BURAK SOYER
küçük İskender 55 yıllık ömrüne, 40’tan fazla şiir, deneme, serbest metin, güncelerle birlikte 3 tane de roman sığdırdı. Onun “roman değil, serbest metin” olarak niteleyip, “Rüyanın içinde görüldüğü uykuyu tanımlayıp kanıtlaması…” diye biraz daha “küçük İskenderce” şeklinde tanımladığı, “flu’es” da İskender’in hayata karşı tavrının, durduğu pozisyonun, etrafında olup bitenlerle ilgili düşüncelerinin en net ifadesidir.

“Emrivaki ütopyaların topluma ya da bireye yönelik yaptırımı, zaten var olan otoritenin ve zulmünün aynı bünye içerisinde başıbozuk metastazından başka bir şey değildir. Kültürel dokusu mükemmele dayanmış bir kalabalığın masalcısı, gerçekdışının yoğun ilgisi altında o güruha bilinçaltının olanaklarına ne kadar sunabilir? Yeryüzünde başka bir yeryüzünün hükme geçebilir mi? (Yanıltıcı marjları unutalım.) Bu olguyu ideoloji izotopluğundan sıyırıp salt’a indirgemek (!), zaten bir ‘ütopya’ manşeti atmamıza yetiyordu. Altkümesini fantezilerin oluşturduğu bir bulgusuz topraklar iniltisi, kendi yokluğunu diğerlerinin yokluğu üzerine inşa edecektir. Bu tehlikeli ip köprüde ‘arzu’, ‘kaçınılmaz’ bir ‘zaruret’tir; arzu’yu ütopya alanında besleyici kılan yanı, ilkel benliği kuşatan dürtü’lerin taze tutulmuş olması. Ütopya, kişisel bir gerçekdüşt’tür Sör. Ütopya, umutlu insanın -geleceğin karşısında- elde ettiği averajdır. Ruhu bozuklar, kurulmuş ütopyaların iniltisini taşırlar. Onlarınki de bir alternatif değildir. Buluş’u, Buluşma olarak görmeliydik. Artık hiç kimse bir başkasının yazgısını yönlendiremez. Oysa Sör, bugünün insanı ütopya kuramayacak kadar yalnızdır.” küçük İskender 55 yıllık ömründe, 1988 yılında “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” şiir kitabıyla başladığı yazın hayatına, 40’tan fazla şiir, deneme, serbest metin, güncelerle birlikte 3 tane de roman sığdırdı. 1998 yılında yayımlanan ilk romanı “flu’es”, ertesi yıl çıkan “Cehenneme Gitme Yöntemleri” ve 2000 yılında okurla buluşan “Zatülcenp”, küçük İskender roman değil serbest metin olarak niteleyip, “Rüyanın içinde görüldüğü uykuyu tanımlayıp kanıtlaması…” diye biraz daha “küçük İskenderce” şeklinde tanımlasa da yukarıdaki alıntının yer aldığı “flu’es”, İskender’in hayata karşı tavrının, durduğu pozisyonun, etrafında olup bitenlerle ilgili düşüncelerinin en net ifadesidir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden şekillenen dünyada insanın kendinden ve doğal habitatından uzaklaşarak makinelerle iç içe geçmesi, kendine karşı, her dönemde olduğu gibi kendiliğinden içinde bulunduğu çağa uyumlanma zarureti, yabancılaşmayı da beraberinde getirdi. Mevzu bahis yabancılaşma, değişen dünya ve konjonktürüyle birlikte bireysel bir yabancılaşmayla insanın elinin değdiği her şey için geçerli oldu. Hâliyle edebiyat da bundan nasibini aldı. 1950’lerde Fransa’da başlayan “Yeni Roman” akımıyla birlikte klasik roman anlayışı, yerini biçimsel olarak herhangi bir kategoriyle eşleştirilemeyecek bir yapıya bıraktı. Bizde o yıllarda toplumcu gerçekçi roman yükselişe geçerken dünya edebiyatı, konu, karakter, zaman, mekân, psikososyal tahlilleri yerle bir ederek kendi türünü yarattı. Derdini, dış dünyayla ilişkisini, kendiyle olan çelişkisini “yöntemsiz” bir dille ifade etmeye başladı. küçük İskender’in ilk romanı “flu’es” da bu yönleriyle “Yeni Roman” akımının yerli yazının ilk örnekleri arasında yer alır.
“Roman sanatının” geleneksel kaygılarından uzak, şairliğinin getirdiği maharetle, tıpkı yukarıdaki alıntıdaki gibi, mecalini satır aralarında değil, sözcük, hatta harf aralarına serpiştirir. Toplumun mekanik düzenini bozulmaması, daha doğrusu iktidarın keyfinin kaçmaması için ortaya sürülen politik, sosyolojik ve kültürel kural veya normlara kendi üslubunca karşı çıkan, yer yer saldıran, ayaklar altına alan küçük İskender, ayrıntıların arasına sakladığı çıkarımlarla hem okurun hem de otoriterinin aklıyla oynar. Gerçekleştirmek istediği düzenin yazınsal hologramını ironik, alaycı, sert, şiddetli diliyle gösterir. Değişime ayak uydurmaya çalışmaz. Geleneksele de karşı çıkar. O hep “yeni”nin peşindedir. Bu yüzden dilini korkak alıştırmaz. “flu’es”da da bütün bunları, biraz kafa patlatarak görmek mümkündür. Bazen okuru birkaç sayfa geriye götürmek zorunda bırakır. Bazen okuduğu sayfaya kilitler. Uladığı bölümler arasında paralellik kurmaya çalışanlar nafile bir çaba içindedir zira küçük İskender, her yeninin içinde kalıpları yıkarak yeni bir yeni oluşturur. Burroughsvari bir anlatıyla sürekli bir devinim hâlindedir. Böylece küçük İskender gibi sürekli bir devinim hâlindeki dünyaya, o dünyanın silahıyla kafa tutar. “flu’es” da o silahın şarjöründeki mermilerden biridir…

Burak Soyer
2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Kitap Eki’nde gazeteciliğe başladı. Şimdiye kadar Milliyet, Hürriyet, Hürriyet Kitap Sanat, BirGün, BirGün Pazar, BirGünKitap, Taraf, Cumhuriyet Pazar, T24, Gazete Duvar, sendika.org, solhaber.org’a, siyaset, edebiyat, müzik, sinema, tiyatro yazıları yazdı. Halen Gazete Pencere, Bianet, Gazete İkinci Yüzyıl ve OT dergisine kültür sanat, K24, Edebiyathaber.net, Oggito, Ne Okuyorum?, Ajandakolik, Mahal Dergi, Romanoku internet sitelerine de edebiyat yazıları yazıyor. 2017 yılında ilk kitabı Zıvana Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Zıvana’nın devamı olanBuji de 2019 yılında aynı yayınevinden çıktı. Son romanı Ring ise, geçtiğimiz Eylül ayında Karakarga Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. 2015 yılında Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olan Burak Soyer, halen Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi bölümündeki eğitimine devam etmektedir.


