Sevin Bayrı
Adam, her sabah uyanır uyanmaz duvarlarını sayardı.
Dört değil, her gün başka bir sayı çıkardı; bazen altı, bazen on iki. Oysa oda hep aynıydı. Ya da o öyle sanıyordu.
Her yeni duvar, düşüncelerinin bir yerinde yükseliyor, onu biraz daha sıkıştırıyordu. Kimi duvarların sesi vardı, birinin alçak sesle konuştuğu, birinin ağladığı, birinin içinden deniz sesi geldiği. Deniz sesi olan duvar, adamı en çok huzursuz edendi. Çünkü oradan, ara sıra bir dalga sızıyordu. O dalga, gece boyunca bir şeyleri yıkıyor, sabah olduğunda adamın hatırlamak istemediği bir şeyi gözlerinin önüne getiriyordu.
Bir keresinde, dalgayı durdurmak için duvarı boyamaya çalıştı. Boya tutmadı. Bir başka sefer, duvara kulaklarını tıkadı; ama ses içerden geliyordu.
Zamanla duvarların mı çoğaldığını, yoksa kendisinin mi küçüldüğünü anlayamaz hale geldi.
Bir süredir, dairedeki memurlar onunla ilgileniyordu.
Raporlarda “duvarların düzensizliği” başlığı altında adı geçiyordu artık.
Daire, duvarların durumunu incelemek üzere yeni bir komisyon kurdu.
Rapor formunda “duvar” kelimesi on üç defa geçiyordu; “dalga” ise yalnızca bir kez.
Memur F., duvarların sayısını tespit etmekle görevlendirildi. Ne var ki her sabah binaya geldiğinde, duvarların yer değiştirmiş olduğunu fark ediyordu. Dünkü raporda sağda olan, bugün soldaydı. Bazıları sanki gece boyunca çoğalmış, bazılarıysa ince bir toz halinde yok olmuştu.
Üstlerinden biri,
“Bunlar doğal hareketlerdir, endişe etmeyin. Duvarlar sadık yapılardır,” dedi. Ama Memur F. duvarların nefes aldığını duyuyordu. Her nefes alışlarında, içeriden hafif bir dalga sesi yükseliyor, belgelerin altına tuzlu bir nem siniyordu.
Bir gün, üst düzey bir müfettiş geldi.
“Dalga yok,” dedi sertçe. “Bu sadece duvarların yorgunluğu.”
Ama konuşurken pantolon paçalarından tuzlu su damlıyordu.
Memur F. o gece bir rapor daha yazdı:
“Duvarların içinden gelen sesler emir niteliğinde değildir. Fakat yok sayıldıklarında çoğalıyorlar.”
Bir sabah, duvarlardan biri nefes aldı.
Adam, bir anlık ürpertiyle uyandı. Duvardan, sanki uzun zamandır biriken bir rüya sızıyordu. O rüya, dalga halinde odaya yayıldı.
Adam bir an için, duvarın ardında bir başka kendisinin yaşadığını fark etti, daha özgür, daha korkak, ama suya benzeyen bir kendisi.
Günler geçti. Duvarların sayısı artıyor, sesler çoğalıyordu.
Adam, duvarlarla konuşmaya başladı; onlara itiraflar ediyor, özür diliyor, anlamaya çalışıyordu.
Duvarlar, sessizlikle cevap veriyordu. Sadece biri, en arkadaki, nefes alıyordu artık. O nefes, bir deniz uğultusuna dönüşene kadar sürdü.
Memur F. Bir başka gün belirsizliğin düzene girip girmediğini kontrole geldi. Gözlemlerini raporladı;
“Gözlemci ile duvarlar arasında özdeşleşme belirtileri artmıştır. Dalga sesi artık dışarıdan değil, içeriden gelmektedir. Dalga büyümekte, duvar sınırlarını aşmaktadır. Müdahale imkânsızdır.”
Raporu merkeze ulaştırmak için Memur F. gözlem yerinden ayrıldı. Kapıyı kapattığında çıkan o tiz sesi, gergin sessizliğin son ölçüsüydü. Memur F.’nin varlığının yarattığı son gözlem de o an için kalkmıştı.
Tam o anda, duvarlardan biri çözüldü. Bu bir çöküş değildi; sıvılaşmaydı. Duvarın bütün tuttuğu kireç, sınırlar ve diğerleri, ılık bir sıvıya dönüştü. Dalga, fısıltıyla, bir çağrı gibi içeri girdi.
Adam, kapalı kalma halinin son sığınağında, kendini bu dalga patlamasının ortasında buldu. Artık odaya hapsedilen düşüncelerin yansıması olan tuzlu, kesif bir su doluyordu.
Adam, hangi tarafta olduğunu bilemeden, duvar mı yoksa dalga mı olduğunu hatırlamadan, bir süre yüzdü. Nefes alması gerekip gerekmediğini unuttu. O an, sınırın kendisi erimişti; içeri ve dışarı aynılaştı. Yüzmeye devam etti. Zihni, odanın duvarlarını arıyordu hala.
Sonra, dalga oldu diğer dalgalara karıştı, çoğaldılar. Geldiler, duvarları, birer birer, artık tutulamayacak bir hakikatin baskısı altında erittiler. Mevcut sıvılaşma ilk Memur F.’ye ve diğer gözlemcilere ulaştı, içine aldı, sessizce yuttu.
Dalga ilerledi, bütün duvarları aşıp, bütün duvarları yıktı.

Sevin Bayrı, İşletme Fakültesi’nden mezun olup, üzerine sosyoloji okusa ve özel sektörde çalışan bir beyaz yakalı olsa da aslında hep sanata dolaşık yaşadı. İlk önce kitaplara aşık oldu, sonra tiyatroya. Resim ve fotoğraf sanatına sevdalı bir gezgin oldu. Dormen Akademi sahnesinde sahne tozuna bulandı. Yazmak ve okumak; ilk aşkını hiç terk etmedi. Bir seyahat blogunda metin editörlüğü yaptı, iki kollektif kitapta öyküleri yayımlandı. Halen yazıyor. Deliliğin sınırsız evreninin doğal sınırlarını ararken kelimelerden yol arayarak.

