Zeynep Tezel
“Quod est superius est sicutquod inferius, et quodinferius est sicut quod estsuperius.”
“Yukarıda olan, aşağıda olan gibidir; aşağıda olan da yukarıda olan gibidir.”
Kök, aşağı inmektir. Aşağı indikçe yukarı çıkmaktır. Kök, iç dünyasıdır, insanın kendi içine yerleşmesidir. Orası toprağıdır.
Ağaç, eksendir. Göğü, yeri, yeraltını birbirine bağlayandır. Axis mundi kabul edilir birçok kültürde. Zeytin ağacı ise kadimdir. Athena’nın armağanıdır. Bilgelik ve uyanıştır. Adeta bir köprü gibidir. Yukarıdaki gökyüzü ile aşağıdaki toprağı birbirine yansıtır. Kökü gözle görünmez, sırrı dallarına taşır. Taşıdığı, varlığının tüm yüküdür. Kimi zaman bin yıllık bir yük.
Üstelik, toprağın sessizliğinden yükselir. Yükseldikçe fısıldar. Dili gizemlidir. Gümüşi ışıklı yaprakları bazen şarkı söyler, bazen ağıt yakar. Dile getirdiklerini sadece rüzgâra da anlatmaz. Toprak farklı dinler, kuşlar farklı duyar, böcekler ayrı algılar. Dinlemeyi bilenler duyar o sessiz dili.
Her söz, herkese değildir. Yüreğiyle dinleyene verir sırrı. Anlamak isteyen, sert dalların arasındaki sırrı çözer.
Dimdiktir zeytin ağacı. Taproot’u, başka bir deyişle, ana kökü güçlüdür. İnsanın da taproot’u vardır. O dik ana kök, bilinçaltıdır. İç dünyasının en derin, sabit ve besleyici kısmıdır. Düşünceler, duygularla beslenerek derinleşmeye çalışır. Bilinçaltındaki karanlıklar, sisler, insanın davranışlarına çoğu zaman sessizce işler, fark etmeden yönlendirir.
Zeytin ağacının taproot’u, bilinçaltının derinliğindeki izlere benzer. Oradan beslenir ama yaşamın tüm sırlarını da taşır. Dallar ve yapraklar rüzgârda salınırken, görünürdeki her hareketin kökeninde derinlik vardır. Zeytin ağacı, göçün hafızasıdır. Toprağın altında saklanan hatıraları, sürgünlerin izini ve ısrarcı bir direnci taşır.
İnsan da bir yansımadır. İç dünyasında derinleştikçe, genişler. Boşluklar çoğalır. Hem doluluğun hem de eksikliğin içinden büyür. Eksiklik iyidir. İnsanın genişlemeye açık alanıdır. Arayışı doğuran, tohumdur. Hem eksiklik, göçün de tohumudur.
Tohum, yalnızca bitkilere ait değildir. Bazen bir böcek de tohum gibi yerin altında sabırla bekler. Ağustos böceği,yıllarca toprağın koynunda sessizce kalır. Sonra bir yaz günü yüzeye çıkar ve varlığını haykırır. Bu durum, göçtür. Karanlıktan aydınlığa, içten dışa, bekleyişten varoluşa giden acı bir göç.
Ve o göç, aslında eksikliktir. Ardında bıraktığı toprağın, tutunduğu dalların eksikliği. Tutunduğu kökten kopmadır. Başka bir dili kullanmaya başlamasıdır.
Eksiklik o bekleyişin sabrıdır. Göç ise, eksikliğin içinden doğan özgürlüğün kanat açmasıdır. Zeytin ağacı hepsini bilir. Böceğe sabrı, göçün acısını, hafızayı fısıldar. Dallarında ona yer açar.
Ağustos böceği, eksikliğini fark eder ve tamamlanmak için çabalar. Arayış içindedir. Ötekini bulmak ister.
Göç, tamamlanma çabasıdır. Ötekiyle kavuştuğunda, dallar rahim olur. Yapraklar ise üstüne örtülen şefkatli bir perde. Yeni bir göç başlamıştır. Toprağa düşen küçük göçmen, köklerin görünmez kollarında saklanır. Kökler, sessizce sahip çıkar ve onu yeraltının gizli uykusuna emanet eder.
Zeytin ağacı ona usulca fısıldar: “Kendi içindeki karanlıkta dönüşürsün. Varoluşun yaralayıcıdır.” Dili gizemlidir. Dinlemeyi bilenler duyar o sessiz dili. Her söz, herkese değildir.
O sırada, ağustos böceği tamamlandığını sandığı anda,varoluşun gerçekliğiyle tanışır. Acı ve ölümle karşılaşır. Ölü bedenleri dallara çivilenmiş gibi asılı kalır. Bu görüntü etkileyicidir. Eksiklik, tamamlanma, acı ve dönüşüm bir aradadır.
Dönüşüm, yeni ağustos böceklerinin uyanışıdır. İnsan içinse, kendi içindeki göçü tamamlayıp eksik parçalarını birleştirerek kendini var etmesidir. Eksilerek tamamlanmasıdır.
Toprak, sabrın ve sessizliğin evidir. Zeytin ağacı, göç edenin unutamadığı ev gibidir. Dallarında çocukluk sesleri, gölgesinde eski sofraların ekmek kırıntıları saklıdır. Kökleri derine indikçe, bir halkın hikâyesi de toprakta çoğalır. Göç, işte bu köklerin taşınamaması, ama hatırasının sürüklenmesidir.
Ağustos böceği ise başka bir şey anlatır. Sesi, aslında göç eden insanın “varım” diye haykırışıdır.
Toprak altında birbirine dokunan kökler ve böceğin ince bacakları, iki ayrı dili aynı anda konuşur: Sabır ve isyan. İnsan da göç yolunda tam bu iki sesin arasında yürür. Bir yanıyla köklerinin sabrını taşır, diğer yanıyla kanatlarının aceleciliğini. Göç hem derine çekilen hem de yükseğe fırlayan bir harekettir. Zeytin ağacı adeta bir köprü gibidir. Yukarıdaki gökyüzü ile aşağıdaki toprağı birbirine yansıtır. Yukarıda olan, aşağıda olan gibidir. Aşağıda olan da yukarıda olan gibidir. Çünkü ne varsa derinde, yukarıda yansır.
Belki de göçün en büyük gerçeği, insanın aynı anda hem zeytin ağacı gibi köklenmesi hem de bir ağustos böceği gibi kanatlanmasıdır. Ve bu ikisinin arasında, asıl hayat saklıdır.
Göç eder, tutunmaya çalışır, bağırır, susar, ölür. Ve unutturulur. Çünkü kimse bir başkasının bekleyişine kulak vermez. Kimse toprağın altını merak etmez. Üstte hayat akar. Kahkahalar, yemek kokuları, gürültüler. Altta ise çürüyen kabuklar, ağırlaşan kökler, sessizce yutulan çığlıklar.
* * *
Dün akşam terastaydık. Bu sefer, Kevser anlattı, ben dinledim.
DALDA İKİ BAKAL
Çocuktuk. Yukarıya, en parlak dalına bakıyorduk. Kardeşim Ahmet’in üzerinde, zeytinin yeşiline bulanmış hep aynı yırtık pantolonu vardı. O gün, koşarak vardı ağacın yanına. Gözleri kırpıştırarak, süzülen ışıktan rahatsız. Güneş dala vurukça, dalın yeşilleri gözüne çarptıkça, kırmızı yanağından süzüldü bir damla. Bir türlü kabullenmiyordu. Yine aynı sıcaklık sarmıştı her yanı. Her yanımızı. Koştu sarıldı kadim zeytin ağacına. Uluydu ağaç, dalları kalın, sert. Boyu yine de yetmedi ilk dala. Süzülen ışıkta, yaprakların arasında bir bakal, kapkara, sarı bir gaga. Bizim oralarda, kara tavuğa bakal derler. Kuş ötmedi o gün de.
Ahmet var gücüyle bağırdı: “Neden haber vermedin kara bakal?” Her gün aynı soru.
Dal yukarıda, Ahmet aşağıda. Kolları gövdede sarılı, yanağı kabuktaydı. Köyümüz dağın yamacında, evimiz ise daha yukarıdaydı. Kasaba dağın eteğinde. Yol kıvrılarak giderdi aşağıya. Uzundu yol. Göçmen köyüydük ama insanı azdı.
Ahmet dala zıplayıp duruyordu. Anam şefkatle, “Elbet boyun yetecek ilk dala. Sabret biraz oğul,” diye mırıldandı.
Çocuk işte. O zaman yedi yaşındaydı Ahmet. Benden üç yaş küçük.
Zeytinden renk çalan gözlerini anama çevirdi. Gülten idi anamın adı. Kapının yanında, bir elinde süt kovası, sevecen bakışlarla sardı sarmaladı hem Ahmet’i hem de beni.
Dalda vardı bir kara bakal, bir de boz bakal. Yan yana. Anam’ın gözünde de birkaç yeşil damla, kovayı yere bıraktı. Zeytin ağacına sarılan Ahmet’i kollarıyla birer dal gibi sarıp sarmaladı. Hepimiz çok özlüyorduk. Anam, “Yiğit”ini, biz babamızı. Göçmen olmak zor. Toprağa alışmak zor. Kökünü bırakmak zor. Tutunmak zor.
Koştum ben de ağaca, aynı Ahmet gibi. Sarılıp sarılıp öptüm. Babam sanki zeytin ağacı. Boyu, posu, gövdesi, dalları, fısıltısı, haykırışı. Aynıydı. Çocukluk işte!
Kalın dala sarılmış bir de salıncak vardı. Ahmet, o gün, yine “Kim sallayacak şimdi beni?” diye ağlamaya başlayınca anam sabırla, sakin sakin konuştu. “İkiniz de ağacın ana kökü gibi dik duracaksınız,” dedi. Sonra Ahmet’e döndü, “Elbet o dala boyun yetecek. Salıncağı zamanı gelince ikiniz de kuracaksınız,” dedi kararlı bir sesle.
***
Sözü bittiğinde sustu Kevser. Terastaki, dev künk içindeki zeytin ağacına dikti gözlerini. Her geldiğinde ağacın dallarına sevgi dokunuşlarını bırakırdı. Bu sefer, âdeta, ağaçla aralarında görünmez bir iletişim vardı. O sırada Mehmet, iki yana sallanarak daldaki bir ağustos böceğini izliyordu. Sonra yüzüme dikti gözlerini. Bakışlarıyla içimdeki sırları okurcasına “Göçü, en iyi zeytin ağacı anlatır,” diye mırıldandı.

Zeynep Tezel, Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu. Tahsin Yücel, Berke Vardar gibi değerli hocalarıyla geçen üniversite yıllarından çok sonra 2022 senesinde yeniden edebiyat dünyasına döndü. Varlık Yayınları, Hikâyeci gibi dergilerde, İshak Edebiyat gibi dijital platformlarda, Eylül, Dışarıda Kalanlar, Ayna Meselesi, Anne Gölgesi, İstanbullu Öyküler gibi çeşitli kolektif kitaplarda öyküleri yayımlandı. Distopya Dergisi’nin yazarları arasında yer alan Tezel, 2023 Edebiyatist Kristal Kalem Öykü Yarışması’nda kısa listeye kaldı ve seçki kitabında öyküsü yayımlandı. Yazı yazabilen kişi olmak için çabalıyor.


