Ebru Eren
Kocaman porselen tabak gibi ışıldayan Ay’ın tepesine oturmuşum. Bacaklarımı aşağı doğru sarkıtmış kainatın binlerce eşsiz eserlerini izlerken yüzüme bir bilge gülümsemesi konduruyorum.
Fener ışığı gibi yanıp sönen yıldız kümeleri, gümüş griyle alacalı gezegenler, nebulalar gözlerimin önünde bütün ağırlığınca sergileniyor. Uzakta bir spinova, bir yıldızın son nefesini verirken ortaya çıkardığı renk cümbüşüyle gökyüzünde parlıyor. Usta bir kuyumcunun özenle işlediği altın kemeriyle Satürn narince titreşiyor. Jüpiter siyahında sanki ihtirası, hırsı bütün sadeliğiyle sergiliyor. Yer çekimsiz bu yerde özgürce oturabilmek, kendimi fizik kanunlarının tersine teslim etmek bir an kendimi yaratıcı gibi hissetmeme neden oluyor.
“Ben bir yaratıcı mıyım?”
Önce dudaklarımla mırıldanarak daha sonra hafifçe yükselterek sesimi soruyorum. Kimseler uyanmasın istiyorum.
“Ben bir yaratıcı mıyım?”
Bu soruyu tekrarlarken gözlerim yavaş yavaş Dünya’ya kayıyor. Yarısından itibaren karanlıktan aydınlığa gölgelerle beraber oluşturduğu siyah beyazın altındaki renklerini seçmeye çalışıyorum. Dünyanın aydınlık kısmı bir mücevher gibi parlıyor. Kıtalar, okyanuslar ve dağları seçmeye çalışırken karanlık tarafındaki Kuzey Işıklarıyla beraber gözlerimden kalbime doğru ince bir sızı hissediyorum. Bu hüzün az evvel kendime sorduğum sorunun cevabını da beraberinde taşıyor. Yeni bir tanesini ekliyorum.
“Ben yeryüzünde neler yaratabildim?”
Kayda değer bir şeyler bulursam sanki yaratıcı olacağıma inanacakmışım gibi. Başımı ellerimin arasına alarak düşünüyorum. Tam o anda kalın siyah damarlı kanatları ipekten dokunmuş bir şal gibi duran, burnumun ucundan rüzgar çanı sesiyle havalanan bir kral kelebeği beliriyor. İkinci bir göz gibi duran benekleriyle sanki bana biraz daha düşünmem gerektiğini söylüyor.
“Ben neler yarattım Dünya gezegeninde? Halimden memnun muydum? Dünya’ya ait bir Dünyalı’ysam oraya bakarken aklımdan geçenler neden yumru gibi diziliyor boğazıma?”
Huzurum bozuluyor. Boşluğun sarhoşluğunda sanki rüyadan uyanır gibi keskince ayılıyor gibiyim.
Yaşadığım ülkenin metropol şehrinde bir sürü çok katlı ve gösterişli gökdelenlerinin projelerini çizdim. Hatta yıllarca doğum günlerim de dahil bir sürü özel zamanımı, tatillerimi, uykularımı harcadım işim için. Ama bir saniye daha düşünmek istiyorum çünkü halen düşünüyorum.
“O binaları sadece ben mi yarattım? Çizdiğim projeleri uzmanlar onayladı. Mühendisler teknik ve yapısal tasarımlarını gerçekleştirdi. Onlarca inşaat işçisi ellerinde çekiçleri kürekleriyle aylarca şantiyelerde yatıp kalkarken küçük bir tüpün üzerindeki çaydanlıkta ruhlarını da demlediler. Belki de en çok onlar yarattı o binaları.”
“Off düşündükçe bu uzay boşluğunun tekinsizliği basmaya başlıyor beni. Düşünmek. Düşünmek neden bu kadar huzur kaçırır? Oysa ben eşsiz manzaramın dinginliğinde ne kadar rahattım?”
Kral kelebeği sabırsız biraz da baskıcı bir ahenkle etrafımda dönmeye devam ediyor. Kendimi bir nezarethanede suçunu itiraf edip özgürleşmeye çabalayan suçlu gibi hissediyorum.
“Bunların tümü kurgu mu?”
Dünyaya içim acıyarak tekrar bakıyorum. Sıla özlemi çeken yaşlı bir kadınım sanki. Dışında olmanın içinde olmaktan daha çok acıtacağını hiç düşünmezdim. Hep bu Dünya’ya en uzaktan bakıp düşünmeyi hayal etmiştim. Ama Ay’dan bakacağımı hayal bile edemezdim. Şimdi yavaş yavaş bir yarım küre kararmaya başlarken, karşı kıtalarda sessiz bir aydınlanma başlıyor. Sedefli sahillerin üzerindeki dalgalarla sakin bir rüzgar gibi sağa sola yavaşça hareket ediyor. Hiç acelesi yok gibi. Dünya ne kadar da sakin taklidi yapıyor.
Oysa ben onun gerçek yüzünü biliyorum.
“Sen, iliklerine kadar tanıyorum. Bana numara yapamazsın. Masum bir çocuğun kılığına giremezsin. Annemin ayaklarından sonra yıllarca senin faylarında sallandım. O buradan masmavi görünen denizlerinin azgın dalgalarını bilirim. Vulcan’ın öfkesiyle bir anda kül ettiği türlü ağaçları, kirpileri, domuzları gördüm. Soyların birbirini katlettiği kan dolu göllerde yüzüldüğünü okudum, işittim.
“Sonunda bende öfkemi haykırabiliyorum. Oradayken cesaret edemedim belki ama şimdi bir sanık sandalyesi oldu bana Ay. Gittikçe korkmadan söylüyorum. Ben senin diğer yanını bilirim Dünya. Ve insanım diye asla kayırmayacağım seni. Burada senin gibi hatta daha da güzel görünen yüzlercesi var. Hiçbirini istemezsem sonsuza kadar burada kalabilirim.”
Binalardan başka neleri yarattım diye düşünüyorum. Anneannemin sihirli tariflerini kaydettiği siyah deri kaplı sayfaları sararmış ajandayı hatırlıyorum. Malzemeler ekleyip kendime özgü yarattığım tencerelerce yemek. Etlisi, zeytinyağlısı. Buharda pişeni, tütsüleneni. Kanalizasyona mı gitti hepsi? Oradan yine senin deryalarına mı karıştı? Ama anın hazzı, mutluluğu, teşekkürü, sevabı ne olacak? Yaratmış sayılmaz mıyım yine de?
Kelebek şimdi dizimde. Gözlerimde kutup yıldızının keskin parlaklığını hissederken, her geçen süre bir kuyunun en dibine doğru yolculuk ettiğimi sezinliyorum. Buradaki aydınlıktan daha başka bir aydınlık var biliyorum. Nöronlarımın el ele verip hep beraber oluşturdukları güvenli bir çembere gitmem gerek.
“Sır kanatlarda mı? Sır bu kelebekte mi?”
Onu yakından daha detaylı inceliyorum. Arada havalanıp tekrar dizime kondukça, -ki her seferinde aynı dizi tercih ediyor – her kanat darbesinde ay ışığının altında altın ve turuncunun en canlı tonları canlanıyor. Bedeni zayıf ama dayanıklı, nazikçe eğilmiş bir nokta gibi zayıf ve minyatür. İncecik antenleriyle yön buluyor, Uzay’ın kokusunu ve dokusunu keşfediyor.
“Bu çok usta bir incelik. Tanrı’nın eli değmiş, nefesi bulaşmış gibi. Her bir ayrıntı elime fırçaları, boyaları, paletleri almaya tutsak olduğumu yüzüme vuruyor.”
Kainatta süzülen yüzlerce ışığı hazmetmiş oturuyorum burada. Ayın üstünde. Keşfettiğim büyük bir sırrı, bilmediğimi sandığım, unuttum bildiğim, en büyük gerçeği keşfetmenin sarhoşluğuyla burada bir süre daha kalmaya karar veriyorum.
Bütün tuvaller dolana kadar…

Ebru Eren İstanbul’da doğdu. Üniversite eğitimini Trakya Üniversitesi Turizm Otelcilik Bölümü’nde tamamladı. Yedi yıl telekomünikasyon sektöründe çalıştı. Uzun yıllardır Türkiye’de önde gelen yaratıcı yazarlık akademilerinde değerli yazar eğitimcilerden eğitim aldı. Daha önce kolektif kitaplar ve dergilerde yayımlanmış öykülerine yenilerini de ekleyerek çok yakında kitabını çıkarmaya hazırlanıyor. Edebiyat dışında resim de bir diğer tutkusu ve bu alanda da kendini geliştirmeye devam ediyor


