Şehnaz Orhan
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığı
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen Benim Hiçbir Şeyimsin – Atilla İlhan
Ahmet Mithat Efendi’nin “Çingene” isimli romanı; temkinli ve bir o kadar da disiplinli hayatında tek düze yaşayan Şems Hikmet Beyin, aristokrat yaşamındaki fazla savaşsız halinin, yaşadığı çevreye hiç uymayacak bir sevgiyi seçmesine, bir türlü onaylanamayan aşkı için büyük bir direnişe ve sonunda çaresizlik içinde kabullenme trajedisine dönüşmesini anlatır.
1887 yılının Nisan’ında, Kağıthane’ye gezmek için giden sandal macerası, adeta Şems Hikmet Beyin, yalın bir varoluş isteğini içinde taşıdığı, coşkuyu ve aşkı aramak için bilinçsizce yola çıkması haline dönüşür. Birazdan karşılaşacağı hayatının dönüm noktası olan Çingene kızı Ziba’nın, sonrasında içindeki zenginliklerinin keşfedileceği gibi, Kağıthane’ye giden yoldaki manzara tasviri de adeta bir tabloya dönüşen aşkı halinde anlatılır kitapta.
“Kağıthane’ye doğru gittikçe Haliç daralmaya başlar. Hem daralır hem de sularının koyu mavi rengi açılmaya başlar. Nihayet Haliç bir liman olmaktan çıkıp geniş bir nehir halini almaya başlar”.
(Ahmet Mithat Efendi, Çingene, syf: 2)
Usta bir ressamın elinden çıkmış gibi anlatılan bu güzel tablonun içine yerleştirilen Şems Hikmet Bey’in aşkı için verdiği mücadele, bir anlamda kendi içindeki boşluğunun yasını, fark etmeden yüceltme biçimine de dönüştürmesi demektir aslında.
Sandalının yelkenlerinin ters rüzgarlarda sağa sola zikzak yapma riski kadar küçük bir tehlikenin bile olmasına izin vermeyen bu beyefendinin, hayatını ters düz edecek bir rüzgâra kapılması, romanın içindeki en büyük ironidir.
Çünkü ortada büyük bir dava vardır ona göre. Toplumda; yaşayışları, bağlı oldukları soyları, hatta dinleri bile ötekileştirilen, benimsenmeyen Çingene halkının içindeki Şems Hikmet Beyin aşkı, direnilemeyecek kadar güzel, alımlı ve bir o kadar da zeki ve yetenekli bir kadındır. Kabul ettirilmesi için verdiği mücadele, bir anlamda da toplumun sınıfsal acımasızlığını da ortaya koyması açısından önemli bir noktadır.
Şems Hikmet Bey için, çingene kızı ile karşılaştığı gün, kendi varlığının eksik halinin açığa çıktığı, fakat asla tamamlanamayacak olmasının bilinmemesi, onun bu yarım kalmışlık halini tamamlama döngüsüne neden olacaktır. Tam elini uzatıp yakalayacak gibi olsa da hiçbir zaman ona kavuşamayacak olması gerçeğini anladığı vakittir, aşkı için direnmesinin sorgulaması.
Kolay bir mücadele başlamayacaktır onun için. Özellikle annesinin kabulünü alamayacağını bildiği için bir Çingene kızından bir hanımefendi yaratmaya kalkması, belki de kendi toplumsal kimlik bunalımına da bir şifa olmasını bilinçsizce ummasından da kaynaklanmış olabilir.
Öyle ki Ziba’nın görgü, zarafet, musiki bilgisi, giyim kuşamı, lisanının çingeneliğini unutturacak kadar değişime uğraması için verdiği mücadele, onun belki de kendi eksikliğini de tamamlama umudu olarak yeni bir insan yaratma fantezisine dönüşecektir. Şems Hikmet Bey, nezaketli bir Tanrı olacaktır adeta.
Aşkının güzelliğini parlatacak, topluma entegre olmasını sağlayacak ve böylece kendisi de tamlığa kavuşacaktır. Ziba’yı kabul ettirme direnişi, kendi narsisistik doyumunu da sağlayacak, aslında annesinin gözünde de bir Tanrı edası ile sevdiği kadını var etmenin haklı gururunu taşıyacaktır.
Bir yandan kendi hocalarından aşkı için aldırdığı musiki ve kültür dersleri, bir yandan da görgü ve adabı öğretecek olan Düriye Hanım’ın çabası ile Ziba’nın hanımefendi olma yolunda hızla ilerlemesi, Şems Hikmet Bey’in aşkına karşı duyduğu hayranlığını daha da arttırmaktadır. Bu çabalara karşılık verme kabiliyeti olan bir kadın seçtiği içinde kendisi ile haklı bir gurur duymaktadır. Gene de “olamama hali” nin şüpheleri, hep beynini meşgul edecek; olacak mı, oluyor mu, oldu mu soruları zaman zaman kendi tamlığına ulaşamama korkusunu da açığa vuracaktır. Hayatındaki her durumda aradığı mutlaklığa ulaşmayı test edecek bir sevgili bulmuştur sonunda. Bazen kederlense de bu çabalarının karşılığını almış olma mutluluğu, bu durumu gölgelemiyordur bile.
Babasının hayatta olmaması dolayısı ile annesinin gözünde ergin olamaması, yetim çocukların yazgısı olarak karşısına çıkmaktaydı maalesef. Bugüne kadar sessiz ve sanki ona belli edilmeden annesinin, kendisine eksik olduğunu dile getirmesi ve çingene sevgilisinin asla onaylanmayacağı gerçeğinin yüzüne vurulması karşısında, yaptığı şey intihara teşebbüs etmek olmuştur. Bir kuyuya kendini atarak, direnişini “ölüme yakın olmakla” sonlandırmaya çalışmış, ama toprak ana bile onu kabul etmemiş ve ölümü seçerek tamlığa kavuşmayı da bir türlü becerememiştir.
Yaşayamadığı aşk yaşanmış olsaydı, belki de bu kadar yıkıcı sonuçlar doğurmayacaktı. Eksikliğini sınırları koyamamayı, hiçbir zaman sonlandıramamayı anladığı gün, sonsuzluğa kavuşmak istemişti Şems Hikmet Bey.
Varlığının coşkusuna kavuşmak için, yaşamla mücadeleye girmiş ve erken ölümü seçerek yenilgiyi kabullenmişti. Belki de onurlu bir varoluş budur onun nazarında. Kim bilir, tırnaklarıyla kazarak kendi özgürleşmesini de sağladığı için yenilgiden ziyade aslında büyük bir zaferdir belki de.