Belgin Ulutay
Güne, horozun bile “Biraz daha…” diye mırıldandığı o erken saatte başlamıştım. Heybeme (aslında eski bir pazar filesi) yeni anılar (çoğu muhtemelen Instagram filtresinden geçmiş ve hatta ideal benli) eklerken vapurun güvertesinde, martıların o epik “Simit Kapmaca Olimpiyatları’nın” açılış seremonisini izliyordum. O an, kanatlı anarşistlerin kırıntılar için verdiği o düşük bütçeli “Game of Thrones” gösterisi, zihnimde bambaşka bir kaosa yol açtı. Provizyonu (bankacılık dilinde “belki borçlanırım, belki de unuturum” anlamına geliyor) henüz “Kişisel Kara Deliklerim” adlı borç haneme (her ay büyüyen o mistik boşluk) yansımamış Matt Haig’in “Hayat İmkânsız” kitabının ilk sayfasındaki o derinlikli cümle beynimi gıdıklıyordu:
“Fibonacci dizisine benzer bir kalıbın içindeyim… Hayatım ilerledikçe bu dizide olduğu gibi sürprizler azalıyor.” (özellikle faturalar)
0, 1, 1, 2, 3, 5, 8…
Bu matematiksel kehanet, belleğin (ara sıra formatlanan o eski hard disk) ve geleceğin de (umarım bedava hava falan olur) benzer bir sayısal karmaşaya sahip olup olmadığını düşündürüyordu.
SuareMag’in (millet hapislerde çürürken hala saf gibi meramımı anlatacağım diye bir araya gelmemizi anlayamadığım bir güruhun çıkardığı o dergi. Sonumuz benzemese bari ) ikinci sayısı için aradığım o “Aha!” anı (ışık mı çaktı, yoksa sadece gözüm mü kamaştı) işte buydu. O an zihnimde beliren o bulanık bilinç akışını (kahveyle düzelir umarım), yüzmeden (tercihen sığ sularda), hidroliğe uzanan o geniş yelpazeyi tek bir metne (bir tweet bile değil bu hele son zamanlarda!)sığdırmanın edebi intihar olacağını bilerek şimdilik bu kadar gevezelik yeter.
Fibonacci sayı dizisi: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8…
Tıpkı dizinin her adımının geçmişten (o da ne yaman geçmiş) aldığı güçle bir sonraki sayıyı (umarım bu seferki büyük çıkar) belirlemesi gibi, belleğimiz de bugünkü benliğimizin (o da her gün değişiyor) ve geleceğe dair umutlarımızın (en azından hafta sonu gelsin) temelini oluşturuyor.
Çocuklukta en iyi ihtimalle kıçımıza yediğimiz bir terlik veya leğende kafamıza vurulan maşrapanın yankısı… Hepsi, bugünkü halimizin (biraz garip) katmanlarını oluşturan “Fibonacci anıları” gibi.
Bellek, sadece geçmişi saklayan bir sandık (genelde kilitli ve anahtarı kayıp) değil, aynı zamanda geleceği çeşitli olasılıklar arasından seçerek inşa etmeye çalışırken başvurduğumuz bir pusula (bazen sapıtıyor).
Verdiğimiz her karar, önceki deneyimlerin (çoğu pişmanlık) ve onlardan çıkardığımız anlamların (hala çözemediğim) bir toplamı. Aynı olay, farklı belleklerde (herkeste işine geldiği gibi) farklı yankılar uyandırıyor; aynı ailede büyüyenlerin bile benzer durumlara verdiği tepkiler bu yüzden çeşitlilik gösteriyor (herkesin kafası farklı çalışıyor). Bu çeşitlilik, bireyin anlam arayışının (ki hala arıyorum) ve seçimlerinin (genelde yanlış olur) bir yansıması gibi. Her bireyin yaşamı, kendine özgü bir Fibonacci sarmalı (sarmallar başımı döndürür) gibi örülüyor. Yaşadıklarımız (çok şey yaşadık be), hissettiklerimiz (inişli çıkışlı), öğrendiklerimiz (çoğunu unuttum) ve hatta bilinçli bir kenara bıraktıklarımız (keşke bazılarını hiç hatırlamasam) bile bu dizinin sayıları. Kendimizi korumak için yok saydığımız, örttüğümüz ya da unuttuğumuzu sandığımız anılar (sanki sihirli değnek var), silinmiş olmaktan ziyade, bilinçdışının derinliklerinde (karanlık ve ürkütücü bir yer) bekliyor ve sessizce kararlarımızı (genelde dürtüsel) etkiliyor.
Geleceğe dair beklentilerimiz (genelde hayal kırıklığı), korkularımız (çok var) ve amaçlarımız (basit şeyler aslında), geçmişin tohumlarından (bayatlamış olabilir) filizleniyor. Geçmişin kendini tekrar ettiği o hassas anlar (deja vu muydu), tıpkı Fibonacci dizisindeki tekrar eden ama asla birebir aynı olmayan sayılar gibi düşünülebilir mi? (Düşünülür bence, kafa benim değil mi?)
Belki de gelecek, belleğin çizdiği bir yol haritası (ama haritam kayıp) ancak bu harita, bireyin özgür iradesiyle (varsa tabii) çizdiği yeni yollar ve keşfettiği beklenmedik manzaralarla (genelde trafik olur) sürekli yeniden şekilleniyor. Gelecek, biz onu düşlerken bile geçmişin fısıltılarını taşıyor (genelde “yapma” der gibi).
Bu sayı dizisinin gizemi sadece insan ruhunda değil, doğanın da derinliklerine işlemiş (doğa da mı matematikçi). Ayçiçeği tohumlarının spiralleri (çok güzeller), kozalakların geometrisi (ilginç şekilleri var), deniz kabuklarının kusursuz sarmalı (deniz de mi Fibonacci hayranı). Bazen sadece bir sayı dizisi gibi görünen o düzen: 1, 1, 2, 3, 5, 8… Aslında bir duygu, bir sezgi (nadiren).
Düşüncelerimiz (genelde dağınık), duygularımız (karmaşık), arzularımız (bitmek bilmez)… Hepsi bir sarmalın akışında (başım döndü).
Bir acının içinden geçen yol (uzun ve sancılı), bazen bir şarkının nakaratında (takılıp kalır), bazen bir rüyanın labirentinde (kaybolurum) yeniden karşımıza çıkıyor. Ve biz farkında olmadan, hep bir yöne doğru ilerliyoruz (umarım bu defa doğru yöndür). İleriye doğru gibi görünse de, aslında aynı döngüde bir adım daha atıyoruz. Aynı yanılgıya düşüyor gibi görünsek de, içimizdeki algı değişmiş (umarım iyi yönde), duygunun tonu farklılaşmış (umarım daha neşeli),sonuç bambaşka bir olasılığa gebe kalıyor (umarım güzel bir olasılıktır).
İşte o fark, Fibonacci dizisindeki her yeni sayının, geçmişe yaslanmasına rağmen özgün, yepyeni bir değer taşıması gibi.
Bir tohumda koca bir ağacın hatta ormanın potansiyeli gizliyse, geçmişin her ânında da geleceğin sayısız filizi saklı olmalı (umarım alerjim yoktur).
Her insan, kendi hayatının Fibonacci destanının (epik mi olacak yoksa komik mi?) yazarıdır.
Zaman, aslında aynı ezgiyi farklı sözlerle (çoğu anlamsız) çalan bir şarkı. Ve biz, o şarkının içinde hem geçmişin melodisini (bazen hüzünlü) hem de geleceğin ritmini (umarım dans edilebilir) birlikte keşfediyoruz. Matt Haig’in dizeleri bir sır fısıldıyor (umarım komik bir sırdır): Hayat, geçmişle geleceğin birbirine eklenerek oluşturduğu o sessiz, matematiksel akışta ilerliyor (umarım formülü karıştırmayız).
Peki siz, bu eşsiz dizinin hangi noktasındasınız?
Sadece önceki iki sayının toplamı mısınız (umarım daha fazlasıyım), yoksa o sayılara yepyeni bir anlam katan, beklenmedik bir “fark” mı? (Umarım fark yaratırım). Dizi sürüyor. Ve belki de, bir sonraki sayı sizsiniz… (umarım güzel bir sayı çıkarım).

Belgin Ulutay, 20 yılı aşkın süredir çeşitli sektörlerde orta düzey yönetici olarak görev yaptı. Yazmaya ve seslendirmeye şiir ile başladı, çeşitli eğitimlerin ardından edebiyat yolculuğunu öyküler ile devam ettiriyor. Tiyatro, seslendirme, kitaplar, seyahatler ve yazı ile kendine bir dünya kuran Ulutay’ın iki kollektif kitapta öyküleri yayımlanmıştır.