Emel Altuntaş
Neden bu hareket? Kimler tepiniyor, kimler eziliyor?
Kalıcı olabilir mi göçen gittiği yerde? Buralıyım diyebilir mi? Benliği ve cismi ile orada olsa bile köklerine özlem duymaz mı? Bir yeri yurt edinmek, orayı memleket yapmak kolay mıdır? Daha önce gelip burayı vatan ilan eden atalar bunu sözde mi söylemiştir?
Bir yere kök salıp kalmak, insanın heybesine tutsaklık yükünü mü yükler, yoksa özgürleşmek için illa köklerinden kopması mı gerekir?
Canlıların doğasında hareket vardır. Sadece düşünen, fikreden insanın değil, kökleriyle toprağa sıkı sıkı bağlı olan ağaçların da doğası böyledir. Başka yerlere ulaşma, kök salma isteği canlılığın, ilerlemenin göstergesidir. Bununla birlikte; Yaşama tutunma zorunluluğu, açlık, ölüm korkusu, korunma içgüdüsü, fırsatı yakalama refleksi ve birçok durum da bu devinimin sebeplerindendir.
Dünya tarihine bakıldığında her zaman yer değiştirme ve göçlerle karşılaşılır. Kölelik, iş gücü aktarımı, sömürgecilik, kırsaldan kente akınlar, savaş sonrası kitlesel kaçışlar, belli başlı sebeplerdir. İnsanlar, çoğu zaman zorunluluktan, kimi zaman ise gönüllü olarak başka ülkelere göçer. Sürgünlerle, savaşlarla, iklim değişikliği bahaneleriyle, yer değiştirmek zorunda bırakılır. Başka bir coğrafyada yaşama tutunmaya, kök salmaya çalışır. Küresel hareketliliğin bir parçasıdır göç.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, enerji kaynaklarının paylaşılması üzerine çıkan çatışmalar, iklim değişikliği bahanesiyle çıkarılan savaşlar ve küresel dünyanın yeni tanrıları arasındaki anlaşmazlıklar, uluslararası zorunlu göç akınları yaratmıştır. Planlı ya da plansız yepyeni bir demografik düzen oluşturmaya çalıştıkları ortadadır. Bu tanrılar, ekonomik ve teknolojik silahlarını kullanarak kiminin gücünü, kiminin aklını çeker kendine doğru. Yakın ya da uzak gelecekte göçler daima yaşanacak gibi durmaktadır.
Yabani çilekler gibi uzanır tedirgin kolları göçenin. Kökleri; Aslında, hüznünde, ruhunda saklanırken göz göz konar yeni yepyeni yerlere. İçinde barındırdığı zenginliği sunarak ora halkının suyuna, ekmeğine, ortak olur, emek vererek tutunmaya çalışır. O, sadece yer değiştirmemiştir. Köklerini, geçmişini, kimliğini bağrına basıp taşır içinde.
Kimi kara trenlere doluşur; son bakışlarını gözlerinde saklayarak geride kalanların, yola koyulur, modern dünyanın modern köleleri olmak için. Kimi at koşturmuştur, bereketli topraklara konup kök salmak için. Köklerinden acımasızca sökülüp gemilere doldurulmuştur kimileri, köle olarak alınıp satılmak için. Patlamalardan kaçmak, yaşamak ve yaşatmak için sevdiklerini yurtlarından kaçmıştır birçoğu. Bazısı da kirli yuvalar kurmak için yer değiştirir, göçtüğü toprağın tertemiz bağrında.
Göçler, toplumsal değişikliklerin en önemli sebeplerinden biridir. İsteyerek ya da zorunlu olarak köklerinden kopar insanlar ve içine girdiği toplumda bir karşı tepki uyandırır. Çatışma, ekonomik kaygı ve başka sıkıntılar doğurur bu yeni durum. Ali Bolat’ın sürgün edilerek göçe zorlanan Çeçenlerin acılarını ele aldığı “Osmanlı Arşiv Belgelerinde Çeçen Göçü” adlı kitabında gördüğümüz manzara, bugünden pek de farklı değildir.
“Her gün açlık yüzünden insanlar ölmekte ve insanları kefenleyecek bez bile bulunamamaktadır. Bu gibi sebeplerle birçok Kafkasyalı ülkesine geri dönmek istemiş, diğer birçoğu da kendilerine verilen ufak toprak parçalarına sıkı sıkıya sarılıp yoğu var etmeye çalışmışlardır. Çünkü seçenekleri yoktur. Kendilerine sunulan kısıtlı imkanlara mecburdurlar. İstanbul gibi büyük şehirlere gidenler, nalıncılık ya da odunculuk gibi işlerle uğraşmaya başlamışlardır. Ancak sıkıntılar burada da yakalarını bırakmaz. Zira normalde yerli halkın 3 Kuruş’a yaptıkları işi, 20 Para’ya ya da 1 Kuruş’a yapmak zorunda kalmakta, emek sömürüsüne maruz bırakılmaktadırlar. Binlerce insan da resmi olarak yasaklanmış olmasına karşın, aleni olarak alınıp satılmaktadır.”
Savaş ve çatışma ortamından kaçan sığınmacı hareketine, küresel planlar yön vermektedir. Kapitalizm ve sömürgeci zihniyetin yenidünyasının en büyük hareketlerinden biri olan göç, yasadışılığı ve insan kaçakçılığını da beraberinde getirmektedir. Yenidünya düzeninde göçmek, göçmenlik konusu gündemden asla düşmeyecek gibi görünmektedir. Bu hareketlilik ve hareketin sürekliliği, zamanla köksüzlük ve kök arayışı konusunu canlı bir konuma taşıyacaktır. Ulus devletlerin göç alması, o ulusun kimliği için tehdit unsuru olabilmektedir. Bu sebeple, bu yeni durumun çok iyi yönetilmesi gerekmektedir. Siyasi, fikri, dil ve kültürel temelde birlik söz konusu değildir. Bu ayrışma, ülkelerin etnik çeşitliliğini arttırmakta bu da var olan ulus devlet ve vatandaşlık kavramlarının sorgulanmasına sebep olmakta,toplum üstünde istenmeyen bir gerilim yaratmaktadır. Sığınmacılara karşı ırkçılık yapılması kaçınılmaz hale gelir. Sığınan, bu kaygı verici durumun yanı sıra yoksunluk içindedir ve iletişim sorunu yaşar. Toplumla bağ kurmaları, hatta yeni tohumlar atarak kök salmaları uzun zaman alacaktır. Başlangıçtaki ait olamama hissi ve istenmeme durumu; değersizlik duygusunu büyütürken beraberinde öfkeyi de biriktirir. O halde göç eden, içine dahil olduğu toplumu tanıyarak zamanla kendini güncelleme yoluna gitmek zorundadır.
Göçen, gittiği yerin insanından farklıdır. Çoğunlukla başka bir dil konuşur, inançları da başka olabilir. Fiziksel görünüşleriyle, giyim tarzıyla ayrışırlar. Sevinmeleri, kavgaları, görenekleri ile sivrilebilirler. İçine girdikleri toplumu rahatsız edebilirler. Toplum içinde ortaya çıkan bu etnik çeşitlilik, çok kültürlülüğü de beraberinde getirir. Farklı kültürlerin bir arada tutunabilmesi, kök salması nüfus yapısında bambaşka bir insan katmanı oluşturur. Bu durum, ulus devletler için uzun süreli bir çatışma ortamının yaratılmasına kaynaklık da edebilir. Sığınmacılar, kültürel kırılmalar içinde bocalar uzun süre. Ne aslına, köküne dönebilir ne de içinde bulunduğu topluma hemen uyumlanabilir.
Birlikte var olan, öğrenen, keşfeden, karşılıklı kurduğu bağ ile topluluklar haline gelen varlıktır insan. En temel ihtiyaçlarından biri, bir yere ait olma isteği, hissidir. Ait olmak, güvenli ve iyidir. Bu aidiyeti hissetmesi için oraya kendinden çok şey katmış olması gerekir.
Köklerinden aktarılan bilgiyle geleceğini inşa edip anlamlı bir bütünlük çıkarır ortaya. Deneyimledikleriyle de daha iyisini, yenisini ortaya koyar. İnsanın kökü geçmişidir. Oradan aktarılan bilinç ve öğrendikleri ile beslenir. Eğer buna sahip çıkamazsa; Özünü, yaşam kaynağını, kendi olmayı, yolunu kaybeder, başkalaşır.
Zorunlu ya da isteğe bağlı fark etmez; Göçen köklerine özlem duyar. Bu kolektif aktarımın çekim gücü ile ilgilidir. İnsan, kendi gibi olmak ve onurlu yaşamak için geleceğe yönelirken eğilip köklerine bakmayı ihmal etmemelidir. Böylece, içine dahil olduğu topluma, kendi rengiyle, sesiyle artı değer katabilecektir.

Emel Altuntaş, Bafra’da doğdu. Uludağ Ün. İ.İ.B.F Maliye bölümünden mezun oldu. İkinci üniversite olarak Anadolu Üniversitesi Açık Öğr. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü tamamladı. Uzun yıllardır devam eden profesyonel sigortacılık kariyerinin yanı sıra yapıya gönül verdi. Edebiyat dergilerinde yayınlanan öykülerinin yanı sıra, kolektif olarak yayınlanan Uykunun Gözleri adlı öykü kitabının da yazarlarından biri oldu. Ayrıca müzik alanında çalışmalar yapan Altuntaş, şu an ilk bireysel bir öykü kitabının hazırlıklarını da sürdürüyor.

