Mahinur Çenetoğlu
Üç basamaklı merdivenin en altında dururdu, geniş güvenli omuzları vardı. Ben en üstteki merdivende hazır olurdum, böylece onun omuzlarına yetişebilirdim. Babamın omuzlarına…
Baba omuzu dağ gibidir. Siz küçükseniz kollarınız da küçüktür. Bu yüzden onu sarıp sarmalamakta sıkıntı yaşayabilirsiniz, ama onun kolları kocaman ve güçlüdür. Sonra büyürsünüz, artık sırtına çıkma zamanınız geçmiş olsa bile, iki kolunuzla onun kolunu öyle bir sararsınız ki hayat boyu aranıza kimseler giremez.
Beş yaşımdaydım, babamı her sabah işine uğurlarken koşarak o merdivenin tepesinde dikilirdim. Babam da merdivenin alt basamağında omuzuna asılmamı heyecanla bekler, yüzündeki gülümsemeyle kollarını yukarıya uzatırdı. Sarılırdım, burnumu omuzuna gömer, bir yandan hoplar öte yandan ceketindeki nikotin, yanaklarındaki limon kolonyası kokusunu içime çekerdim, babam kokardı hâlâ burnumun ucunda takılı kalan kokuydu o. Babam beni hoplatarak bahçenin geniş demir kapısına kadar götürürdü, annem kocasına kıyamaz kaşlarını çatarak azarlardı.
“Ayıp ayıp koca kız oldun, in babanın sırtından.”
“Bana neee yaaa, inmem.”
Daha da çok sarılırdım babama, babam anneme göz kırpar yüzündeki hınzır gülüşle “Elleme Hanım kızı, inme kızım inme, sen benim küçüğümsün” derdi.
Ben büyüsem de kocaman kız olsam da babamın küçük kızıydım, hep de öyle kalacaktım. Yıllar geçti, artık babamın omuzlarına çıkmadım ama o yanaklarındaki nikotinle karışık limon kolonyası kokusunu hep içime çekerek koklaya koklaya öptüm.
O gece yarısı telefonun sesiyle ürpererek uyandım, Saate baktım 03:15. Allah Allah bu saatte hangi lüzumsuz bu? Yüreğim cız etti. Hayır olsun inşallah diyerek kalktım yataktan.
“Alo! Abi sen misin? Hayırdır inşallah iyi misin?”
Konuşamıyordu, dili dolaşıyor bir şeyler diyor anlamıyordum, en son “geliyorum” dediğini duydum, telefon kapandı. Acele giyindim, anahtarı alıp apartmanın önüne dikildim. Temmuz ayıydı, gecenin hafif serinliği yüzümü okşadı. Aklıma kötü şeyler getirmeden bekledim. Büyük ihtimalle sarhoştu, karısıyla yine dövüşmüştür. Neden olacak? İçki yüzünden tabi, bırakamadı. Neyse ne onların problemi, eşek kadar insanlar, çözerler elbet. Çözmese de bana ne boşansın hıyar.
“Bak beni endişelendirdi şimdi de gelemiyor,” derken arabanın ışıkları köşeden göz kırparak gürültüyle önümde durdu. Camı açıktı, neşeyle göz kırptım.
“Hayırdır, hatun kapıya mı attı?”
“Bin hadi gidiyoruz.”
“Senin arabana mı? Hayatta olmaz. Manyak mısın lan, dut gibi sarhoşsun.”
“Korkma, araba yolunu biliyor.”
“Abi saçmalama gel bir kahve yapayım sana konuşuruz sonra gideriz nereye gideceksek.”
“Gel dedim kızım…”
“Gelmem yaaa…”
“Babam…”
Babam, dedi gerisini duymadım, arabaya bindim. Hiç sormadım, hiç söylemedi. Araba yalpalayarak, gerçekten yolu biliyormuşçasına yürüdü gitti. Bugün bile anlamadığım şekilde hastanenin önüne vardı. Abim arabayı park yerine soktuktan ve kontağı kapattıktan sonra oturduğu yerde bir iki sallandı, yine dilinde anlamsız lakırdıları ve koca bedeniyle sağ tarafa doğru devrildi. Başı yamuldu, emniyet kemeri üzerime düşmesini engellemişti. Önce başını arkaya doğru düzelttim, birkaç kez “abi abi” diye seslendim, ağzını açtı alkol kokusundan midem bulanmıştı, diliyle dişi arasında bir şeyler geveledi sonra sustu. Horlamaya başlayınca kafasına bir yumruk sallamak istedim fakat yapmadım. Arabadan hırsla çıktım hastanenin acil kısmına doğru koşmaya başladım.
Sarhoş köpek, her gece her gece, bok var küfelik olana kadar iç, ben de bindim ya senin kullandığın arabaya pes vallahi, gebermedik, girmedik bir arabanın altına. Manyak manyak, tek erkek evlatsın annenin babanın sana ihtiyacı var bok herif…
Sinirliydim, üzgündüm hırsımı alamıyordum, iki kardeş olmanın tüm sıkıntısı omuzlarımdaydı. Ah babam, babamın omuzları ve kokusu. Ağlayarak acil servisten içeriye girdim, annem tüm çaresizliğiyle bana doğru koştu.
“Mine ah babacığın Mine…”
Ağlamaktan konuşamıyordu elinden tutup oradaki bir banka oturttum. İçimdeki ses sürekli “sakin ol Mine” diyordu. “Sakın kendini kapıp koyuverme, baban da böyle isterdi güçlü ol, güçlü dur.” Annemin yüzü bembeyazdı.
“Abin nerede?” dedi endişeli bir halde.
“Aman boş ver sen o sarhoşu da söyle ne oldu babama? Kalp krizi mi?”
“Kızım o senin abin ne biçim konuşuyorsun, o senin için hiç kötü bir şey demez vallahi, neyi paylaşamıyorsunuz hem de böyle bir günde ayıp ayıp.”
Yüzüne baktım, biricik oğluna yine toz kondurmayacaktı farkındaydım. Babama ne oldu diyorum o bana abimi savunuyor İleride bir oğlum olursa bu annemin yaptıklarını yapmayacağım. Şimdi susacağım desem de yine de kendimi tutamadım.
“Hıı sinsiliğindendir o bir şey dememesi. Yine sarhoştu. Arabada sızdı kaldı. Vallahi o kadın bunu terk etse yeridir.”
“Sus bakim. Sen karışma, karı koca arasına girilmez, içiyorsa vardır bir sebebi.”
“Allah Allah, tam arabesk olduk desene, neymiş sebebi acaba? Bok herif o sarhoş haliyle kullandı arabayı, benim hayatımı da tehlikeye attı. Babam deyince dayanamadım bindim, neyse ölmeden geldik, yine şanslısın Valide Hanım yoksa toplu cenaze kaldıracaktın.”
Buna söyledikten sonra elimle ağzımı kapattım, annem gözlerini kocaman açmış yüzüme öyle bir bakış fırlattı ki kendimden utandım. Fısıldar gibi konuştum.
“Neyse canım çok şükür geldik işte. Sen otur burada ben babamın durumunu sorayım.”
Hızlıca uzaklaştım kapıda duran görevliye babamın adını söyledim, “bekleyin haber verirler” dedi kibarca. Annemin yanına gitmek istemiyordum, dangalakça konuşup kadının kocası da dahil çoluk çocuğunun cenazesini kaldıracağını söylemekle çok ayıp etmiştim. Aman neyse ne, o da o mal oğlunu korumasaydı. Geline laf sokacak ya, güya o içiriyor. Sormazlar mı adama? Bu kime çekmiş böyle diye? Genetiği bozuk, aynı dayısı yani anacım senin kardeşin, diyemedim tabii. Zaten ne demişler kız halaya oğlan dayıya. Çok şükür halam yok. Bekârken de içerdi bu abim, evlensin düzelir dediniz kızın da başını yaktınız denmiyor işte. Dersen yersin paparayı.
Acil servisin önüne çıktım gün ağarmak üzereydi, yaz aylarının insana huzur veren, her şeyi yolunda hissettiren havası vardı. Sanki arkadaşlarla çardakta oturmuşuz da sabaha kadar sohbet edip keyiflenmişiz, şimdi de çorba içmeye gideceğiz. Bu güzel havalar bana hep böyle hissettiriyordu. Birden kendime geldim, derdi olan insanın hava falan umuru mu olur be diyerek otoparka doğru yöneldim, abim ölmüş müdür acaba? Bir koşu gidip baksam mı? Ya burada bir şey olursa, babam uyanıp küçük kızımı getirin bana derse. Gerisin geri annemin yanına döndüm. İyi ki de otoparka gitmemişim, sinsi sarhoş abim ayılmış, anneciğinin kollarında birbirlerine sıkıca sarılmış oturuyorlardı. Beni görünce alkolden, yorgunluktan kızarmış gözleriyle bet bet baktı.
“Niye bıraktın beni öyle arabanın içinde?”
“Hoppala, sızdın sen farkında mısın acaba? Horlaya horlaya hem de. Top patlasa uyanmazdın, bir de bana hesap soruyorsun.”
“Ne sızması kızım bayılmışım ben. Sonra kendime geldim. Ölsek kalsak senden hayır yok anlaşıldı.”
“Hııı, tabi canım sarhoş araba kullanırken ölmedik ya, daha da ölmeyiz. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum valla, şans eseri girmedik bir kamyon altına falan.”
“Abartma, sus hadi, paranoyak manyak.”
“Sensin.”
Annem şaşkınlıkla bakıyordu didişmemize, bunu fark ettiğimde daha fazla uzatmamak için sustum. Zaten senin gibi manyakla baş edilmez.
Gün çoktan ağarmıştı, saatlerdir acil servisin önündeki tahta kanepenin üzerinde oturuyordum. Annem acil servisin iç tarafındaki kapalı alanda uyukluyordu. Abim de güya onun yanında ona destek gibi durup bir gün önceki sarhoşluğunun yorgunluğundan arınmaya çalışıyordu. Ben on dakikada bir karşıdaki kantinden sigarama eşlikçi olarak çay kahve alıyordum. Stresten saçlarımın ucunu çekiştirmeye başlamıştım. Ara sıra içeriye bakıyor sonra biraz yürüyordum. Babamı düşündükçe yüreğimde kabuk bağlamış bir yara kanıyordu. Sırtına atladığım günlerden sonra koluna yapıştığım günler ne güzeldi. Sokaklarda bağırarak şarkı söylediğimiz, aralarda annemi, abimi çekiştirdiğimiz zamanlar. Okul gezilerine annemin izin vermediği ama babamın hep “rahat bırak hanım kızı” dediği ve son noktayı koyduğu şahane vakitler.
Abim yanıma geldiğinde kahvemden son yudumu almıştım.
“Bok var di mi ayrı eve çıkacağım diye tutturdun, bu ihtiyarları yalnız bıraktın.”
“Sen iyice kafayı yedin alkol beynini de küçültmüş galiba, deli misin nesin ya, defol git benimle uğraşma. Şurada da kavga etmeyelim, babam bu haldeyken.”
“Babam değil mi zaten seni böyle şımartan tepemize çıkaran, hayırlı küçük kızı.”
Annem uyanmış camlı bölmeden bizi duymasa da gözlerini dikmiş dikkatle bakıyordu. Abim bana gülüyordu. “Küçük kızı, hayırlı küçük kızı” diyerek. Ben de hem ona hem anneme doğru gülümsedim, annemin gözlerinin nemini buradan bile görebiliyordum “oh iki kardeş ne güzel de konuşuyorlar çok şükür dediğini” duyar gibiydim. Abime döndüm.
“Sen de hayırsız alkolik oğlu, işi gücü batıran, babasının arabasını pert eden, karısını döven bir boka yaramayan, kımıl zararlısı oğlu.”
Bunları söylememin ne yeri ne de zamanıydı biliyordum ama bu dilin kemiği yoktu işte. Hemen arkasından hızlıca ekledim.
“Annem camdan bize bakıyor.”
Kafasını çevirdi anneme gülümsedi, onun ağlamış gözlerine bakarken yumruklarını da sıkıyordu sonra bana döndü yine gülümseyerek konuştu.
“Mikrop senin ağzına sıçacağım bekle gör sen! Bu dediklerini sana yedirmezsem eğer…
“Heee heee” diyerek ayağa kalktım, annem hala bakıyordu. Kollarımı abimin boynuna dolayıp yanağından bir öpücük aldım. Elimi omuzundan çekmeden anneme doğru el salladım. Annemin yüzündeki umutlu bakış yüreğimi acıtmıştı, abime yıllar var ki böyle sarılmadığımı hatırladım, birbirimize dokununca içimde bir şeylerin yumuşar gibi olduğunu hissetmiştim. Neyse ki bu duygum uzun sürmedi, içerideki hareketlenmeyle hemen kendime geldim. İkimiz de içeriye doğru koştuk. Babamı sedyenin üzerine yatırmışlardı, beyaz örtülerin içindeydi, kapalı gözleriyle uykusundaymışçasına huzurlu gözüküyordu. Bacaklarımın titremesine engel olamıyordum.
“Ne oldu lütfen söyler misiniz? O benim babam, babam o benim. Öldü mü ne oldu? Baba, baba!”
“Sakin olun!” diye azarlarcasına baktı babamın başucunda duran beyaz önlüklü adam. “Babanızı diyalize sokacağız.” Abim annemi sakinleştirmek için yanında kaldı ben babamın arkasından koştum. Kimse sesini çıkartmadı, diyaliz makinesine bağlanan babamın yanında oturmama da hiçbir şey demediler.
Ellerini tuttum, gözleri kapalıydı. Yüzünde bir gülümseme. Göz pınarlarında bir damla yaş vardı. O halde ne kadar kaldığımı hatırlamıyordum. Omuzuma dokunan bir elle başımı kaldırdım.
“Hadi gel omuzlarıma, kapıya kadar hoplatacağım seni.”
“Ama ben çok büyüdüm, omuzlarına çıkamam ki.”
“O zaman koluma asıl, belki şarkı da söyleriz.”
Yerimden kalktım, babama son kez baktım. Yanaklarından öptüm, hâlâ nikotin ve limon kolonyası kokuyordu. Abimin koluna girdim, hastane kapısından çıkarken ikimizin de gözlerinde yaş, dudaklarından aynı şarkı vardı.
… Söyledim aşkımızı Ankara rüzgârına, olmadı kaldı benim her hevesim yarına, boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına…


