Melis Melek
Melbourne. Avustralya’nın Sydney’den sonra en kalabalık ikinci şehri. Üç ay yaşadım sadece. Ekim ile ocak arası… İş gibi değil, tatil gibi de değil, güya yerleşik düzene geçecektik burada. Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç kurmak hayalimizdi. Amerika’dan döndükten sonra buraya gelebilmek için bürokratik nedenlerden dolayı sekiz ay Türkiye’de kalmıştık. Başlangıç planımız tutmuştu; sekiz ay sonra, evet tam da istediğimiz ülkede ve şehirdeydik.
Başlangıç sanırken, yeni bir bitişe adım attığımızı fark edemeden hayalimizdeki ülkeye girmişiz.
Melbourne’de yaşadığım üç ayı, hayatımdan hiç mutluluk almadığım dönem olarak hafızamdan silmek istiyor bir yanım, diğer yanımda ise mutlu hatıralar ağır basıyor. Şehrin sanat kokan havası yüzünden olmalı, ruhum bazı şeyleri güzel tarafları ile hatırlıyor.
Melbourne baştan sona dümdüz, bir şehir; caddenin başından sonuna kadar heryeri aynı anda görüyorsunuz. Yürümek istemiyorum derseniz envai çeşit alternatifiniz zaten hazır. Şehrin tamamen sanat eseri sakinliğindeki havası olmasa, ‘at kendini şu Yarra nehrine’ dediğim zamanlarım oldu. Bir ayakbağım var. Sonsuz bir yük sırtımda. Onu Melbourne’nün dışında bırakıp, burada tek başıma olmak istiyorum. ‘Git‘ diyorum. ‘Gidemiyorum‘ diyor. İçimden ‘bari ben gideyim‘, dediğim, ‘tamam bugün iş çıkışında kesin kaçıyorum‘ diye planlar yaptığım zamanlarda -işten saat 3’te çıkıyorum- Flinders Tren İstasyonuna geliyorum. Eve gitmemek için boş boş gezinirken kendimi ACMI Sanat Merkezi’nin içinde buluyorum. Burayı gezerken unutuyorum herşeyi. Yılın son ayları ama hava burada sıcak. İş çıkışı takım elbiselerimizi dolabımıza kilitliyor, parmak arası terlik, şort, atlet kombini ile yaşıyoruz.
Melbourne Güney Yarımküre’de. Günü de ters, mevsimi de. Saat 3’te gün batımı yaşanıyor. Kızıl güneş. Saat 5’te tekrar güneş açıyor. Gün aydınlanıyor. Arada bir şöyle 10 dakikalığına bardaktan boşanırcasına yağmurlar yagıyor. Sırılsıklamsın. Hatta birkaç kez başıma dolu bile yağdı. Sabah haberlerde söylenen Antarktika’dan kopan buz kütleleri aynı günün öğleninde başımıza dolu olarak yağıyor. Dolu demek ayıp olur, bildiğiniz buz kütleleri. Yağmur bitiyor ve vücudundan buharlar çıktığını görebiliyorsun: Herkes buharlaşıyor. Endamımızda bir hare. On dakika sonra kuruyorsun, ıslak giysin kalmıyor. Bu yüzden herkesin sırt çantasında bir şemsiye mevcut. Saat 5’ten sonra umuma açık heryer kapanıyor. Şehir de bir sessizlik.
Kendi ayak sesini duyarak, uyumlu iki kişiymiş gibi yürüyorsun.
ACMI (Australian Centre for the Moving Image) bir müze. ACMI, Melbourne’deki Federation Meydanı’nda bulunan Avustralya’nın ulusal ekran kültürü müzesi. Film, televizyon, video oyunları, dijital kültür ve sanat dahil. İçeri girdikten sonra yapılabilecek o kadar çok aktiviteler var ki. Ücretsiz kurslar, oyunlar, bale, tiyatro, opera, sinema… Ücretli etkinliklerde bir kahve ücreti kadar. Ben tek başına bir etkinlige katılmaktan hoşlanmayan birisiyim. ACMI çalıştığım şirkete yürüme mesafesinde olduğu için şirketten haberleşip beraber çıkmasak da muhakkak birileri ile içerde karşılaşıyorum, bu sayede etkinlikleri sosyalleşerek de yaşamış oluyordum. Amerika’daki hayatımdan sonra bana bir garip gelse de; Avustralya halkında hep bir sosyalleşme, kalabalık eğlenme durumu var. Melbourne hafta içinde akşam saat 15:00 – 17:00 saatleri arasında düşünmeden huzur içinde yaşadığım şehir olarak aklımda kaldı bu yüzden. Melbourne şehrine giden herkesin bu sanat merkezinde tam bin haftasını geçirmesini öneririm. Sanata doymadan çıkmayın bu sınırlardan.
ACMI’nin websitesine ilk giriş yaptıgınızda karşınıza siyah bir ekran çıkıyor.
“ACMI, Melbourne ve çevresindeki toprakların ve su yollarının Geleneksel Koruyucuları olan Kulin Ulusu halkını anmak ve ACMI’nin Wurundjeri halkının topraklarında bulunduğunu kabul etmek ister. İlk Milletler (Aborjin ve Torres Boğazı Adalıları) mensupları, bu web sitesinin fotoğraf, film, ses kaydı veya metinlerde vefat etmiş kişilerin görüntülerini, seslerini veya isimlerini içerebileceğinin bilincinde olmalıdır.’’
Bana göre çok hüzünlü ve sonsuz saygınlık içeren bir yazı…
Flinders Caddesi farklı bir konsept. Melbourne dediğim gibi dümdüz bir şehir. Sonsuz upuzun bir cadde düşünün. Sanatçılar küçücük 30 m2 lik dükkanı sanat galerisine çevirmiş eserlerini sergiliyorlar. Bir sanatçının beş tane eseri de olsa o küçücük dükkanda sergileyebiliyor, arkadaşlarını ve gelecekte arkadaş edineceği müşterilerini ağırlıyor. Saat 17:00’den sonra dükkan kapanıyor, hep beraber sohbetin devamı olarak bir bara gidiyorsunuz, hatta yorulana kadar zıplayarak dansediyorsunuz. Bu minik galerilerin aralarına butik kafeler, çiçekçiler, moda tasarımcı gençlerin yine sanatsal duygularla yaptığı özel boyamalı, özel tasarım, sadece bir tane üretilmiş minicik giysi mağazaları da var. Onlar da ayrı bir sanat; tasarımcılar genelde Çin, Japon, Kore kökenli Asyalı göçmen gençler.
Bu şehirde ya göçmensin ya da sanatçı. Avusturalyalılar ve İngilizler sanatçı kolonisine mensup.
Avustralya’da eğer eserlerini sergileyebilmek için küçük bir galeri kiralayamayacak kadar bütçen yoksa sokaklarda sanatını icra edebiliyor sanatçılar.
ACMI’nın arkasında Flinders Caddesi ile Hosier Sokağı birleşiyor. Arnavut kaldırımlı bu sokakta herkes kendi sanatını yapabiliyor. ‘Pratik sokağı’ deniyor bu yüzden. Flinders Caddesi bitince Avustralyalı rock müzik grubu AC/DC ye saygı duruşunda bulunmak için ismi verilmiş olan, müzisyenlerin bulunduğu bölgeye geliyorsun.
Melbourne Laneways’de grafitti turlarına da katılabilirsin mesela. Aslında Beyoğlu’nun Hüseyinağa Mahallesi’ndeki sıralanmış kafe ve barlarını düşünün. Görebileceğiniz ne kadar duvar varsa tümden grafitti.
Amerikalı sanatçı Keith Haring ilk 1984 yılında eserlerini bu duvarlara bırakıyor. O zamandan sonra bu duvarlar hiç boş kalmıyor. Keith Haring 32 yıllık hayatında davet edildiği her ülkenin gençlerine sokak sanatını bırakarak geziyor, yaşadıgı New York sokaklarını sanatsal projelerle süslüyor. Çalışmadığı marka ve ülke kalmıyor. Hatta Birleşmiş Milletler’in teklifi üzerine 1985 yılında Uluslararası Geçlik Yılı anısına sınırlı sayıda pul ve zarf tasarlıyor Haring, bir günde 40 tane proje yaratabiliyormuş. Andy Warhol en yakın arkadaşıymış. New York’ta Pop Shop mağazası Andy Warhol tarafından, Warhol ölene kadar desteklenmiş. Haring, maalesef genç yaşında AIDS’ten vefat etmiş. AIDS’e yakalandığını öğrenince hiç gizlememiş ve ömrünün son kalan zamanlarını bu hakkında farkındalık yaratmak için görüntüler kullanarak toplumsal aktivizme yönelmiş.
ACMI’den 3 dakika yürüme mesafesinden sonra NGV-National Gallery of Victoria’ya geliyorsun. 1961 yılında kurulmuş iki büyük ve gösterişli binada çağdaş sanatlardan, uluslararası tarihi sergilere, moda ve tasarımdan dansa, sanat adına aklınıza ne geliyorsa bulabilirsin. Tüm dünyadan yerel sanatçılara sergiler, programlar ve etkinlikler düzenlenen dev bir sanat atölyesi gibi düşünün. İnteraktif katılabileceginiz bir çok sanatsal etkinlikler var.
Diyeceğim o ki, Melbourne’e giderseniz Flinders Merkez Tren İstasyonu civarında muhakkak gezinin. Melbourne sokaklarında sanat sayesinde ben gibi yeni başlangıçların planlarını yapın… O cesareti kendinizde bulacaksınız.
İçimdeki derin hüzün ve taşıdığım ağır yükten kurtulmak için kendimi sokaklarına attığım Melbourne maceram, yaşadığım zorlukların karşılığını üç ay sonra tek başıma taşınacağım Sydney’de verdi: Bir okulda, bir akademik takvime dahil olarak; eğlenerek, sosyalleşerek, para kazandığım bir işte çalışmamı sağladı. Execursion Day Planner: Özel aktivite planlayıcısı ve uygulayıcısı. Bu işim sayesinde de Sydney’i, hatta tüm Avustralya ve Yeni Zelanda’yı gezme şansına sahip oldum.
Melbourne’da geçirdigim üç aylık hayatımda her bitişin yeni bir başlangıç olduğunu deneyimledim. Ve sanatın iyileştirici gücünü de… Sanat insanın doğru kararlar almasını hızlandırıyormuş bunu da öğrendim.


