Nalan İncekara
Bilgisayarın tuşlarında kıpırtısız bekleyen parmaklarını kucağına bıraktı. Bedeni müziğe eşlik ederek salınan bir metronoma dönüştü. Sağa sola, sağa sola… Mor gölgeler belirdi duvarlarında, odayı dolduran kanat sesleri çoğaldıkça çoğaldı.
Sokağa karanlık çöküyordu. Mor bir güvercin rögar kapağının üzerinde, ayakkabı geçidinin arasında uçmadan, ezilmeden, garipsenmeden nöbet tutuyordu.
“Anne!”
Bodrum katı penceresinden şaşkın gözlerle izlediği manzaradan irkilerek koptu.
“Gizem!”
Kan tüküren veremliler gibi hırıltılı çıkmıştı sesi. Pençeye dönmüş romatizmalı parmaklarını kızının yüzünde gezdirdi. Deniz gözleri, kızıl damarlarla çevrili buz kürelerine dönmüştü. “Mor gölgeler… gölge kuşlar… bizi kurtaracak…” Sayıklıyordu. Yedisinde değildi, büyümüş, yaşlanmıştı. Yazın sıcağında dondurucu bir rüzgâr doldu odaya. Küçük kızın uzun saçları, kanlı elbisesi uçuşmaya başladı. Beyazın üstündeki kan, şeytani bir sırıtışı andırıyordu. Sadece Gizem’in rüzgarıydı bu. Tül, divan örtüsü, annesinin başörtüsü kıpırtısızdı. Kadın kamburlaşarak sarıldı evladına. “Yavrum!” Kızın kapıldığı girdap hızla sakinledi. Kız eteğini kaldırdı, külotunun içine, kanın merkezine doğru parmaklarıyla ilerledi, kırmızı parmaklarını havaya kaldırdı. “Kanıyorum…”
Sağa sola sallanmıyordu artık. Tırnaklarını klavyeden kurtardı. Kaskatı bedenini koltuğundan sıyırdı. Açık olan pencereye yöneldi. Kentsel dönüşümünü tamamlamış apartmanın yirmi ikinci katından aşağıya, sırasını bekleyen evlere baktı. Pencereyi kapadı. Sigarasını ateşledi.
Duvarlar geçmiş yılların boyasını kustu, etrafa sinen rutubet kokusu genzini yaktı. ‘Cehennemden başka bir cehenneme kaçmışım.’
Yardım isteme umuduyla kafasını kaldırdı, tülün ardındaki sokağa baktı. Telaşlı, sarsak, umarsız ayaklardan ötesi yoktu bu kuyunun dibinde. Pencerenin kenarına yanaşmış mor kuşla göz göze geldi.
Acizlikten eli ayağı uyuşmuş halde banyoya taşıdı kızını. Yıkarken henüz tüylenmemiş bebek tenine baktı.
Gizem, bir yılanın tekrar tekrar zehirli dilinin sokuşunu hissetti kasıklarında. Annesinin kolunu sıkıca kavrayıp, “Mor gölgeler…” diye tekrarladı umutla. “Kurtaracak bizi…” Eli gevşerken, buz mavisi gözleri ısınarak kapandı usulca. Kemiklerinden kurtulmuşçasına yığıldı annesinin kucağına.
Beyaz çarşafların içinde uykuya dalan kızın yüzü capcanlıydı, kızarıyor, sararıyor, kaşları çatılıyor, ağlıyordu. Acı boğazını yumrukluyor yumrukluyordu ama kızı için güçlü olacağı sözünü veriyordu kendine. Annesi kadar sevdiği kayınvalidesinin hatırası içindeki boşluğu kucaklıyordu. Cesaret kilidi bir açılıp bir kapanıyordu.
Uyanır uyanmaz küskün küskün konuşmaya başladı. “Nazlı’nın babası hiç benimki gibi değil anne, hep güzel güzel sever kızını,” Ağzından çıkan her kelimeyle bir yaş daha büyüyordu. “Hem de hiç canını yakmamış, bir tek kollarıyla sarmış, yanaklarından öpmüş…” Cümlenin sonu akordu bozulmuş müziğe dönerek patlıyordu kızın dudaklarında. “Bu ev güzel anne, burası çok güzel.”
Anne gerçeğe bulanıyordu. Kötü hastalığa yakalanmış kayınvalidesinin son sözleri, “Gidin, çok uzağa …” olmuştu. Ailesi tarafından zenginlik uğruna peşkeş çekildiği evde, sadece kayınvalidesinden insanlık, analık görmüştü. Kuyu derindi, bir ip uzatmaya, umut ekmeye çabaladı. “Her şey güzel olacak yavrum, teyzenlere gideriz, denize de girersin.”
“Pijamayla girsem olur mu?” Paniklemişti çocuk.
“Nasıl istersen öyle olur kuzum”
Yorgun bedeni uykuya yenik düşen yavrusunun başucuna oturdu. Ellerini yumruk yapıp başına dayadı. Hıçkırığını tutamaz hale gelince banyoya kaçtı. Sarsıla sarsıla ağlarken nefreti taştıkça taştı. Ayağının altından fayanslar çekildi, sendeledi. Yerler zangırdadı. Çıplak ampul örümcek ağlarının altında hızlanarak sallanıyordu. Söndü, yandı… Söndü yandı…. Aynanın ortasında kayınvalidesinin mor başörtülü suretini gördü, sonra kendi yüzünü, sonra kızını sonra yine kayınvalidesinin yüzünü… Koşarak kızın yanına gitti. “Gizem kalk!” Kucaklayarak kaldırmaya davrandı, kımıldatamadı. Ev aniden karanlığa gömüldü. Sadece sokak lambasının cılız ışığı kaldı geriye.
Odayı sadece monitör ışığı aydınlatıyordu. Sigaranın dumanı odanın içini nefessiz bırakmıştı, öksürmeye, daha çok öksürmeye başladı. Camı açtı, banyoya gidip yüzüne su çarptı. Aynaya bakmaktan ürküyordu, evin bütün ışıklarını yaktı.
“Allah’ım sen bana yardım et!” Kapı hızla vurulmaya başladı. Odaya leş kokusuyla birlikte nefret dolu bir bağırtı doldu.
“Orospular!” Açın lan!”
Kapı kırıldı. ‘Nasıl olur? Kaç şehri ardımızda bıraktık.’
Kızına sarıldı, gözlerini kapadı. Birazdan ikisi de ölecekti. Kızının uykusunda son nefesini vermesi için dua etti.
“Neredesiniz lan! İki paralık ettiniz şerefimi!”
Kadın gözünü açtı. Salyası bıyıklarına bulaşmış, göbeğini savura savura odayı dolaşan adam, yataklarına yöneldi. “Defol!” diye çığlık attı. “Allah belanı versin! Yardım edin!” Çaresizce attığı yardım çığlıkları yutulurcasına yok oluyordu. Kulağına erişmiyordu kendi sesi. Cellat dolanıyor, yatağın altına, gardırobun içine bakıyor, tükürüklerini saça saça bağırıyor, daralmış nefesiyle koşturuyordu. “Cehenneme kadar yolunuz var,” deyip evden çıktı.
Mucize gerçekleşmişti.
Kadın yataktan kalktı. Korkmuyordu artık, içinden bütün korkuları çekip alınmıştı. Pencereye yöneldi, perdeyi aralar aralamaz adamın akbaba bakışlarını gördü. Boyun damarlar şimşek gibi çakarken görmez gözlerle içeriye bakmaya devam ediyordu. Adam çömeldiği yerden kalkıp arkasını dönmüştü ki sokak uçan mor gölgelerle doldu. Gölgelerin kanatlarının oluşturduğu rüzgâra kapıldı adam, ayakları yerden kesildi, sağa sola savrulmaya başladı. Sokağın bütün tozu pisliği adamın ağzındaki mağaranın içine doldu. Tutunmaya çalıştığı sokak lambasından, çöp kutusundan acı verici darbeler aldı. Bedeninde çoğalan ısırıklardan oluk oluk kan aktı.
Dehşet ve umut penceresinin ardında heyelan yaşanırken kanat çırpışlarından oluşan mor gölgeler, rögar kapağını kaldırdı. Adamın kanı boşalmış bedenini içeri hapsedip kapattılar.
Ve yağmur başladı. Gece boyunca öylesine yağdı ki sokak araları nehre döndü.
Tertemiz oldu sokaklar.
Gergin parmaklarını sakince çekti harflerin üzerinden. Duvarındaki fotoğrafa baktı. İşaret parmağını öpüp, sırasıyla babaannesinin, annesinin, çocukluğunun üzerinde gezdirdi. Gece yağan yağmur damlaları açık pencereden içeriye dolmuştu. Başını masmavi göğe kaldırdı. Bugün denize girmek için muhteşem bir gündü.


