Zeynep Tezel
Kirpiklerimin üzerinde bir gölge var. Tamamını henüz göremiyorum ama dolanırken, göz kırpmalarımın arasından parça parça yakalıyorum. Kirpiklerim, ara sıra dikenli uçlarını saklıyor, geriye çekiyor. Gölgeyi korkutmak istemiyormuş gibi hassas davranıyor. Sanki beraber oyun oyuyorlar. Bazen de gölge öyle yoğunlaşıyor ki, âdeta taşlaşıyor, ağırlığını tüm bedenimde hissediyorum. Sonra da birden bir tüy kadar hafifleşiyor. Gölgenin yoğunluğu, ışığın hem gücünü hem de kırılganlığını belirliyor. Işık ise, kesik kesik süzülüyor.
Terasın açık camından içeri süzülen sabah ışığı önce zeytin ağacını dilimliyor, yoğunlaşıp yayılıyor, sonra duvarda çiçek gibi açıyor. İçeri kaçan birkaç huzmenin içinde tozlar uçuşuyor. Kirpiklerimin ucunda dolanan gölge de tozlanıyor.
Her ışığın, kendine özgü bir kokusu olduğunu hayal ediyorum. Kanımca, sabah güneşinin kokusu hafif ve uçucu olmalı. Gün batımının ışınları ise, eski kitapların kokusunu sunabilir. Derin bir nefes alıp soruyorum. Ya gölgenin içine saklanmış ışığın kokusu nasıldır?
Gizemli, gizli bir ışık olduğuna göre kokusu da tahmin edilemez olmalı. Biraz tütsü ya da toprak, azıcık petrikor, belki de kan kokuyor. Olabilir. Ve hatta, katmanları çoğaldıkça anlaşılmaz bir kokuya dönüşüyor da olabilir. Sokak lambalarına takılıyor gözüm. İnsan eliyle yaratılan yapay ışıkların kokularını düşününce, muhtemelen, metalik ve ağır bir koku olmalı, diye varsayıyorum.
Buğulu camdan içeri giremeyen ışık atakları buzlu yüzeyde yayılıyor. İçeri girmek için kendilerine kesik arıyorlar. Oysa, kesikler, kirpiklerimin arasında dolanan gölgenin içinde beliriyor. Kirpiklerim, izni hemen onaylıyor. Ben ise, hiç vakit kaybetmeden, birinden içeri dalıyorum.
Tuhaf bir karanlığın içindeyim. Geceyi aydınlatan sokak lambalarının altında gibiyim. Yapay, floresan, led, neon. Işığın atındaki gölgeler, kat kat, katman katman. Her biri bir öncekini daha da karartmış. Işık ve karanlık iç içe geçmiş. Işık her şeyi aynı anda gösterirken, gölge seçimi bize bırakıyor. Parlaklığın gizlediği kırıkları gösteriyor. Ne sessiz ne de kayıp. Bütün olmanın ana koşulu, diye düşünüyorum.
Bazen, görmenin, aydınlanmayla değil, kararmakla mümkün olduğunu anlıyorum. Gölge, görünmeyenin dili. Öğreten.
Işık ise bazen kör eden. Önce bilimsel, sonra mitolojik temel ilkeleri geçiyor zihnimden. Bilimsel olanları bırakıp mitolojik olanlarda takılıp kalıyorum.
Prometheus’un ateşi düşüyor aklıma. İnsanlara, ateşle birlikte ışığı, ışıkla birlikte sorumluluğu da vermişti. Bilginin sorumluluğunu… Bilincin sorumluluğunu…
Sorumluluk, kesiklerden birinden içime batıyor. Sonra da sorumsuz gölgelerin suretleri beliriyor gözümün önünde, gölgenin içinde. Çürümüşlüğü, unutkan dimağlarına sindirmiş insanlar geliyor aklıma. Üzücü insanlık tarihini düşünürken zincirin tıkırtılarını, kartalın kanat seslerini duyuyorum. Canım sıkılıyor. Ciğerim yanıyor. Pandora’nın kutusunun açılmış olduğunu hemen anlıyorum. Metalin, kurşunun, patlayıcıların ve kanın kokusunu duyumsuyorum. Bir balonun gölgesi duvarda süzülüyor. İpin ucunu tutan çocuk yok. Küçücük gölgeleri üst üste binmiş, bir gölge dağı oluşturmuş. Katmanlar ile ortalık iyice kararmış. Işık sızamıyor. Işığa geçit yok. Balonların gölgeleri, yıkık betonların üzerinden uçuşup gidiyor. Unutmanın, kavuşamamanın kül renkli simgeleri.
Sağır ve sorumsuz geçmiş, ölgün, solgun bir şimdi yaratmış. Tüm kokular birbirine karışıyor. Gölgeleri unutmama sorumluluğu, kesiklerden birinden kanıyor. Bazıları irinli. Gölge hiç unutmuyor. Kirpiklerimde dolanıyor. Gölge, yokluk değil. Işığın kendini hatırlatma biçimi.
Zihnim kramplar içinde kalıyor. Kasılıyor, acı acıyı arttırıyor. Işığın kokusu sarsıcı. Adı konulamayan bir çürük kokusu. Karanlığın rutubetli ağır havasından, yaralı kesikten çıkmaya çalışıyorum. Başaramayınca, yeraltındaki sessiz ışığı hatırlatıyorum kendime.
Persephone… Yeraltına indiğinde dünyadan bütün ışığın çekildiğini, bereketin yokluğa evrildiğini anımsıyorum. Güneş doğuyordu ama hiçbir şey ısınmıyordu. Işık, yeraltında kaybolmuştu. Ama Persephone orada, ölülerin sessiz ülkesinde, başka bir ışık bulmuştu.
Karanlığın içinde büyüyen bir hatırlayış. Bu ölgün ışığı, acıyla arınmış farkındalığın ışığını taşımıştı yeryüzüne, biraz tozlu, biraz puslu… Bu yüzden hiçbir bahar tam parlak olamadı. Her baharda hep bir gölge kaldı. Hem tozlu hem puslu. Ancak, gölgeler hep fısıldar. Ne kayıplardır ne de sessizlerdir. Öğretendir. Görünmeyenin dili. Bütün olmanın ana koşulu.
Kesikten, bükülerek çıkıyorum. Kirpiklerimin ucundaki gölge, hâlâ dolanıp duruyor. Gölgenin içinde de minicik ışık huzmeleri süzülüyor. Hem dağılıyorlar hem kırılıyorlar.
Gölge, bilincimi parçalara ayırıyor. Geçmişin buzlu yansımasını sunuyor. Sağır, umarsız geçmiş şimdi solgun ışıklarını yansıtıyor. Gözlerimi kocaman açıyorum. Işık, süzülerek zeytin ağacıyla buluşuyor, yapraklarını parlatıyor.
Dilim dilim düşen her ışık kesitinde hem Prometheus’un ateşi hem de Persephone’nin yeraltı ışığı parlıyor. Hemen kokuları ayrıştırmaya çalışıyorum. Başaramıyorum. Tarif edilemeyecek kadar karışık, yoğun bir rayiha.
Kirpiklerimin üzerinde dolanan gölgenin derinliği etkili. Bana boşlukları, parçalanmışlıkları gösteriyor. Işık her yeri eşit aydınlatırken, gölge hep katmanlar yaratıyor. Düşüncelerimi de duygularımı da katmalara teslim ediyorum. Sonra da kirpiklerime teşekkür ediyorum. Bir mağaradan çıkmış gibiyim. Yüzeyde saklı kalan anlam, gölgenin içinde görünür oluyor. Gölgenin tozunu geldiği yere iade ediyorum. Görünmeyenin ardını görmemi sağlayan da işte bu sessiz tanıklığın ve öğretenin içindeki ışık kesitleri. Gölgem, terasın duvarına yansıyor. Zeytin ağacının gölgesine karışmış, bütünleşmiş gibiyiz. Anlam, gölgenin içinde.
Kirpiklerimin üzerinde bir çığlık duyuyorum: “Bir şeyi gerçekten görmek istiyorsan, gölgesine bak.”

Zeynep Tezel, Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Tahsin Yücel, Berke Vardar gibi değerli hocalarıyla geçen üniversite yıllarından çok sonra 2022 senesinde yeniden edebiyat dünyasına döndü. Varlık Yayınları, Hikâyeci gibi dergilerde, İshak Edebiyat gibi dijital platformlarda, Eylül, Dışarıda Kalanlar, Ayna Meselesi, Anne Gölgesi, İstanbullu Öyküler gibi çeşitli kolektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Distopya Dergisi’nin yazarları arasında yer alan Tezel, 2023 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’nda kısa listeye kaldı ve seçki kitabında öyküsü yayımlandı. Yazı yazabilen kişi olmak için çabalıyor.


