İsmet Ümit
Hep ben mi üzüleceğim? Yersiz yaftalamaların kurbanı olmak, hatta aşağılanıp derin üzüntü labirentlerine düşmek ve her defasında yardım almadan bu labirentlerden çıkabilmek, yorucu. İntikam soğuk yenen bir yemekmiş öyle derler fakat ben; sıcak sıcak yiyip güzelce sindirmeye karar verdim. Zaman, o zamandı. Beynim, çoktan siyah bayrağı çekmişti.
Vapur iskeleye yanaştığında atlar gibi indim, artık atların da kalmadığı köyüme. Koşarcasına yokuşu tırmanırken beni görüp sevinen birkaç arkadaşımı aceleci tarzda selamlayıp varmam gereken geçmişimin kuyusuna ulaştığımda; kalbimin atış hızını hesaplamak isteyen beynime, oyuncuların sahneden evvel uyguladıkları telkini hızlıca pelesenklemeye başladım hem de tam on sekiz defa; zira bu benim tiyatrodan kalma en önemli ritüelimdi. Tesla’nın ruhuna son bir defa selam yollayıp eski demir bahçe kapısının açılması için zile bastım.
Kapıyı açan yaşlı Madam Talin Abla’ydı. Ben ona hep böyle seslenirdim. Yıllardır huysuz ihtiyarın yardımcılığını yapıp kimsenin girmediği hatta sineğin bile uçmasına izin verilmediği on dokuz odalı evi boğaz tokluğuna temizleyen sakin ruhlu kadın.
Gülümsedi bana “nerede” dedim arka bahçeyi işaret etti. Role fazla girip her zamankinin tersine tüm silikliğimi sanki denize atmış gibi enerjisi yüksek bir ruha sahiptim. Bu sefer kendim için sahnedeydim: Tiradımı kendim yazmış oyuncuları da kendim belirlemiştim. Bu intikam kurgusunun da müstakbel tek yönetmeni bendim. Durumum Madam Talin ablamda merak uyandırmıştı. Bunu bana bakışlarından ve arka bahçeye kadar takip etmesinden anlamıştım. Âna ait tek düşüncem klasik selam peşrevinden sonra ilk lafımın ne olacağıydı; peşrev çabukça bitti ve ilk lafım geldi.
“Size şunu üstüne basarak söyleyeyim ki; öküz gözü, erkek bir şaraptır ve öküz gözü üzümü en erkek üzümdür. İtiraz var mı yoksa diğer saptamalarımı iletmek isterim.”
Masanın üzerinde duran; eski, yanlı, tutuk medyaya ait gazetesinde bilmem kimin köşe yazısını okumaya devam ediyordu. Sözlerim onda herhangi bir tepki uyandırmamıştı. O sırada bize kahve getiren Madam Talin’i kendine muhatap alarak “yüce devletim bizlerin de emekli maaşlarında yüzde on yedi nokta beş oranında düzeltme yapacak mış. Sevgili madam, mutlaka bunun sana da bir faydası olur. Sonuçta sen de yüce devletimizin emektar işçi emeklilerinden birisin” diye kısa bir söylev çekti. Kadın ihtiyara baktı burnunu kıvırıp, “kaşıkla gelen kepçeyle gider” diyerek kafasını sallayarak uzaklaştı.
Yine yalnız kalmıştık. İçimde çalan müziğin volümü yükselmeye başlamıştı. Onu dizginleyip kuşları ve hafif rüzgârın çamlardan çıkardığı melodiyi dinledim. Çocukluğum geldi aklıma. İşte o an Slash, gitarıyla kasım yağmuru solosuna başladı beynimde. Tekrar saldırdım ihtiyara.
“Biliyor musun aya hiç gidilmedi. O filmi Stanley Kubrick çekti. Hepsi yalan hatta koca bir kurguydu. Neil Amstrong’da Reagan gibi artistin tekiymiş. Daha Van Allen kuşağını nasıl geçeceklerini bile çözememişler.”
Dikkatini çekmeyi başarmış gibiydim. Küçümser bir şekilde gözlüklerin altından bana bakıyordu. Devam ettim. “Artık dünya değişiyor, paradigma robotik, hatta kuantum yazılımlı robotlar üzerine olacak hem de beş on sene içinde. Senin için hava hoş nasılsa seksene sırtını dayamış durumdasın. Aslında biraz daha dayansan sana da çip taktırırdık. Gerçi ben çipe karşıyım ama sen düzen adamısın zaten”
İhtiyarı ‘düzen adamı’ lafıyla vurmuştum, bunu biliyordum. Küçümser bakışlarından film gibi akan durum buydu. Bana hakaret edecekti biliyordum. Bense gayet rahattım. İlk defa karşısında gerilip üzülmeden inandıklarımı savunuyordum.
Ateş saçan bakışlarıyla önce beni kadrajına oturttu. “Bak oğlum seni ve saçma fikirlerini sevmiyorum, bunu biliyorsun. Yaptığın, adına sanat dediğin boş işleri asla tasvip etmediğimi hatta bu durumunun evlatlıktan redde kadar varacak bir sonuç olacağını bilmeni isterim. Sen terk ettiğin okullar ile mi sanatçı oldun zannediyorsun. Ezcümle bu şekilde uyuşmuş beyninle beni rahatsız etmeye devam edersen persona non grata olman kesin benim gözümde.” Ayağa kalkarak devam etti. “Bakınız, yaşadığım bu asude hayatı devletim sayesinde kazandım. Yine tekrar ediyorum, seni sevmiyorum. Bu saçma konuşmayı devam ettirmeye kararlıysan, bil ki emniyet müdürünü hatta vali beyi arar seni tutuklattırırım.” İçimden kahkahalarla gülüyordum ifadesiz mimiklerimle ona bakarken.
Sigarasını yakıp, çamların arasından aşağılardaki denize bakmaya devam etti denizi hiç sevmeyen huysuz ihtiyar. Annem geldi aklıma. Daha da bilendim.
“Senin devlet dediğin durum artık koca bir şirketler yumağının malı. Yakında noterler hatta bankalar bile kapanacak. Bu kadar fazla doktora bile gerek kalmayacak, yapay zekâ insana olan ihtiyacı yok etmeye başladı; birinci dünya savaşından sonra ihtiyaç duyulmayıp azaltılan atlar gibi olacağız”
Denize bakmaya devam ediyordu “bu dünya adaletsiz” diye devam ettim “mesela Tesla’ya yapılanlar: Sence Edison, Nikola Tesla’yı neden batırdı, sadece para. Neden bedava elektrik kullanamıyoruz, çünkü; bedava, sömürüyle pek dost iki kavram değil.
Bu sefer “devletle” beraber yarasına tuz basmaya başlamıştım. Oysaki anlattıklarımı dinlese, biraz anlamaya çalışsa, belki kendi de rahatlayacak gömmesi gereken geçmiş; oğluna sarılmasına neden olacaktı.
O an sessizliğe gizlenmiş gürültü; uzaktan şimşekleri ile görünmeye başlamıştı. Fırtınadan önceki durgunluk, kelebeğin kanatlarını bekliyordu. Bunu ikimiz de biliyorduk. Dönüşü olmayan tek yönlü tren yolcuları gibiydik tek fark benim bombayı patlatıp trenden atlayacak olmamdı.
“Farkında mısın bilmem ama yeni bir din geliyor, peygamberi de yapay zekâ. Vee şunu da iyi bil, çok yakında nakit para da yasaklanıyor. Her şey dijital olacak; bloklar zinciri denilen bir alt yapıya oturtulmuş olarak. Tüm amel defterimizi oraya işleyeceğiz.”
Bombanın pimini çekmiştim, artık geri dönüş yoktu. Nakitin yasaklanması durumunu, benim onu bir şekilde kandırmam olarak almıştı cimri ihtiyar. Oysaki bunu hiç yapmamıştım. Hep kendimi kandırıp durmuştum, ta ki bu güne kadar.
“Talin, Talinnn” diye bağırdı mutfak kapısına bakarak. Kadın kafayı uzatır uzatmaz “bana siyah çantamı getir” diye gürledi eski konsolos. Çantada muhtemelen silahı vardı.
Sakin adımlarla bahçe kapısına yürüdüm, arkamdan uçan sunturlu küfürleri duymak bile istemedim. Bahçeden çıkmadan kapının yan duvarında cam bir kül tablası patladı. Kırıntıları ayakkabılarıma geldi üzerlerine basıp ezdim Hedefi tutmamıştı, mutluydum. “Gözü olanın gözü çıksın” dedim.
Sertçe kapattım ağır demir kapıyı geçmişimin üzerine. Bir sigara yakıp, yokuş aşağı, denize doğru, mavi hayallerim ile yürüdüm. Rahatlamıştım. Konuşma cüretim onu acıtmıştı bunu çok iyi biliyordum.
Haydee yallah, ruh emen ihtiyar…

İsmet Ümit, Büyükada’da doğdu. Sayıları pek sevmese de; kelime ve cümle mühendisliğine çocukluktan beri aşık. Geçmişinde tiyatro ve işletmecilik ile yıllarca hemhal olmuştur. Yazdığı hikayeler çeşitli kolektif öykü kitaplarında yayımlanmış olup halen tüm dimağını yazıya yormaktadır. Edebiyat dünyasında Üstadı kirpilerin mesafesini ayarlayan adam, Sorgun’un babasıdır.