu, Benim Kalbim Dikdörtgen, Kedi Uykusu adlı roman, İçime Karga Uçuştu öykü kitaplarının yazarı.

