Belgin Ulutay
Mademki Haziran ayı temamız sevmek ve direniş o hâlde mavisiyle ülkesine umut, düşmanlarına diz çöktüren ve bugün hâlâ kendisini konuştuğumuz bir adamdan söz etmek istiyorum. Sevmenin sadece bir duygu değil bir eylem olduğunu hayatıyla kanıtlamış birinden. Adımlarıyla tarihe, ilkeleriyle zihinlere ve yüreklere iz bırakan. Sevgisini cepheye, umudunu halkına, direnişini ise tarihe yazmış bir liderden… Mustafa Kemal Atatürk’ten.
Bazı sevgiler vardır ki, suskun değildir. Gözyaşlarıyla değil, kararlılıkla konuşur. Ve bazı direnişler vardır yalnızca silahla değil, kalple de verilir. Atatürk’ün hayatı, bu iki kelimenin ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Onun sevgisi, bir vatana duyulan körü körüne bağlılık değil; bilgece, sorumlulukla örülmüş bir sadakattir. Direnişi ise, sadece düşmana değil, cehalete, umutsuzluğa ve teslimiyete karşı verilmiş bir duruştur.
Onun için sevmek, göze almak demekti. Gözden çıkarmak değil. Onun gözünden bir ulusu sevmek, o ulusun onurunu, varlığını ve geleceğini savunmaktı… Yitip gitmiş bir halkın içinde hâlâ yanan kıvılcımı görmekti. Ve o kıvılcımı, bir milletin yangınına dönüştürmekti. O, her iki biçimiyle de sevdi. Direnmekse; yalnızca gövdeyle değil, fikirle de savaşmaktı. Dönemin karanlığı, işgallerin hoyratlığı, umutsuzlukların zinciri içinde, sevginin en saf hâlini direnişe dönüştürerek yol gösterdi. Labirentin ortasında bir pusula gibiydi. Sevmek, sadece bayrağa el sürmek değil; bayrağın yere düşmesine izin vermemekti.
Onun için vatan, toprağın adı değil; vicdanın sesiydi. O her işgal ve mandayı bu sese tehdit olarak gördü. O ses kısıldığında, sevgi değil suskunluk hâkim olurdu.. Atatürk bu suskunluğu reddetti. Susmadı. Onun sevgisi, boyun eğmeyi değil başkaldırmayı, yıkılmayı değil yeniden var olmayı gerektiriyordu. Her kelimesi bir direnişti.
“Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” dediğinde, bu yalnızca bir strateji değil, bir sevda manifestosuydu.
Karanlığın en yoğun olduğu zamanlarda bile o yürümeyi seçti. Her adımı sevdaya dairdi. Çünkü bilirdi ki, ışık dediğimiz şey aslında sevgidir. Direnişi bir cephenin sınırlarına hapsetmedi; onu eğitimle, hukukla, eşitlikle genişletti. Onun savaşı, yalnızca tüfekle değil; harflerle, kitaplarla verildi.
Direniş bazen sessiz bir diriliştir. Bazen birkaç kişinin göz göze gelmesiyle başlar. Halk yorgundu, yoksuldu, çaresizdi. Fakat o, bu yorgunluğun içindeki kıvılcımı gördü. Umudu yeniden kazmak için önce onlara sevdalarını hatırlattı. Çünkü sevgi, uyanışı tetikler. Atatürk’ün sevgisi, bu halkın kendi kaderine tekrar sahip çıkmasına olan inancı perçinledi. Sevmek aynı zamanda kalıcı bir iz bırakma arzusuydu. O iz, dağlarda yankılanan bir emirdi:
“Bağımsızlık benim karakterimdir.”
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” derken, sevginin yüreklerde kök saldığını ve yaşam biçimi halini aldığının mesajını veriyordu. Bu da direnişin en güçlü taraflarından: Görünmeyeni görebilmek, anlatılmayanı hissedebilmek.
Mustafa Kemal’in sevgisi, halkına “özne” olmayı öğretti. Bu belki de en büyük direnişti: Onurlu bir ulus olmanın ilk adımı kendi kimliğini geri kazanmaktı. Mademki sevmek ve direnişti mesele, o hâlde Atatürk sadece bir komutan değil, bir kalp mimarıydı. Korkuya karşı cesaretle, çözümsüzlüğe karşı akılla, umutsuzluğa karşı inançla ördü geleceğin tuğlalarını. Onun sertliği adaletle, kararlılığı zarafetle örülüdür. Yalnızca düşmana değil, kendi içimizdeki korkuya da direnmeyi öğretti.
Bir adam düşünün ki; kalbinde millet, zihninde gelecek, elinde ise sadece inançla tutulan bir meşale olsun. O adam yürürken arkasından gelenler, onun ayak izlerini değil, onun ışığını izlesin. İşte Atatürk buydu. Sevmek kendisinde, kişisel bir duygudan ulusal bilince evrilmişti. Direnmek ise sadece savaşmak değil, varoluşunu hak etmekti.
Ve bugün… Bugün hâlâ o sevgiyi hissedebiliyorsak, direnişin içimizde yankısını duyabiliyorsak, bu onun başardığı en büyük zaferlerdendir. Eğer bizler hâlâ onun sözlerinden cesaret alıyorsak, bu direnişin kalıcılığının en temel olgularındandır.
Çünkü bazı insanlar ölmez, bazı cümleler unutulmaz, bazı sevgiler silinmez. Çünkü gerçek sevgi, zaman aşımına uğramaz. Direnişin ömrü, yürekte saklanan sevgidir.
Atatürk’ün sevgisi kuru bir romantizmden ibaret değildir. Putperestlik hiç değildir. O, idealleri ve sevgisi uğruna hesapla değil inançla hareket etti. Akıl ve kalp, onda birbirini yadsımadı.
Onun en büyük devrimlerinden biri, halkına duyduğu sevgiyi eğitimle, eşitlikle, özgürlükle beslemesiydi. Cehaletle savaşmak da bir direnişti. Kadının sesini yükseltmesi de.
Sevmek, zamanın direnişine yazılmış bir manifestodur. Mustafa Kemal Atatürk, bu manifestonun ilk cümlesini yazdı. CUMHURİYET.
Bizlere düşen, sahip çıkmaktır…

Belgin Ulutay, 20 yılı aşkın süredir çeşitli sektörlerde orta düzey yönetici olarak görev yaptı. Yazmaya ve seslendirmeye şiir ile başladı, çeşitli eğitimlerin ardından edebiyat yolculuğunu öyküler ile devam ettiriyor. Tiyatro, seslendirme, kitaplar, seyahatler ve yazı ile kendine bir dünya kuran Ulutay’ın iki kollektif kitapta öyküleri yayımlanmıştır.