İlk romanı romanı “Blöf – Aşkın Aşınmış Hali” ile okur karşısına çıkan Beril Bozdoğan, merkezine aşkı almış gibi görünse de tüm ilişkilerimizi ortaya seriyor. Blöf, sadece aşkın yanlış anlaşılmalarını, kaygılarını değil, tüm ikili ilişkilerimizdeki iletişimsizliğimiz ile bizi yüzleştiriyor. Arka kapağında dediği gibi; “Delikli ilişkiler ve birbirimize çare olma çabamız üzerine bir arayış romanı” olarak su gibi akan Blöf, okurunu da sarsıyor.
NİLGÜN KARATAŞ

Suare Dergi’nin sevgili yazarı Beril Bozdoğan, ilk romanı “Blöf – Aşkın Aşınmış Hali” romanı ile kısa bir süre önce okur karşısına çıktı. Roman elime ulaşır ulaşmaz hemen her kitapta yaptığım gibi okumaya arka kapaktan başladım. Ruh halimizin, davranışlarımıza olan yansımasını, kararlarımıza olan etkisini aşk üzerinden anlatacağını vadeden Blöf, günümüz insanının aşkını; özlem, takıntı, intikam, merhamet gibi temalarla ele alıyor.
Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitabın arka kapağında yer alan ve beni çok etkileyen cümleyi ise aynen buraya taşımak isterim: “Blöf, niyetlendiği empati duygusuyla Delikli ilişkilerin yaşandığı dünyamızda birbirimize çare olma arayışımızı dillendiriyor.”
Daha ilk sayfalardan Dora’nın yıllar sonra ortaya çıkan Ilgaz’a olan zaafı, yakın arkadaşı Desen’e olan güveni ve hayatına yeni girmiş biri olarak Çağrı’ya olan tutumu hem merak duygumu tetikledi hem de sanki, gruba katılan yeni arkadaş gibi, olayların içine çekiverdi. Blöf su gibi akarken, bizi de minik minik dürten ve sarsan bir roman. Kitabı daha bitirmeden, kafamda bir sürü soru oluştu bile. Belki de bitirdiğimde, bu soruların cevabını almış olacağım, ancak meraklı ve sabırsız bir okur olarak, Blöf’ün yazarı Beril Bozdoğan’a sormaya karar verdim. Beril’in hem MasterWriter Yazarlık Atölyesi’nden arkadaşım hem de Suare Dergi’nin yazarlarından biri olmasının avantajını değerlendirdim diyebiliriz.
Yazarın bizzat kendisinden aldığım bu tüyolar eşliğinde çok daha keyifli bir okuma yapacağımızı düşünerek, Beril Bozdoğan ile yaptığım röportajı paylaşıyorum.
Blöf’ü yazdıran neydi, nasıl bir itki ile “Aşkın Yıpranmış Hali’ni yazmaya başladın?
Blöf’ü yazma itkim üzerine çok düşündüm… Ana odağım, ikili ilişkilerdeki iletişim tarzlarının sonuçlarını irdelemekti. Ana karakterimiz Dora’nın başta sergilediğine benzer pasif agresif, edilgen iletişimlerin hiç beklenmedik hüzünlere mahal verebileceğini; diğer karakterlerimiz Ilgaz, Çağrı ve Desen’in ara ara denediği tamamen açık ve dürüst iletişimin ise gerçekliği kabullenmekte -ironik olsa da- yarattığı güvensizliği ve zorluğu aktarmaya niyetlendim.
İletişim demişken, bir iletişimci olarak şunu da sormak istiyorum: Romanın ana kahramanı Dora’dan yola çıkarak Blöf, iletişim kurma konusundaki beceriksizliklerimizin de altını çiziyor sanki. Okuduğum bölümlerde Dora, Ilgaz’a ne demesi gerektiğini bilemiyor, cümlelerini önceden kafasında kurmaya çalışıyor. Bir yerde, “kısa sürede tanıdığı halde tüm hayatını anlatacak kadar” yakın hissediyor ama tabii ki bunu ona hissettirmemesi gerektiğini düşünüyor. Blöf, günümüz insanının iletişim problemine, kendini ifade edememe hallerine nasıl yaklaşıyor?
Öncelikle harika bir soru; çok teşekkür ederim. İletişim, tüm zamanlarda eminim ki diğer her şey gibi değişmiştir, fakat günümüzde gelinen noktada artık bir matematik hesabına dönüştüğüne inanıyorum. Yalnızca gönül ilişkileri üzerinden ele almamak lazım bu savımı. Biz, “kol kırılır yen içinde kalır”, “babana bile güvenme”, “kız evi naz evidir” benzeri kalıplaşmış inançlarla büyütülmüş bir nesiliz. Öyle ki, aile ilişkilerimizde bile iç sesimizin önüne geçen öğretilmişliklerimiz var. Sınırlar burada çok kilit bir kelime; güven duygusunun oluşmasını beklemeden sınırsızca döküldüklerimizle veya güvenemediğimiz için de dökülemediklerimizle doluyuz. Hayatta bazen öyle noktalara taşınıyoruz ki, ilişkilerimizi gerçekten de matematik hesabı yapar gibi adım adım çözmek, şirket yönetir gibi davranışlarımızı planlamak durumunda kalıyoruz. Refleksi tepkilerimizin ve tetiklendiğimiz anlardaki bilinçdışımızdan fırlayan sözlerimizle yakın ilişkiler hırpalamıyor muyuz?
Özellikle psikoloji biliminin geldiği noktada, araştırmalar sonucu elde edilen istatistikler de artık dijital ortamlarda kolaylıkla ulaşılabilir bilgiler haline geldi. Durum böyleyken, çocuk yetiştirmek bile sözlerini beş kere tartıp dört kere yutarak ancak mümkün olur hâle geldi. İlişkiler ve iletişim anlamında zor bir dönemden geçtiğimize inanıyorum; zincir kıranlar ve zinciri aktaranlar arasında gidip geliyoruz. Bilgi çokluğu bazen faydadan çok zarar getiriyor mu; sanmam, fakat beraberinde büyük bir zorluk getirdiğine inanıyorum çünkü aslında çoğumuz doğru olanı yapmaya, doğru şekilde davranmaya ve doğru davranışlar sergilemeye çalışıyoruz.
Öte yandan uzun yıllar kadın dergilerinde ilişki taktikleri verildi; hatırlayanlar olacaktır. “İstediğiniz erkeği peşinizden koşturmanın 10 yolu” desem mesela, bu dergileri okumuş her bir kişi gülümsemeye başlar. Dora’da da bunu gözlemliyoruz. İç sesini dışarı yansıtmaya ihtiyacı var fakat dış gözle de kendisini görmeye çalıştıkça bocalıyor. Gerçeği tüm çıplaklığıyla bilmeli mi? Bilirse hakkımda ne düşünür? En nihayetinde terkedilen olmak hiçbir zaman hiçbir cinsiyet ve karakter için kolay değil…
Blöf, sadece aşk ilişkisini değil de tüm ilişkilerimizi mi irdelemek istiyor?
Evet. Blöf’te aile ilişkilerimizde olsun, ikili ilişkilerimizde olsun dengeyi bulamadığımız, rollerin birbirine karıştığı iletişim ağı içerisinde yolunu bulmaya çalışan modern insanın sancılarını; baş etme mekanizmalarımızın lehimize çalışmamaya başladığı fakat iyileşmenin de değnek değmişçesine bir anda olmadığını gösteren, iki ileri bir geri süreçleri anlatmak istedim.
Blöf karakterleri, duygularımız, kararlarımız ve davranışlarımızla yüzleşmemiz için bize bir ayna tutuyor olabilir mi?
Umarım öyledir. Kalemim ve kelimelerim yettiğince bunu denedim. Herkesin kendisine benzeteceği veya benzemek isteyeceği karakterler olmalarını diledim tabii. Aşk, ahlâk, dostluk anlayışlarımızın sınırlarını, ne kadar esnetilebileceğini, duyguların bu sınırlara olan etkisini, ilişkilerdeki hatalı kararların nelere mâl oldukları ve bu sonuçlarla nasıl baş edildiğini veya edilemediğini işlemeye çalıştığım bir roman Blöf.
Blöf karakterlerinin yaptıkları hataları da bizimle paylaşıyorsun. Burada hayatın gerçeklerini mi görüyoruz?
Hiçbir karakterimin kusursuz olmaması, hepsinin kendisine ait büyüklü küçüklü hatalara sahip olması ve yeri geldikçe bu hataların sonuçların sorumluluğunu kabullenecek cesarette olmaları beni tüm karakterlerimle gerçekçi bir bağ ile bağladı. Desen üzerinden, aslında başkasının travmasının kendi birincil travmamıza dönüşebileceğini, Ilgaz üzerinden bir işin profesyoneli olsak da konu kendi içsel duygu dünyamıza geldiğinde tutulup kaldığımızı, belki de her şeyi tamamen yanlış analiz ettiğimizi görüyoruz.
Blöf’ü isteyen okur tamamen aşk üzerine bir roman gibi okuyabilir. Ama ben sanki biraz daha ötesinde bir şeyler olduğunu hissediyorum. Yazar olarak birinci ağızdan duymak istersek; Blöf’ü sen nasıl kategorize edersin?
Bir aşk romanı olarak görülebilecek Aşkın Aşınmış Hâli – Blöf, aslen aşk kadar güçlü bir ilişki üzerinden iletişimi şekillerini irdeleyen bir psikolojik gerilim bile sayılabilir; kurgunun kendisi alt metni güçlendiren bir araç bana göre… Dora, bugünkü aklı olsaydı kitabın sonu elimizde tuttuğumuz şekilde biter miydi, Ilgaz kendisini daha net ve objektif ortaya koyabilir miydi, Çağrı yaptığı seçimin arkasında durur muydu; bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz fakat yazıldığı zamanki yazarın iç dünyası göz önünde bulundurulduğunda tüm karakterler yine aynı şekilde kendilerini var ederlerdi gibi hissediyorum.
Blöf, okurla paylaştığın ilk roman. Aynı zamanda yazdığın ilk roman da Blöf mü? Seni tetikleyen ne oldu da, yazar olarak nereden beslendin de Blöf’ü ilk romanın olarak okura sundun?
Blöf, yayınlanan ilk romanım fakat kurguladığım ikinci romanım. İlkinin henüz zamanının gelmediğini düşünüyorum. Yazmak, zaman ayırmak demek. Birinci plana kurguyu ve karakterleri almak; aynı zamanda fikren de yazma eylemine hazır olmak demek. İlk kurguladığım romanımın tüm iskeleti hazır; ilk oğluma hamileliğim boyunca yazmıştım. Ardından peş peşe gelen iki oğlum uzun süre odak noktam oldular; pandemi ise doğası ve getirdiği kayıplar gereği çok hüzünlü bir dönem olmakla birlikte, zaman genişlemesi gibi bir olaydı; sanki hepimizin bir anda bolca vakti doğdu. O dönemde ailevi ilişkiler üzerine çok kafa yoruyor, bolca çocuk psikolojisi ve psikanaliz kitapları okuyordum ve yazmaya hazırladığım ilk romanın taslağını gelecek zamanlarda yeniden işlenmek üzere rafa kaldırdım ve sıfırdan, daha durağan, hafif bir kurguyla, ağır bir ilişki sorgulaması yazmaya başladım. Aşk ilişkileri üzerinden bu sorgulamayı yapmak ise daha cazip geldi. Çocukları uyutur uyutmaz ilk yaptığım şey romana oturmak ve yorgun düşene kadar yazmaktı. Blöf böyle doğdu.
Özellikle ilk romanlarda yazar kendi hikayesini yazar, derler. Elbette yazar tüm hikayelerinin içinde yaşadıkları, hissettikleri, biriktirdikleri ile vardır. Yine de meraklı okurlar adına sormak isterim; Blöf birinin ya da birilerinin hikayesi mi?
Çıkış noktası tanıdığım birinin bana yıllar öncesinde kurduğu bir cümleden geliyor, evet. “Ben aklımdaki sevgilimle mutluyum.” Cümle buydu. Bu tek cümlenin içerdiği yalnızlık ve bende uyandırdığı merak yıllarca aklımdan çıkmadı. Bahsettiğim süre aşağı yukarı on beş yıl. Fakat Blöf benim yaşadığım ya da birinden duyduğum bir hikaye değil. “O akıldaki sevgili geri dönseydi ne olurdu?” sorusunun devamında gelen ve hiç beklemediğim yerlere giden bir kurgu oldu bu. Diyebiliriz ki, kurguyu bir araç olarak kullanarak yakın ilişkiler üzerine çokça kafa yorduğum bir dönemimde anne-çocuk, baba-çocuk, kardeş, dost, ikili ilişkiler gibi tüm ilişki ağlarına ve bu ilişkilerde önceliklendirmelerin, rollerin nasıl olması gerektiklerine; yanlış giden ilişkilerdeki baş etme mekanizmalarının neler olabileceğine dair kafamda dolanan sorgulamaları Dora’nın aşkı üzerinden kendim de bir cevap bulma ihtiyacıyla yazdım. Tabii ki içindeki duyguların çoğu hayatımın bir döneminde elbet hissedilmiştir; olaylar rahatlıkla kurgulanabilir fakat hissedilenler, duyu organlarımızın algıladıkları, mekânlar… Bunlar romancının kendi hayatından alarak kullandığı materyaller gibi geliyor bana.
Ertesi gün Kayseri Kitap Fuarı için yolculuğa çıkacakken ve henüz bavulunu hazırlamamışken sorularıma vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim. Senin de, Blöf’ün de yolunuz açık, okurunuz bol olsun.
Bu harika sorular ve samimi sohbet için yürekten teşekkür ediyorum.
Blöf üzerinden Beril Bozdoğan ile yaptığım, röportaj şimdilik bu kadar. Romanı okumayı bitirdiğimde yeni sorularımı sorma ve izlenimlerimi teyid etme hakkımı saklı tutuyorum. Bu arada okurlarından gelen soruları da yazarımıza ulaştırmak ve yanıtlarını almak isterim. Lütfen sorularınız varsa, siz de iletin.
İletişim kurabildiğimiz güçlü ilişkiler dileğimle Blöf’ü tüm edebiyat severlere tavsiye ediyorum. İyi okumalar.

Beril Bozdoğan
Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra ilk çocuğunun doğumuna kadar aktif olarak teknolojik danışmanlık ve eğitim sektörlerinde çalışmaya devam etti. Üniversite ve iş hayatı boyunca asıl ilgi alanı olan sanat tarihi, çizim ve yaratıcı yazma eğitimlerini sürdürdü. Anne olduktan sonra ise çocukluk hayallerinin peşinden giderek, edebiyata ve resim sanatına ağırlık verdi. “Blöf – Aşkın Aşınmış Hali” adlı romanın yazarı olar Beril Bozdoğan, eşi, çocukları Burç ve Boran ile İstanbul’da yaşıyor.

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.


