İlk romanı Dar Zamanlar ile okurla buluşan Çiğdem Çiftçi İplik, insanın bir yere ait olma duygusunu inanç, varoluş, arayışlar, kayboluşlar, buluşlar gibi temalarla ele alıyor. Oldukça sade bir dille Bahar ile Okan’ın etrafında akan Dar Zamanlar, yazarının deyimiyle; kendi cennetinden kendini kovanların hikayesi… Çiğdem Çiftçi İplik, bu romanda karakterlerin kendi “ihtilallerini” yapmalarını anlattığını söylüyor.
NİLGÜN KARATAŞ

İlk romanları okumaktan siz de benim gibi ayrı bir keyif alıyor musunuz? Elbette her romanda yepyeni karakterler üzerinden insanlık hallerimizle yüzleşiyoruz ama ilk romanlar bana yepyeni duygularla ilk kez tanışıyormuşum hissi veriyor ve ayrı bir keyif alıyorum. Hele de bu ilk roman bir arkadaşımın kaleminden çıkmışsa istiyorum ki, herkes okusun ve hayata açılan bu yeni pencereden dünyaya başka bir gözle baksın…
“Yazarıyla Kitabı Üzerine Sohbetler” serimizin bu bölümünde yine bir arkadaşım var: Çiğdem Çiftçi İplik. Edebiyat yolculuğunda birlikte yol aldığım arkadaşlarımdan biri olarak, kalemini, bakış açısını, duygu aktarımını çok sevdiğim Çiğdem Çiftçi İplik, eminim yeni öykülerle, romanlarla okuruyla güçlü bir bağ kuracak. Çiçeği burnunda bir yazar olarak karşınıza çıksa da çocukluğundan bu yana hep yazan biri olan Çiğdem Çiftçi İplik, bir eğitimci. Bir eğitimci olarak uzun süredir edebiyatla ilgilenen Çiğdem Çiftçi İplik’in ilk romanı Dar Zamanlar, birçok duyguyu barındıran bir kitap. Ait olduğunu yeri aramak, bunu yaparken inanç, varoluş gibi kavramları sorgulamak romanın ana temaları diyebiliriz. Banliyö Kitap etiketi ile yayımlanan Dar Zamanlar, aynı zamanda sevginin dönüştürücü gücünü de okuruna hissettiriyor. İnsanın bulunduğu noktadan sevginin dönüştürücü gücüyle başka bir noktaya nasıl evrilebileceğini de gösteriyor.
Çiğdem Çiftçi İplik, “kendi cennetinden kendini kovanların hikayesi” dediği Dar Zamanlar’ı ve yazma serüvenini konuştuk. Yeni bir yazar, yeni bir roman ve yeni bir söyleşiye hazırsanız başlayalım.
- Sevgili Çiğdem, okurlarımız için kendini tanıtır mısın? Yazı ile ilişkin nasıl başladı, nasıl devam ediyor?
Merhaba, ben Çiğdem. Marmara Üniversitesi Tekstil Terbiye Öğretmenliği mezunuyum. Öğretmenlik mesleğini aktif olarak devam ettirmekteyim. Evli ve iki çocuk annesiyim. Kendimi hatırladığım zamanlardan beri kâğıt kaleme düşkünlüğüm vardı. İlkokulda okuma bayramında kendi yazdığım şiiri okuduğumu hatırlıyorum. Sonra bu yazma serüveni hep benimle yaşadı. On üç yaşında günlük tutmaya başladım. ondan sonra da yazmak benim için hayat ile mücadele etme yöntemi haline geldi.
Yazmak ve okumak benim mabedim, yeniden doğmak üzere kendimi kapattığım bir mağara.
- Dar Zamanlar nasıl ortaya çıktı, nasıl kitaba dönüştü? Ve neden “Dar Zamanlar”, burada zamanla ilgili derdimiz nedir?
Aslında kitabı yazmaya başladığımda ilk ismi Dar Zamanlar değildi. Normalde yazdığım öykülerde, öykünün ismini koymayı en sona bırakırım. Öykü kendi ismini bulur, diye düşünürüm. Bu kitabı yazmaya başlarken ise ilk yaptığım, beyaz bir sayfaya ismini yazmak oldu. Çünkü kitabı yazma nedenim ve varacağı yer çok netti. Anlatacaklarım, haklı olduğum konular, hayata dair söyleyeceklerim vardı. Bu nedenle yazmaya başladım. Sonra bir şey oldu ve roman beni yazmaya başladı.
Hani derler ya, sen plan yaparsın kader sana güler! İşte bu süreçte o kader bana çok güldü, ben öngörmediğim bir romanı yazdım.
Romanın taslağını “Dar Zamanlar” diye kaydetmiştim. Çünkü o kadar dar zamanlarda yazıyordum ki, gece yarıları yanıp sönen bir imlece baka baka ilham ile karşılaşmayı bekliyordum. Zamanla hep mücadele halindeydim. Hep az zamanım vardı. O ilham hayali bir şekilde hep saatine bakıp durdu. İlhamdan insanmış gibi bahsettiğimin farkındayım ama bir süre sonra insan gibi geliyordu yanıma, delirmeye az kalmıştı ki romanı bitirdim:) Editörüm sevgili Duygu Değirmenci o taslağı “Dar Zamanlar” ismi ile okumuştu. Bu isimle kalmasını önerdi. Ben de zaten içten içe bunu birinin söylemesini bekliyordum. Böylece roman kendi ismini bulmuş oldu.
- Romanı okuyacaklar için konusuna çok fazla girmek istemiyorum, ancak ana karakterlerinden söz etmezsek olmaz: Bahar ve Okan. Hem benzer yanları olan hem de birbirine benzemeyen iki karakter. Yazarları olarak; Bahar ve Okan’ı bize nasıl tanıtırsın?
Bahar, içindeki çocuğu büyütmeden büyümek zorunda kalmış bir kadın. Güçlüyüm maskesi altında bolca yorgan altında gözyaşı döküyor. Yorgan altında gözyaşı döküyor çünkü o hali ile karşılaşmayı istemiyor. Oysa ağlamak, sevmek insanca davranışlar. Ama o tüm bu hissettiklerinden kaçmak için okuyor, okuyor. Kendine yollar arıyor.
Okan ise içinde açık etmediği gizli bir dünyası var. Duygularını çok iyi saklıyor. Aslında sevilmek istiyor fakat o sevgiyle karşılaştığında ne yapacağını bilmediği için ilk yaptığı kaçma eğilimi göstermek oluyor. Bu nedenle sıklıkla yola çıkıyor.
- Dar Zamanlar’ı 3 kelimeyle anlatmam gerekse kelimelerim şunlar olur: Arayış, kayboluş, buluş. Ne dersin bu konuda?
Gerçekten çok güzel tespit emişsin. İnsan önce bir kaybolacak, o kaybettiklerini ararken başka şeyler bulacak. Sonra yeniden kaybolacak. Çünkü insan olmak süregelen bir ilerleyiş değil mi? Durduğumuz anda bitecek yaşam dediğimiz…
- Dar Zamanlar aslında inanç gibi çok hassas bir konu üzerinden ilerliyor, bunu yaparken öyle samimi bir dille ilerliyor ki kimseyi incitmiyor ancak okurunu karakterlerle birlikte bir sorgulama sürecine de sokuyor. Bu romanda asıl dikkat etmemiz gereken bireysel inanç meselesi mi, toplumsal dayatmalar mı?
Toplumsal dayatmalardan oluşturduğumuz bireysel inançlarımız, demeyi daha uygun buluyorum. Bahar’ın “içimin parmak sallayan kadınları” dediği ile Okan’ın “çocukluğuma yer etmiş koca adamlar” diye tanımladığı iç sesleri tam olarak buradan geliyor. Onlar belli bir normları olan toplumlara doğmuşlar. Onlara biçilen o kimliği alıp kabul etmişler. Ama artık kendi yolculuklarına çıkma vakti geldiğinden bir bakıyorlar ki o inançlar aslında onlara ait değil.
Kendilerini tüm inançlarını yeniden inşa etmeleri gereken bir yerde buluyorlar.
- Bahar ile Okan, kendi hikâyeleriyle birlikte pek çok kadının ve erkeğin de hikâyesini anlatmış oluyor bize. Dar Zamanlar üzerinden sosyolojik ve toplumsal bir okuma da yapılabilir mi?
Bahar ve Okan çok gerçekler. Çok içimizdeler. Her şey yolunda giderken sahip olduğumuz inançları, toplumun bize öğrettiklerini yaşamak ve savunmak çok kolay. Ama işte bir an tepetaklak olunca, derinden sarsılınca bir bakıyorsun elindekiler hiçbir işe yaramıyor. Hatta daha kötüsü en çok sen kendin kendini yargılamaya başlıyorsun. Çünkü ait olduğun toplumun kurallarının dışına çıkmışsın. Kendi cennetinden kendini kovmuşsun.
Bu aşamadan sonra artık dışarıda kalan olarak bakıyorsun tüm yaşananlara, geçmişine ait olduğun topluma. Artık anlam arayışı dediğin o sarmalın içindesindir.
- Romanda, kalbimde kocaman yer edinen Gönül ile Ramazan adlı iki karakter daha var, kendi zamanlarında, kendi kaderlerini yazmaya çalışan… Gönül mücadeleci bir kadın, Ramazan sevgiye ihtiyacı olan bir çocuk. Bu iki karakter üzerinden okuyucuya aktardığın farklı duygular, düşünceler var gibi geliyor bana… Okurlar için bu iki karakterini anlatır mısın?
Gönül, benim de gönlümde yer etti. O bu romanda cesaret ve asiliğin temsil ettiği bir karakter oldu. Boyun eğmez, kural dışı, sempatik ve gözü kara. Başka bir dünyadan, yüksek ihtimal o dağ başında olmasaydı. Bir şehirde anlatılsaydı Gönül, dönüp kimse onu tanımaya çalışmayacaktı. Ama onun ruhu o dağda can buldu. O karaktere o mekân yakıştı. Ve ortaya çok gerçek bir kadın çıktı.
Ramazan, sevilmeyi bekleyen çocuk yanımız. Bu nedenle Dar Zaman’ları okuyan birçok kişi onunla bağ kurdu. Sevdiğini ve sevilmek istediğini söylüyor. Korunmaya muhtaç, korktuğunda “elimi tut” diyebiliyor. Ben yazarken Ramazan için çok gözyaşı döktüm. Oysa onu yazmayı hiç planlamamıştım.
- Bu arada Gönül karakteri beni çok derinden etkiledi ve onun hayatının bilinmeyen kısımlarını, detaylarını çok merak ediyorum. Gönül başka bir romanda ya da öyküde kendi hikâyesinin kahramanı olarak karşımız çıkabilir mi?
Gönül, bilge bir öğretmen. Bilge öğretmenler hayatımıza girer bize rehberlik eder, kendi derslerini verir ve onlara bağlı kalmayalım diye hızla dünyamızdan çıkarlar. Romanda, başka bir yerden gelen dünyası en farklı olan, en fazla fikir çarpışmasını yaşatan karakterdi Gönül. Gönül çok güçlüydü, kim bilir belki tekrar kendini bir yerlerde var edebilir.
KUM SAATİ VE KÖSTEKLİ SAAT
- Dar zamanlar aslında bir aydınlanma sürecini anlatıyor. Bunu iki anlatıcı üzerinden yapıyor ve her bölüm başında biri iki farklı saat var. Kum saati Bahar, köstekli saat Okan. Bu saatler zamanın dışında başka şeyleri de simgeliyor gibi. Bu konuda okurlar için minik ipuçları verir misin?
Aydınlanma demek için önce karanlık gerekir. Burada karakterler başta kendi aydınlıklarından çok eminler. Ben daha çok dünyalarını yıkıp yeniden inşa etme süreci olarak tanımlıyorum. Kendi “ihtilallerini” yapmaları anlatılıyor.
Bölümlerde farklı zaman akışları var. Editörüm Duygu ile kitabın ilk bölümlerinde bunun fark edilmemesi gibi bir endişeye kapıldık. Roman ilerledikçe oturacaktı ancak romanların ilk elli sayfası okuyucuyu bağlama açısından önemlidir. Bu nedenle iki farklı anlatıcıya iki farklı simge koymayı düşündük. Zaten kitabın derdi de zamanla olduğu için, kadın vücudunu simgeleyen kum saati ile hem erkeği hem de geçmiş zamanı simgeleyen köstekli saati koymak birden aklımıza geldi. Çok güzel bir andı. İyi ki de öyle olmuş, çok yakıştı.
- Çiğdem Çiftçi İplik’in yazı yolculuğu nasıl devam edecek? Hayaller, planlar, hedefler vardır mutlaka. Suare Dergi okurlarıyla paylaşmak ister misin?
Ah tabi ki devam edecek. Herkesin görmekten hoşlandığı bir hali vardır, benimki de yazma hali. Ben yazarken başka bir evrene doğru yola çıkıyorum.
Ardı sıra dökülen kelimeleri bir sıraya dizerken hayali bir kız çocuğu dans ediyor onlarla, öyle bir rüya hali, varım ama yokum. Ben bir kere o kimliği var ettim, bırakamam artık.
İkinci kitabımın karakterleri, sonu, hepsi aklımda yazılı. Bununla ilgili biraz araştırmalarım var. O süreci tamamlayınca artık kendi kendisini var edecekler. Bakalım bu süreçte neler olacak, nerelere varacağım, şimdiden çok heyecanlıyım.
NİLGÜN KARATAŞ’IN DİĞER RÖPORTAJLARI


