Alperhan Benlioğlu
– Abi ben olaya gerçekten anlam veremedim. En üst katının ışığı yanıyor diye eve bakmaya gidilir mi?
Sürücü koltuğunda oturan diğer polis, iki farın aydınlattığı karanlık sokaktaki gölgelere bakarken cevap vermeden bir süre düşündü.
– Olayı anlattı bana, bizim amir. Biraz karışık nasıl toplasam, nereden başlasam?
– Abi ben olayın geçmişi olduğunu bilmiyordum. Çömez buldular görev kitlediler sandım. İkimiz de yeniyiz meslekte ne de olsa.
Araba dar sokaktan, bir başka dar sokağa döndüğünde asfalt yol önce dökük betona, sonra da yavaş yavaş toprağa dönüşmeye başlamıştı.
– Öyle ya, doğru söylüyorsun. Yeniyiz biz. Düşününce kendimi çömez gibi hissetmiyorum yine de.
– Abi doğru diyorsun da benim sanki ilk görevim. O kadar kendimi acemi hissediyorum. Hani izin versen geri döneceğim.
– Nereye döneceksin?
– Bilmiyorum ki abi. Uzaklaşacağım işte buradan. Hoşuma gitmedi burası benim. Bir de sen ne dedin az önce telsizden adresi alırken. Mezarlık mı dedin bir şey dedin?
– Evet mezarlık varmış evin karşısında.
Bu kez susma sırası diğer polisteydi. Sinirle bacağını yukarı aşağı hareket ettirdikten sonra ısırarak koparttığı işaret parmağının kenarındaki deriyi yere doğru fırlattı. Suskunluk uzun sürünce, diğer polis olayı anlatma gereği hissetmiş gibi, gözünü yoldan ayırmadan, tekrar konuşmaya başladı.
– İki kız kardeş bu evdeki kadına fal baktırmaya geliyorlarmış.
İlk cümle beklenen etkiyi uyandırmıştı. Parmağını ısıran ufak yapılı sevimli polis koltuğunda dik oturmaya çalışarak diğer polise döndü. Arabayı süren ekip arkadaşı kemikli yüzü ve kel kafasıyla sanki devriye polisi olmak için doğmuş gibi duruyordu. Onun aksine oldukça güçlüydü. Zaten onu ilk gördüğünde ikisini bilerek bir ekip yaptıklarından emin olmuştu.
– Birkaç gün önce kız kardeşlerden bir tanesi panik içinde evden çıkmış. Ablasına durumu gelince açıklayacağını, falcı kadınla görüşmesi gerektiğini söylemiş. Ablası onunla gitmek istese de, yalnız gitmek zorundayım diyerek bu teklifi reddetmiş.
Gözünü hala yoldan ayırmadan, hızlı bir bakış atarak ekip arkadaşının dinlediğinden emin olarak anlatmaya devam etti iri polis.
– O gün eve dönmemiş. Ablası hemen polisi aramış. Allah var, bizimkiler Amerikalılarınki gibi yok 24 saat geçmeden arayamayız filan dememişler gitmişler eve. Ev zifiri karanlık kapıyı açan yok. Sonra komşulardan biri çıkmış. Falcı için bir akrabası vefat etti o yüzden Almanya’ya gitti dün demiş. Tabii ablası kız kardeşinin falcıyla görüşeceğinden emin halde evden çıkmasından bunun bir yalan olduğunu düşünmüş. Bizim çocukların da kapıyı kırıp evi basacak halleri yok geri dönmüşler. Bir daha gelmemiş eve küçük kız kardeş. Ablası da kadının evinin etrafından ayrılmamaya başlamış. Bu olay olalı 3 gün oluyor ve biraz önce evin ışığı yandığı bildirmiş kadın.
– En üst katın?
– Aynen öyle. Zaten evin adı bizim birimde mezarlığa bakan ev olarak kodlanmış.
– Abi ben niye hiç duymadım bu olayı bilmiyorum ki.
– İnan ben de nasıl bu kadar detaylı bildiğimi bilmiyorum ama sanki tüm olay ezberimde. Küçüklüğümden beri severim böyle mistik olayları.
– Abla olan kadın şimdi orada mı peki?
– Orada bekliyorum, arabadayım demiş. Kırmızı bir Crossland’miş arabası.
Yol iyice bozulmuş araba çamura saplanma riskiyle zar zor ilerlemekteydi. Az ileride mezarlığın, en gamsız adamların bile içine oturacak, kasvetli görüntüsü beliriyordu. İki polis de keyifsizce koltuklarında kımıldandılar.
– İşte orada diye bağırdı yan koltuktaki polis. Mezarlığa bakan evi gördüm. Üst katın ışığı yanıyor gerçekten.
Bunun üzerine diğer polis kafasını yana uzatarak görüş açısını genişletti ve o da evi gördüğünü onaylayan bir baş işareti yaptı.
– Evet orada, mezarlığa bakan evin üst katı.
Evin önüne geldiklerinde biraz ileri, çapraza park edilmiş kırmızı arabayı da gördüler. İki polis arabadan inerek suratlarına çarpan soğuk havaya aldırmadan arabaya doğru ilerlediler. Kapıları kitli değildi. İçerisinde de onların düşündüğü gibi bekleyen kimse yoktu. İri polis kapıyı açarak kilitli olmadığını onaylamak istercesine içeri bakıp sertçe geri kapattı.
– Bu iyi olmadı işte.
– İçeri mi girdi ne yaptı?
– Bilmiyorum. Öğrenmek için tek bir yolumuz var.
İki polis yavaşça eve doğru döndüklerinde arkalarında mezarlığın sakin görüntüsü ve onlara selam vermek istercesine iyice şişkinleşmiş olan ayın gri ışıkları yükseliyordu.
Arabanın boş olmasıyla işin rengi biraz değişmişti. Artık acele etmeleri gerektiğinin ikisi de farkındaydı. Olayları görmezden gelmek kötü sonuçlar doğururdu her zaman. Polis olarak en kötüsünü düşünmek zorundaydılar. Büyük ahşap kapıya geldiklerinde aslında binanın bir apartman değil, üç katlı eski tip bir malikane olduğunu anladılar. Polis yuvarlak topuzu yavaşça çevirdiğinde kapı sessizce açıldı. İkisi de kapıyı çalıp, varlıklarını hissettirmek istememişlerdi. Yine de kapının açık olmasını beklemiyorlarmış gibi kısa bir an birbirlerine baktılar.
Kendilerini, beklediklerinin aksine küçük sayılabilecek bir hol karşılamıştı. Oldukça karanlık olan giriş, kapıdan gelen ayın ışıkları ile biraz aydınlansa da iki polis de cep telefonlarını çıkartarak ışıklarını açtılar. Kapıyı yine aynı sessizlikle kapattıktan sonra yavaş adımlarla yürümeye başladılar. Ev en az dışarısı kadar soğuktu. Her adımlarında tedirgin halde etrafa bakıyorlardı. Arkalarında birinin, onları takip ettiği hissiyle ufak yürüyüşlerle ilerlediler. Sanki her an bastıkları bir tahta gıcırdayacaktı ya da bir şey yere düşüp büyük bir ses çıkartacaktı. Sırt sırta verip etraflarında bir tur döndükten sonra sadece bir mutfak ve yine kapısı tahta olan bir odadan başka bir şey olmadığı anladılar. Yerdeki eski halı, küçük sehpalar ve sehpaların üzerlerindeki paslanmış metalden süs eşyaları dışında giriş kısmı boştu. Gayri ihtiyari ikisi de tahta kapıya yöneldiler. Hemen üst kata çıkmak isteseler de polislik iç güdüleri küçük bir araştırma yapmanın zararı olmayacağı konusunda büyük bir dürtü uyandırıyordu. Merdivene yaklaşıp, üst katı dinleyerek herhangi bir ses olmadığından emin olduktan sonra tahta kapının yine yuvarlak kolunu çevirip kapının sonuna kadar açılmasına izin verdiler.
En kötüsüne hazırlıklıydılar. Arabada olmayan kadının yerde kanlar içinde yatan ölü bedeni görmeleri bu senaryolardan bir tanesi olabilirdi. Ancak karşılarına çıkan, bundan daha fazla rahatsızlık vericiydi. İkisi de nefeslerini tutarak içeri bir adım attılar. Duvarın biri büyük bir örtüyle kaplanmıştı. Nefti yeşil örtünün üzerinde kan olma ihtimali yüksek olan kırmızı damlalar vardı. Ortada duran ve yüksekliği normal boyutlardaki bir insanın diz hizasını geçmeyecek olan koyu renk bir masa vardı. Masadaki büyük bir tepsinin içinde dili dışarı çıkmış iri bir inek kafası gözleri açık yeşil örtüye bakıyordu. Odaya tuttukları ışığın titremesi o kadar çok artmıştı ki bu birbirlerinin gerginliklerinin çok arttığını anlamaları için aralarındaki gizli bir işaretleşme gibiydi. İri polis elini, soğuktan uyuşmuş çıplak kafasında gezdirdikten sonra tabancasının kılıfı çözerek bir elini metal kabzaya yerleştirdi. Diğeri ise ışığı divan tipi bordo örtülü koltuklardan yavaşça karşılarındaki duvara kaldırdı. Sonra da ışığı başrol oyuncusunun üzerine tutup ödül töreni konuşmasını yapması için beklermişçesine hiç kımıldamadan duvardaki resim üzerinde kaldı.
– Abi resme bak Allah aşkına
Diğer polis, duvara tutulan ışığın hızıyla yarışırcasına kafasını kaldırarak gözlerini resme dikti. Polisin iri göz bebeklerinin her saniye daha da küçülüp mavi gözlerini ortaya çıkarttığını fark etmişçesine onlara bakan kadını gördüler. Resim bu odada çekilmişti ancak yerdeki masa yoktu ve kadın yere oturup sırtını divana dayamıştı. Bayram ziyaretinde elini öptüğünüz anneannenizin evinin duvarında asılı duran resimlere hiç benzemiyordu. Kadının baş örtüsü oldukça özensiz bağlanmış beyaz saçları bir tarafından dışarı çıkmıştı. Sanki diz kapakları yokmuşçasına iki ayağını da ileri uzatmış, bilinçli bir ifadeyle resmi çekene bakıyordu kadın. Ellerini dizlerinin üzerine koymuş, gözlerini olanca gücüyle açmıştı.
– Bu nasıl bir resim? Hangi kadın böyle anlamsız bir fotoğraf çektirip de duvara asar.
Bu söz üzerine ikisi de geriye dönüp masadaki hayvan kafasına bakıp, tiksinmiş ifadeyle tekrar resme döndüler.
– Abi kadının başörtüsü de tuhaf. Normalde çiçek filan olur başörtüsünde. Bununkinde insan suratları var.
Bunun üzerine silahının kabzasını tutmayı bırakmadan görev arkadaşı da başörtüyü incelemek için uzandı. Biraz rahatlamak istercesine gülümseyerek konuşmaya başladı.
– Baksana resimdekilerden biri kel. Keller karizma olur oğlum zevkli kadınmış.
Ufak tefek polis elini saçlarının arasında gezdirdikten sonra üst kata çıkmayı işaret eden bir baş hareketi yaptıktan sonra fısıldadı.
– Kadın senindir abi o zaman. Önden sen yürü.
Yavaş adımlarla merdivende yürümeye başladıklarında öndeki polis silahını artık çıkarmış, aynı anda diğer elindeki telefonundaki ışıkla birlikte nişan alır pozisyonunda ilerliyordu. Peşindeki ise sanki hiç silahı olmamış gibi iki eliyle sıkı sıkı telefonuna sarılmış sürekli etrafı aydınlatmaya çalışıyordu. Bir üst kata vardıklarında artık en üst katın ışığı varlığını hissettirmeye başlamıştı. İkinci katın bomboş olması şaşkınlık vericiydi. Yerde halı dahi yoktu. Duvarlar dökülüyordu. Alt katı görmeseler buranın bir inşaat olduğuna yemin edebilirlerdi. İnce uzun odanın sonunda sadece bir tanesi çerçevesi kırık bir pencere duruyordu. Odanın en sonundan bile mezarlık kendini gösteriyordu. Sanki pencere değil de çerçevelenmiş bir mezarlık tablosuydu karşılarında duran. Oyalanmadan üst kata çıktılarında ikisi de çığlık atmamak için zor tuttular kendilerini. Hani tam uykuya dalmak üzereyken biri kulağınıza kadar yaklaşıp adınızı fısıldasa nasıl çığlık atarak yataktan fırlarsanız işte tam da öyle bir andı. Resimdeki kadın yine aynı şekilde oturmuş gözünü bile kırpmadan kendilerine bakıyordu. Bir tek farkla bu sefer başörtüsü çok muntazam bağlanmıştı. Kısa polis huzursuzca geri geri yürüyerek odanın dışına çıktı ve çığlık atarak aşağı koşmaya başladı. Her saniye biraz daha azalan çığlık seslerini dinledikten sonra silahını kadına doğrultan polis bağırdı.
– Kadın nerede?
Bu bağırtı yerdeki kadını hiç etkilememiş gibi lanetli bir gülümsemeyle iki elini havaya kaldırdı aniden. Polis bir an bile tereddüt etmeden tetiğe basmaya başladı. Gürültüyle birlikte patlayan ışık aydınlık odanın loş havasına güç katıyordu. Mermisi bittikten sonra yüzüne gelen korkunç güçlü ışığa dayanmak istercesine gözlerini kıstıktan sonra elini havaya kaldırdı. Karşısında ciddi ifade ile duran kendinden rütbece oldukça üst bir kadın polis elinde tuttuğu kask ile ona bakıyordu. Gözlerini ışığa alıştırmak için birkaç kez kırptıktan sonra, önce odaya sonra yan platformdan kendisine bakan diğer polise çevirdi.
– Abi ben çok fena kaldım yine sınavdan. Devriye polis görevi yattı benim.
Bu kez kel polis karşısındaki kadın polise gözlerini dikerek açıklama bekledi. Sınava ilk girişiniz olmasına rağmen oldukça iyi bir performans sergilediniz. Mezarlık görevi psikolojik sınavlar içinde en zorudur sevgili genç meslektaşım. Elindeki düğmeye basıp karşısında havada beliren sanal tablodaki sonuçları polise gösterdi amiri. Psikoloji, çeviklik, cesaret, dikkat, ekip ruhu gibi pek çok kriter alt alta sınırlanmış hepsinin karşısında aldıkları puanlar yazılıydı. O sırada kaçtığı için sınavı erken biten diğer polis puanlarını öğrendiği için hemen lafa girdi.
– Yalnız abi başörtüsüne nasıl dikkat ettim. Bizmişiz örtüdeki suratlar. Tam puan aldım dikkatten.
İri polis hala ne diyeceğini bilmeden duruyordu. Kadın polis düz bir tonda açıklamayı yapmayı sürdürdü.
– Kadını öldürdüğünüz için tekrar sınava girmeniz gerekiyor.
Daha sonra bilgisayar odasına seslenerek sanal gerçeklik kaskını tekrar polisin kafasına geçirdi.
– Sıradaki sınav “Kan Bebekleri.” Bakalım eşinin amiriyle beraber olduğunu düşününce sinirlerine ne kadar hakim olabileceksin?

Alperhan Benlioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümleri’nden mezun olduktan sonra kariyerine Hacettepe Üniversitesi’nde MBA ile devam etti. Aselsan’da 12 yıl Proje Yöneticisi olarak görev yaptıktan sonra, kariyerini Prowin Danışmanlık’ta Genel Müdür Yardımcısı olarak sürdürüyor. Sinema ve edebiyat ile yakından ilgileniyor. “Sihirli Maceralar Kitabı”, “Bal Porsuğu Uzaylılara Karşı” ve “Hindistan Cevizine Ne Oldu?” isimli üç çocuk kitabı bulunuyor. Bugüne kadar şiir ve hikayeleri 10’un üzerinde farklı kolektif kitapta yer alırken, yazmaya devam ediyor.

