Ebru Eren
Dün gece bir rüya gördüm. İki binlerin başında İstiklal’de yürüyordum. İstiklal’in İstiklal olduğu zamanlar. Kaçı olduğunu anımsamıyorum ama Mayıs’tı.
Baharın geldiğinden şüphe duyulmazmış. Çiçekçiler de sarı laleler poz vermiş. Dükkanları sağıma alıp ellerim trençkotumun cebinde aşağı doğru vurmuşum kendimi. Mızıka sesini uzaktan işitmeye başlamışım. Ilık rüzgarla sallanan perçemlerime asker postallarımla attığım hızlı adımlar eşlik ediyormuş. Adımlarım gibi, sağlı sollu dizilmiş binalar, pasajlar dükkanlarda eski yeni diye sıralanıyor.Şimdiki bedenimle, yirmi yıl önceki caddenin üzerinde bir hayalet gibiyim.
Hayalet miymişim?
Şimdi saatime bakıyorum. Saatimi sol bileğime takarmışım. İkiye on varmış. Büyük hamburgerci binasının tam önünde seni bekliyormuşum.
Kafamı önümden geçip giden insan güruhuna değil de gökyüzüne çevirdiğimde levantenlerin bıraktıkları binalardaki izlerle göz göze geliyorum. Onlar da beni izliyor gibi.
Giydiği plastik terliklerinden topuklarının kalın kirleri görünen küçük esmer mendil satıcısı çocuk koluma dokunduğunda aniden irkiliyorum. Sanki rüyamdan uyanacakmış gibi oluyorum. Korkuyorum. Neyse ki uyanmıyorum.
Çeşit çeşit bayraklar ve pankartlarla donanmış kalabalık meydanı gittikçe dolduruyordu. Beni görememe ihtimalini düşünmek bile istemiyorum. Yerimden bir adım bile kıpırdamamışım. Geçip giderken omzuma çarpan, ayağıma basan insanları da hiç umursamamışım.
Bir grup genci uçlarından tuttuğu kumaş hafif eden rüzgarla dalgalanırken üzerinde yazan yazı yanaklarımı gevşetiyor.
“Bir Yürek İki Dünya: İşçiyiz, Aşığız!”
Geliyorsun.
Ne kadar özlemişim.
Ne genç bir kalbe sahipmişim.
Ne kadar az yorgunmuşum.
Dokundurduğumuz yanaklarımızın arasından ıhlamur kokuları yayılıyor. Ruhum kırçıllı ela gözlerinin şahikasıyla karşılaştığı an zamanı bütün caddeye hapsetmek istiyorum.
Aklımı okuyor gibi bugün hapis değil, özgürlük günü diyorsun. Çocuk sevinci içinde elimi tutarak kalabalığa doğru ilerlemeye başlıyorsun. Elini bedenimden bir parça gibi hissediyorum.
Aradan geçen yirmi yıla rağmen rüyamda bu kadar ince detaylarına kadar her şeyi görmem normal mi? Rüya içinde bunun bir rüya olduğunun bilincindeyim ve bitmesin istiyorum.
Hoparlörden gelen müzik sesine insanların konuşmaları, kahkahaları karışıyor. Arada geçen tramvayın çan sesini ezan sesi bastırıyor bir an.
Sırt çantamdan çıkardığım, ikimiz için evde hazırlayıp paketlediğim kaşar peynirli sandviçlerin birini sana uzatıyorum. Rüzgarın dalgalı saçlarını uçuşturduğu o andaki görüntünü çerçeveletip aklımın en kuytu köşesine asıp orada öylece kalsın istiyorum.
Mutluluk ne kadar andaymış. Ben tüm bilincimle ne kadar andaymışım. Ve ânı iki kişilik yaşamak ne kadar hafifletici bir sebepmiş.
Sendika başkanının konuşmasından sonra alkışlar eşliğinde sloganlar başlıyor tekrar. Elini gri montunun iç cebine götürüyorsun. Utancından hafif boyun eğmiş gibi gözüken karanfili kulağımın arasına yerleştirirken ışıl ışıl gözlerini gözlerimin içine dikerek konuşuyorsun.
“Seni çok seviyorum.”
Bunu ilk kez söylüyorsun. Bir cd’ye kaydedip saatlerce dinlemek istiyorum. Uyurken, otobüsün kirli camına kafamı dayayıp yolculuk ederken, masa başında çalışırken. Duymaktan hiç sıkılmayacağımı biliyorum.
El ele kalabalığın arasında yürümeye devam ediyoruz. Etraftaki her şey yaşamı kutlarcasına capcanlı. Sanki görünmeyen bir halatla yüzlerce insan birbirine bağlanmış.
Ancak bir an geldi. Coşku dolu hava gri bulutlarla aniden karardı. Caddenin giriş ve çıkışındaki polis araçlarının sirenleri yükselmeye başladı. Kalabalığı koruma amacıyla kurulan bariyerler siyah bir gölgeye dönüştü. Tedirginliğin kokusu slogan seslerine karıştı. Elimi o kadar sıkı tutuyorsun ki neredeyse canım yanıyor.
Polisin müdahalesi gittikçe sertleşiyor. Yapılan anonslarla kalabalığın dağılması isteniyor. Korkuyorum. Sadece kendim için, senin için değil şarkıları dudaklarında asılı kalan her bir insan için. Polis kalabalığın içine kalkanlarıyla ilerlerken mavi gökyüzünü biber gazı boyuyor. Gözlerimi açmakta güçlük çekiyorum. Arbede sırasında elinin elimden kopup gitmemesi için içimden dua ediyorum.
Kollarınla beni sıkıca kavrayıp birbirine karışmış sivil ve polis kalabalığının arasında ilerlememiz için mücadele ediyorsun. Tazyikli su tüm kıyafetlerimizi ve saçlarımızı sırılsıklam yapıyor. Çığlıklar, sloganlar, anonslar. Bir cehennemin ortasında gibiyiz ve sonunun nereye gideceğini hesaplayamıyorum. Kulağımdaki karanfilin koşan kaç insanın altında paramparça olduğu fikri geçiyor aklımdan. Seninle ilgili her detaya ne kadar tutunmuşum. Sana ne kadar tutunmuşum.
Güvenli bir sığınak aramaya başladık çünkü gaz görüş alanımızı tamamen kapattı. Önümüzdeki grup kapısı açık olan pastanenin içine doğru adım atmaya çalışırken arkalarından gidip oraya sığınabileceğimizi düşündük. Kapının önünde insanları içeri almaya çalışan beyaz saçlı amca eliyle üst katı işaret ediyordu.
İçeri ilk adımı attığım an elin elimden ayrıldı. Cam kapı kapandığında sen kollarından tutup götürülürken son kez gözlerini görüyorum. Toz ve yaşlar yanaklarıma süzülürken bağırıyorum. Haykırıyorum. Kilitli kapıdan dışarı çıkmaya çalışırken etrafımdakiler beni tutuyor. Gidiyorsun. Gidemezsin. Gitmemelisin.
O gün İstiklal’in taşları arasında bir hikaye yarım kaldı. Barışın, umudun, emeğin enkazının arasında, tozlanmış, ıslanmış, yıpranmış birçok hikaye de yarım kaldı bizimki gibi.
Tutuklu olduğun her günü beraber yaşadım içimde. Ziyaretine gittiğim her gün yanaklarının yavaş yavaş çöktüğünü, teninin sarardığını, bileklerinin inceldiğini gördükçe seninle ben de umudumu kaybetmeye başladım hayattan. Ne kadar içimdeymişsin. Ne kadar benmişsin.
Ailenle, avukatınla teması hiç kesmedim. Sana en sevdiğin krakerlerden getirdim. Şiirler yazdım. Ama geleceğe küsmüş gibi bana da küstün bir ayın sonunda. Umudunu kaybetmeye başladığın an beni de kaybetmeyi göze alıyor gibiydin. İş yerinden çıkarıldığını öğrendiğin o gün ilk kez ziyaretimi kabul etmedin.
Üç ayın sonunda serbest kaldığın gün annen ve babanla birlikte seni almaya geliyoruz. Ellerimde tuttuğum zeytin dallarını çok aradım. Zayıflamış bedeninle ağır ağır açılan demir kapıdan çıktığında hareketsizce bakıyorsun bize. Annenle babana kısa bir sarıldıktan sonra bana yaklaşıyorsun.
Kokunu ne kadar çok özlemişim. Barış kokuyorsun. Özgürlük kokuyorsun ama aramızda görünmeyen tuğlalardan örülü bir duvar var sanki. Sana sarılıyorum ama sana ulaşamıyorum.
Görüşmelerimiz gittikçe azaldı. Evden çıkmak istemedin. Bütün gün odanda internetten iş başvurusu yaptığın haftalarda önce bunu bahane ettin. Endişelendim, yoruldum, uğraştım. Bir araya geldiğimiz zamanlarda elimi hiçbir zaman eskisi gibi tutmadığını hissettim. Gücendim, senden habersiz ağladım. Ama hiçbirini sana hissettirmedim.
Yıldız Parkı’nın çiçek tarhlarının arasında, güneş dev kestane ağaçlarından süzülüp bizi yarı gölgede bırakırken aniden elimi bırakıyorsun. Uzamış sakallarını düşünceli ve tedirgin okşayarak bana doğru dönüyorsun.
“Yapamıyorum. Sana bunu yaşatmaya hakkım yok. Ayrılalım.”
Pili aniden bitmiş bir saat gibi duruyorum. Yer altımdan kayıyor. Kulaklarım uğulduyor. Sendeleyerek solumdaki ağaca tutunuyorum.
Kalbimin üzerinde bir kiloluk ağırlık var. Bilinçle bilinçdışının arasındaki bir tünelde ışığa doğru çekiliyorum. Saatin alarm sesini rüyamın içinde duyuyorum. Hızlanış nefesim yavaş yavaş normale dönüyor. Kalbimdeki ağırlığı görünmeyen bir el sakince kaldırıyor. Göz kapaklarım sakince aralanıyor. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırıyorum. Sağıma doğru uzanım komodinin üzerindeki saatin alarmını kapatıyorum.
Saat 09.30.
1 Mayıs 2023. Pazar.
Sabahlığımı giyip, odadan koridora doğru yürürken mutfaktan yayılan kahve kokusuna salondaki plaktan gelen Bella Ciao şarkısı karışıyor.
Sola dönüp mutfağa adımımı attığım an aniden dibimde ellerinde pembe kağıda sarılmış karanfillerle belirdiğinde aniden sıçrıyorum.
“Çok korktum.”
Boynuma sıcacık bir öpücük konduruyorsun. Kırlaşmış saçlarını okşayarak yüzümü yüzüne yapıştırıyorum.
On altıncı evlilik yıldönümümüz kutlu olsun diyorsun.
Çiçekleri göğsüme bastırarak huzurla gülümsüyorum.

Ebru Eren İstanbul’da doğdu. Üniversite eğitimini Trakya Üniversitesi Turizm Otelcilik Bölümü’nde tamamladı. Yedi yıl telekomünikasyon sektöründe çalıştı. Uzun yıllardır Türkiye’de önde gelen yaratıcı yazarlık akademilerinde değerli yazar eğitimcilerden eğitim aldı. Daha önce kolektif kitaplar ve dergilerde yayımlanmış öykülerine yenilerini de ekleyerek çok yakında kitabını çıkarmaya hazırlanıyor. Edebiyat dışında resim de bir diğer tutkusu ve bu alanda da kendini geliştirmeye devam ediyor