– Nilgün Karataş –
“Dünyanın yarısı söyleyecek sözü olup da söyleyemeyen insanlardan, diğer yarısı da söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı halde söylemeye devam eden insanlardan oluşuyor.”
Bu saptamayı yapan Pulitzer ödüllü şair Robert Frost.[1] Etkili bir gözlem, insanın hak veresi geliyor. Hadi hakkını verelim ve tarafımızı seçelim. Siz dünyanın hangi yarısındasınız?
Eminim ki çoğunuz olaya duygusal yaklaşıp, hemen kendinizi söyleyecek sözü olup da susanlar kategorisine dahil ettiniz. Ben öyle yaptım, kendimden biliyorum. Çevreme de sordum, hemen herkes söyleyecek çok sözü olduğunu ama yuttuğunu dile getirdi. Benim minik ankete göre çok sessiz ve sakin bir çevrem varmış!
Mış! Çünkü objektif olmak gerekirse hiçbirimiz öyle sessiz sakin insanlar değiliz. Konuşmamız gereken yerde susuyor olabiliriz, bir ihtimal. Genelde pek susmuyoruz, hatta en kolay yaptığımız eylem konuşmak diyebiliriz. Fırsatını bulduk mu susturabilene aşk olsun.
HERKES HER ŞEYİ BİLİYOR!
Şöyle bir adım geriye çekilsek, kendimize ve çevremize, televizyon kanallarında, sosyal medyada takip ettiğimiz ya da maruz kaldığımız kişilere baksak… Ne kadar çokuz ve ne kadar çok konuşuyoruz, değil mi? Bir kere kabul edelim ki, ülke koşulları, içinde bulunduğumuz şartlar hepimizi, her konuda “bir bilen” yaptı. Hepimiz her şeyi biliyoruz, içimize de atmıyoruz çok şükür, konuşmayı seviyoruz. Hatta söyleniyoruz. Konuşma biçimimiz sohbetten daha çok söylenip, sızlanma tarzında. Bir de sağ olsun sosyal medya, elimizin altında olunca, sahip olduğumuz yüksek görüşleri paylaşmakla kalmıyor, fikirlerimize ters düşenin ağzının payını veriyor, hoşlanmadıklarımızı acımasızca eleştiriyoruz. Görüntü bu.
Peki hemen her konuda görüş beyan etmek, uzun uzun konuşabilmek, sık sık sosyal medya paylaşımları yapmak başarılı iletişim göstergesi mi?
Yıllarca gazetecilik yapmış, iletişim sektöründe dirsek çürütmüş biri olarak bu soruya “hayır” yanıtını veriyor ve şu soruya yanıt arayalım istiyorum: “Çağımızın derdi; konuşa konuşa anlaşamamak olabilir mi?”
Üstelik konuşmanın kapsamı da gelişmişken. Günümüzde sosyal medya, podcast ve video kanalları sayesinde hem yazılı, hem sesli hem de görüntülü konuşabiliyor, canımız ne isterse anlatabiliyoruz. İlginç olan şu ki; hem çok konuşuyoruz hem de iletişim eksikliği yaşıyoruz. Nasıl oluyor?
Şöyle oluyor: Çok konuşmak bizi geveze yapabiliyor, boş konuşan biri yapabiliyor hatta popüler bile yapabiliyor ama tek başına iyi bir iletişimci yapamıyor.
“İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” diyen atasözü geçmişin iletişim mecraları kısıtlı insanları için söylenmiş olmalı. Günümüzde konuşmak iletişim kurmak anlamına gelmiyor. Kabul edelim ki iletişim çağında en büyük sıkıntılarımızdan biri, iletişim eksikliği ve bu da konuşma yeteneğimizden önce dinleme kabiliyetimizin kaybından kaynaklanıyor.
ZAYIF HALKA: DİNLEMEK
Dinlemek iletişimin en önemli ve ne yazık ki en zayıf halkası. Çünkü işitsel becerilerimiz kısıtlı. Bununla ilgili çok çarpıcı sonuçlar sunan bir araştırma var. Minnesota Üniversitesi’nde binlerce öğrenci ve profesyonel iş insanının dinleme yeteneği incelenmiş. İnsanlara kısa konuşmalar dinletilmiş ve içeriği kavrayışları ölçülmüş. Araştırmacılar Ralph G. Nichols ve Leonard A. Stevens’ın bu araştırmadan çıkardığı sonuçları şöyle özetleyebiliriz:[2][3]
- Ortalama bir insan, birinin konuşmasını dinledikten hemen sonra, ne kadar dikkatli dinlediğini düşünse de duyduklarının yalnızca yarısını hatırlıyor.
- Zaman geçtikçe ne oluyor? Araştırma; bir konuşmayı dinledikten 2 ay sonra dinleyicilerin söylenenlerin yalnızca yüzde 25 kadarını hatırlayabildiğini gösteriyor.
- Aslında, bir şeyi zar zor öğrendikten sonra 8 saat içinde yarısından 3’te birine kadarlık kısmını unutma eğilimindeyiz. Bu ilk kısa aralıkta, sonraki 6 ayda unuttuğumuzdan daha fazlasını unuttuğumuzu fark etmek ürkütücü.
Bu “dinleme kaybı”nın nedenlerini başka bir yazıya bırakarak, dinlemenin iletişimdeki önemine son bir vurgu yapmak istiyorum. Bazı çok uluslu büyük şirketler, arzu edilen lider özellikleri arasına “alçakgönüllülükle dinlemek” diye bir terim yerleştirdi. Biz bunu “anlayışla dinlemek” diye çevirebiliriz. Kutuplaşmanın giderek arttığı bir dönemde, anlayışla dinlemek bizim de çok ihtiyaç duyduğumuz bir özellik.
Mümkünse tartışmadan, yargılamadan, hatta karşımızdakini ikna etmeye gayret etmeden, sadece anlamaya çalışarak dinlemeliyiz. Birbirimizin korkularını, kaygılarını, hayallerini, düşüncelerini bilmenin tek yolu; dinlemek. Çünkü hepimizin anlaşılmaya ihtiyacı var. Anlaşılmayınca anlaşamıyoruz. Anlaşamayınca birbirimize saygı duymuyoruz. Saygı duymayınca sevmiyoruz. Sevmeyince ötekileştiriyoruz.
Tüm bu olumsuzlukları olabildiğince asgari düzeye çekebilmek için, elimizdeki en önemli güç iletişim diye düşünüyorum. Etkili iletişimin sadece konuşmaktan ibaret olmadığını anladığımızda sanki hayat daha kolay olacak gibi geliyor bana. Ne dersiniz arada bir susup dinlemeyi denesek mi?
Nilgün Karataş
- Bu yazı Onedio Arena için hazınlanmış ve ilk olarak orada yayınlanmıştır.
[1] Amerikalı şair Robert Lee Frost (26 Mart 1874 – 29 Ocak 1963) ilk kitabını 40 yaşında yayınlamış. Ancak dört Pulitzer Ödülü kazanarak, zamanının en ünlü şairlerinden biri olmuştur.
[2] Araştırmacıların sonuçlara değinerek, dinlemek üzerine yazdıkları bir makaleyi bu linkten okuyabilirsiniz: https://hbr.org/1957/09/listening-to-people