Şehnaz Orhan
Ayın doğarak ve batarak insanları geceleri özgürce karanlığa bırakma gücünün, güneş ışığının yansıması olduğunu bilmek, güneşin muazzamlığı hakkında sayabileceğimiz nedenlerden sadece birisidir. Güneş ışığı olmasa ayın ışığı olacak mıydı, ya da yansımasını görmesek bile güneşin varlığını geceleri unutacak mıydık? Birbirine çok bağlı olan bu büyük yıldızla(güneş) gök cisminin(ay) yaydıkları ışıkların, gölgelerin ve varlıklarının sembolize edilmesi, başta psikoloji ve mitoloji olmak üzere birçok analitik, sanatsal ya da edebi platformlarda tarihler boyunca yaratıcılığı teşvik etmiştir.
Gölgelerin ve ışıkların temsil ettikleri anlamları değerlendirmek, özellikle Yung’un bunları yorumlaması sayesinde insan psişesinin (ruh) analizi açısından dönüştürücü olmuştur. Sadece ayın gölgesini düşünmekte yeterli değildir. Onun gölgeleme hali doğaya, denizlere, göllere vururken, güneşin gölgelemesi insanın bedeninde diğer bir kendisi gibi dolaşmayı başarır. Güneşin bu gölgesi, aslında bedene vurup, ruhun mevcudiyetinin yansıması olarak bile yorumlanabilir. Işık ve gölgeler iyi/kötü, güzel/çirkin, gerçek/ruh gibi temalar olarak kolektif bilinç ve bilinç dışımızın birlikte iş birliğine girerek, hatta el ele tutuşarak, çağlar boyunca taşınmasına da neden olmuştur. Arketiplerin sembolize ettiği gizler, personaların uyumlaşma çabaları, kişiliğin gölge taraflarına dair açıklamalar, ışıklar ve gölgeler üzerinden düşünüldüğünde oluşan semboller ve anlamları, bildiklerimizi ya da hiç bilemediklerimizi kapsar. Kim bilir belki de ay; dünyaya ve güneşe uyum sağlamak için, aynı, insanın topluma uygun yüzünü göstermek zorunda olduğu personası gibi, hep yeni şekillere bürünerek bizlere varlığını gösterir. Kendini; gölgeleri hiç yokmuşçasına parlatması ve sonunda da batışı ile birlikte insanın karanlıklara gömülmesi, gece uykuda rüyalara dalması ya da ruhundaki karaltıların, tekinsiz ama asla reddedilmeyecek kısımlarında dolaşması ütopik gibi görülse de zihnin yalanlamalarıyla ve hayalleriyle bir sürü şeye gebe olduğu bir gerçektir.
Batıl inançların bir kısmı da gölgelerin tekinsizliği üzerine oluşmuş ve arkaik dönemlerden başlayarak neredeyse günümüze kadar uzanmıştır. Bugünlere kadar gelen birtakım inanışlar ve davranış kalıpları, hep uğursuzlukların insanlara yapışması ya da Tanrıların, insanlara gölgelerin varlığıyla verdiği bazı mesajlar üzerinden sürdürülmüştür. Geçekleşeceğine kesin gözüyle bakılan, yaşamların sona ermesi ya da ruhların kötülük yapması, hatta bir takım kaza ve belalarla karşılaşılacak olması korkuları da beraberinde getirmiştir. Aslında tekinsizliği; bilinç dışının anlayamadıkları, bastırmak zorunda kaldıkları veya açıklayamadıkları şeyler olarak düşünen psikanalizin kurucusu Freud’ a böyle kulak verildiğinde; mistik ya da sihir kısmının insanların kendi zihinlerinde bulunduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Bu inanışlardan bazıları eski Türk boylarında da mevcuttur. İnsanın, tıpkı üç ruh örneğinde olduğu gibi, üç gölgesinin olduğuna inanılması ve bunlardan ilk ikisinin kaybının hastalığa, her üçünün birden kaybının da ölüme yorulması; çocukların gölgeleriyle oynamalarına ve insanların gölgelerine basılmasına izin verilmemesi; ölmesi istenen insanlara “Karaltın kalksın”, “Karaltın kaybolsun” ya da “Gölgen yere düşmesin” şeklinde beddualar edilmesi, bunlardan sadece bir kaçıdır.*
Yunan mitolojisine bakıldığında ise; bu sefer ışığın gücü ve kudretli duruşunun çağrıştırdığı anlamlar, öyküler halinde günümüze kadar ulaşmıştır. En önemli öykülerden birisi Güneş Tanrısının oğlu Phaethon’a ait olandır. Babasının müsaade etmemesine rağmen hem ona gücünü göstermek hem annesinden ayrışıp erginliğe geçmek hem de babasından gelecek kast re edilme korkusunun üstesinden gelmeyi hedefleyen bir delikanlının mücadelesi burada anlatılır. Babasıyla rekabet edip, bir anlamda köklerinden gelen Tanrısal gücü denemek ve aynı zamanda onu kışkırtmak amacıyla, babasının her gün gök kubbede sürdüğü ışık saçan arabasını bir kez olsun kullanmak ister. Aslında öykü; köklerini aramak için Zeus’un oğlu Epaphus’un Phaethon’a söylediği şu cümle ile başlar. Babasını hiç görmeyen Phaethon’a;
“Hey akılsız! Annenin sana anlattığı her hikâyeye körü körüne inanıyorsan çoktan kafayı yemişsin demektir. Şu haline bak, uyduruktan masallara kanıp senin olmayan bir babaya ait olmakla iftihar ediyorsun!”
Bunu ispatlamak için annesinin yanına giden ve sorularına cevap almak isteyen delikanlıya, annesi ellerini havaya kaldırarak gözlerini parlak güneşe dikip;
“Şu anda bakmakta olduğun ışıklarla dünyamızı aydınlatan bu güneşin oğlusun”.**
Demesiyle birlikte, delikanlı arşa tırmanıp diyarlar geçerek babasının doğup yükseldiği yere varır. Gök kubbede ışıklar saçan gümüş kapıdan giren delikanlı, babasına kamaştıran ışıklar nedeniyle yaklaşamamasına rağmen, babası onun oğlu olduğunu doğrulamış, ona dilediği bir şeyi hediye etmek istemiştir. Babasının vermekte itiraz ettiği araba ile maceraya çıkan Phaethon, gökyüzünde başına gelenlerle mücadele edememiş, arabanın atlarını dizginleyememiş, her yeri ateşler içinde bırakmış ve yüce Tanrı Zeus tarafından üzerine yıldırımlar fırlatılarak yaşamına son verilmiştir
Bu hazin öyküde yukarıda belirtilen ışığın etkisinin büyüklüğünün destanlaştığı görülmektedir. Otoriteyi, gücü, yasa koyucuyu yani babayı temsil eden güneşe isyanın ve başkaldırışın, insanları bazen istenilmeyen sonlara ulaştırdığı mesajları da hikâyede verilmektedir.
Gölgelerin varlığını da ışığın varlığını da reddetmek mümkün değil gibi gözükse de zaman zaman hatta çoğu zaman bunları görmezden gelip benliğimizi sorgusuz sualsiz saklarız. Burada tabi önemli olan belki de mitolojik öykülerde olduğu gibi, savaşıyor muyuz yoksa batıl inançların arkasına sığınıp saklanıyor muyuz? Kendilik meselesi açısından hangisini tercih ettiğimiz, yaptığımız seçimlerle ve eylemlerle belli olur zaten…
*AÇA, Mehmet, Türklerde Gölge Algısı-Shadow Perception in Turkish People, syf 16
** ŞENGÜL Sibel, Psikomitoloji Eğitim Notları, 2023

Şehnaz Orhan, Bursa doğumlu. Evli ve iki çocuk annesi. Psikoloji ve edebiyat, hayatında her zaman en sevdiği alanlar arasında yer aldı. Uludağ Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu ve aynı üniversitede İşletme yüksek lisansını tamamladı. Psikolojiye olan ilgisi nedeniyle İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında yüksek lisans yaptı; ayrıca ICF onaylı koçluk yetkinliği kazandı. Halen Bursa’da bir patoloji laboratuvarında yönetici olarak görev yapıyor. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Lisans Programı’na devam ediyor. Yaratıcı ve ileri düzey yazarlık atölyelerinde eğitimlerine devam ediyor ve kolektif kitaplarda öyküleri, çeşitli dergilerde yazıları yayımlanıyor.


