Arzu Kurt
Bilincim hiçlik okyanusunda bir dalga. Bellek kumsalına vurup geri çekiliyor. Hatıralarım sınırlı. Anılar dalgayla uyumlu yavaşça yükseliyor, o koyu Prusya mavisi yığın; berrak bir kıvrım taşıyor sırtında, uçları beyaz, köpüklü, hatta Hokasai’nin* o uzun dalgası gibi pençe pençe. Kendi üstüne kapaklanarak sönümleniyor. Bir daha, bir daha… Çarpacak bir duvar bulsa etkileşecek. Muhatapsız bir öfke, kırgınlık, hüzün silsilesi bu.
Dağlar dalgalar arasında saklı. Benim kutsal, zirvesi karla kaplı erişilmezim; kendi Fuji’m. Sessiz, sonsuz bir sır kapısı. O uçsuz bucaksız suya terk ettiğim duygular kumlarda sönümleniyor. Belki daha fazlası dip dalgasıyla geriye, yokluğa çekiliyor. Kendi Rip-imde boğuluyorum.
Rüyalarımda başkaldırana kadar, unutulan sessiz tanıklıklarım. Ustanın sözünü dinleyip kâğıda terk etmek lâzım biliyorum, yapamıyorum. Dalgalardan bir yorgan çekiyorum üzerlerine. Kasırgalar biriktiriyorum.
Duvarlarımı kendim inşa ediyorum. Sonra yine kendi ellerimle yıkacağımdan habersiz. İçimdeki boşluğun sınır çizgilerine ihtiyacı var. Yokluğumu sarmak istiyorum. Tuğlalar tek tek yükseliyor. İçerde miyim, bu hapishanenin dışında mı henüz belli değil. Korunuyor muyum saklanıyor muyum?
Unutmayı seçtiklerim, tuğlalar kadar güçlü belki de. Hatırladıklarım yıkılmaya mahkûm. Zihnim kendi içimin panoptikonu. Derdim normlara uymak değil, canavarı ehlileştirmek. Henüz başaramadım. Bu yazıyı yazarken duvarımdaki iki yüzlü kadın tablosuna bakmak isterdim. Hangi yüzü gülümserdi acaba? Mavi bir zemine siyahla çizilmiş, gözlerini göremediğim kadınlar. Oysa ben insanların gözlerinin içine bakmayı yeğlerim. Mavi çizgileri dalgalarıma, siyahları duvarlarıma benzetiyorum. Kumsal çok uzak. İşte şimdi dalgalar duvarları dövebilir.
Benim dalgalarım Bay Palomar’ın** dalgaları gibi değil, tek bir kesit alıp inceleyemiyorum. Onun bakmayı amaçladığı ‘dalgalar’ değil, tek bir dalga. Benim dalgam ise ütopya.
O, ‘bir dalgayı, kendisinin hemen peşinden gelen ve onu itiyormuş gibi görünen ve kimi kez de yetişerek onu alıp götüren dalgadan ayırmanın’ zor olduğunu söylüyor. Bense diğer tüm dalgaları idealize eden, canlı olduğuna inandığım denizimin devasa organizmasından bahsediyorum.
Belki Ursula’nın*** deniz anasını sürükleyen okyanusu gibi. ‘Çünkü -denizin derinliklerinde pusula yoktur, daha yakın ve daha uzak, daha yüksek ve daha alçak vardır yalnızca- taşınan, savrulan, çekelenen denizanası öylece asılı kalır ve salınır… bu en savunmasız ve güçsüz yaratığın en büyük silahı, varlığını, seyrini ve iradesini ellerine emanet ettiği o koca okyanusun gazabı ve kudretidir.’
İnatçı anakaralardan, çakıllı sığlıklardan, suyu delerek çırçıplak dışarı uğrayan sarp kayalardan bahseder. Yaşama elverişsiz, kurak, korkunç mekâna taşan denizin akıntıları artık aldatır, dalgalarsa ihanet eder ona göre.
Oysa ben dalgalarım çarpacak bir duvar bulsun isterim. Bilinçaltım bilincime, doğrularım, gölgeme, hayatım rüyama karışsın böylece.
Le Guin’in harika sorusu cevap bulmuş gibi olur; ‘Her şeyiyle denizin sürüklenmesinden olma bu yaratık, gün ışığının kupkuru kumlarında ne yapar? Ya akıl ne yapar her sabah uyandığında?’
Rüya ne gerçek ne bilmiyorum. Dalgalarım ve duvarlarım çarpıştığında uçuşan beyaz köpük benim.
* Katsushika Hokosai Resim, Büyük Dalga
** Italo Calvino, Palomar, Çeviri: Rekin Teksoy, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları 2015
*** Ursula K. Le Guin, Rüyanın Öteki Yakası, Çeviri: Aylin Ülçer, İstanbul, Metis Yayınları 2011

Arzu Kurt, Karabük doğumlu, evli, iki çocuk annesi. İstanbul’da yaşıyor. Denize ve kitaplara aşık. Uludağ Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunu. Bir kamu bankasında şube müdürü olarak rakamlarla geçen yılların ardından emekli olup kelimelere yöneldi. Yaratıcı yazarlık atölyelerinde başladığı ikinci kariyerinde kolektif kitaplarda altı öyküsü ve iki dergi yazısı yayımlandı. Yazı yolculuğuna Suaremag’da devam ediyor.

