20. yüzyılın edebiyat devlerinden biri olan İngiliz yazar Virginia Woolf, Deniz Feneri ve Bayan Dalloway gibi romanlarında ölümsüzleştirdiği öncü bilinç akışı tarzıyla tanınır. Kendine Ait Bir Oda adlı eseri ile feminizmin baş ucu kitaplarından birine imza atan Woolf, yaşantısı kadar intiharı ile de hayatı en çok merak edilen yazarlardan biri olmuştur.
Derleyen: FARAH NASSER

Adedine Virginia Woolf, 25 Ocak 1882 tarihinde kendisi gibi yazar olan babası Sir Leslie Stephen ve Julia Duckworth’un evliliğinden olan beş çocuktan biri olarak Londra’da dünyaya geldi. Virginia on üç yaşındayken annesi ağır bir grip geçirerek hayatını kaybetti. Annesini kaybettikten iki yıl sonra kız kardeşi Stella Duckworth’un ölümüyle sarsılan Virginia, sinir hastalığı geçirdi.
Böylelikle onu ölümüne kadar yalnız bırakmayacak depresif ruhun temellerini atmış oldu. Acıları ailesinin ölümleriyle sınırlı kalmayan Virginia ve kardeşi Vanessa, henüz çocukken üvey kardeşleri Gerald ve George Duckworth’un tacizine uğradılar. 1904 yılında babasının ölümüyle ağır bir depresyon geçiren Woolf, kardeşleriyle Bloomsbury’e taşındı. Victoria döneminde kız çocuklarının eğitimine erkeklerinki kadar önem verilmediği için okula gönderilmedi. Anne ve babasının desteği ile okula gidemediği günleri evde çalışarak değerlendirdi.
İngiliz edebiyatında, modernist dönemin başlangıcı, Kraliçe Victoria’nın ölümü ve I. Dünya Savaşına, hatta Malcolm Bradbury’nin Modernism (1991) adlı çalışmasında da dediği gibi 1890’lara kadar dayanır. Bu döneme savaş deneyiminin izleri, yazılı edebiyatta da yenilik ve deneysellik damgasını vurmuştur. Yazar, modernist hareketin en önemli kişilerinden biri olarak tarihe geçmiştir ve roman türünün gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Woolf, duyarlı, döngüsel ve sarmal anlatımlarına; bilinç akışı, iç monolog, serbest dolaylı söylem, epifan ve varolma anları gibi modern teknikleri ustaca kullanmıştır.
Wollf’un hikayelerinde; 19. yüzyıl geleneksel sosyal düzenine, sosyal geleneğine, bakış açısına, rasyonalizme ve gerçekçilik ideolojisine karşı bir başkaldırı görürüz.
Bu arada babasının ölümünün ardından kardeşleri ile Bloomsbury’e taşınan Virginia, içinde yazar, ressam, eleştirmen, felsefeci ve birçok edebiyatçının bulunduğu, yazarlığının gelişmesinde büyük rol alan Bloomsbury Grubu‘nu kurdu. Grup, Victoria Dönemi’nin katı kurallarının yanı sıra her alanda özgür düşünceyi savunan entelektüel bir yapıya sahipti. Virginia Woolf, ressam olan kız kardeşi Vanessa Bell, ekonomist John Maynard Keynes, biyografi türüne ilk defa psikolojik incelemeleri dahil eden Lytton Strachy, modernizmin İngitere’deki öncülerinden olan Edward Morgan Forster, sanat eleştirmeni Arthur Clive Heward Bell, Postempresyonist ressam Ruger Fry, İngiliz ressam ve kostüm tasarımcısı Duncan Grant, edebiyat eleştirmeni Charles MacCharty ve Virginia Woolf’un eşi yazar ve yayıncı Leonard Woolf Bloomsbury Grubu’nun üyelerindendi.

Aşk Hayatı
Virginia’nın en büyük aşkı bir kadındı. 1922’de Vita Sackville-West ile Londra’da bir akşam yemeğinde tanışan Virginia Woolf, zorlu bir çocukluk geçirmesi ve duygu yoksunluğu nedeniyle büyük bağlılık yaşadı. Sackvill-West, Virginia’ya yazılarından dolayı hayranlık duyuyordu. 1925’te başlayan ilişkileri ile oluşan yakınlıktan dolayı Woolf, çocukken üvey kardeşleri tarafından uğradığı tacizi açıkladı. Sackville-West’in desteği ile hastalıklı yapısından az da olsa uzaklaşarak yazılarına odaklandı. Orlando romanını Sackville-West’ten ilham alarak yazdı. Bu romanı Sackville-West’in oğlu Nigel Nicholson “edebiyattaki en uzun ve en çekici aşk mektubu” olarak ifade etti. 2018 yılında Chanya Button tarafından yönetilen Vita & Virginia filmi Virginia Woolf ve Vita Sackville-West’in aşkını anlatmaktadır.
İkinci İDünya Savaşı sırasında Perde Arası romanını bitirmeye çalıştığı dönemde Nazilerin yahudilere yaptıkları insanlık dışı işkenceler, ölümler Woolf’u karanlık ve içinden çıkılmaz bir ruh haline soktu. Nazilerin Londra’yı hedef almasıyla evi iki kez bombalandı. Bu kaotik dünyaya adapte olamadı, konsantrasyonu kayboldu, yazamaz ve okuyamaz duruma geldi. Bipolar bozukluğundan dolayı ağır depresyonlar geçiren ve en basit işlerde bile başarısız olan Virginia Woolf, psikolojik açıdan tükenmişti. Yaşama duyduğu umutsuzluk ve iç dünyasındaki bunalımları, onu ölüme sürüklüyordu. Yirmi iki yaşında üç kez intihara kalkışan Woolf’un son girişimi başarılı sonuçlandı.
28 Mart 1941’de ardında kız kardeşi Vanessa Bell’e ve eşi Leonard Woolf’a mektup bırakarak evinin yakınındaki Ouse Nehri’ne giderek, cebine ağırlık yapması için taş doldurduktan sonra kendini suyun akışına bıraktı.
Virginia Woolf’tan mesajınız var
Büyük yazar Woolf’un uzmanlık alanı olan “metin ve roman yazarlığı” konusundaki derslerinde, özellikle yazı yazmaya kafayı takmış biz kadınlara çok önemli mesajları var;.
– “Otuz yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlamayın. Eğer yayımlarsanız özgürlüğünüz kısıtlanır. İnsanların fikrini önemsemeye başlarsınız. Onlar için, onlardan iyi şeyler duymak için yazmaya başlarsınız.”
– “Sadece yazın… Saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, Shelley’yi (İngiliz romantik şairi) taklit edin. İçinizden gelen her sese kulak verin, dizginleri anlık arzulara bırakın. Dilbilgisi kurallarını, edebi ön kabulleri ve söz dizimine dayalı kuralları boş verin. Kırın, dökün, devirin. Kendi keşfiniz olsun olmasın, her türlü kelimeyi kullanın. Nazım veya nesir biçiminde ya da aklınıza gelen abuk sabuk, anlamsız sözlerle oluşturduğunuz gelişigüzel metinlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki yazmayı öğrenene kadar…”
– “Başkalarının iyi yazmaya dair fikirlerini benimseyip ona göre yazmak en alçakça ihanettir. Kendiniz olmak her şeyden daha mühimdir.”
– “Kurmacanın kurallarını kimse bilemez. Bu yolda yalnızca içgüdülerinize güvenin.”
Yürüyün
Woolf’a göre yazmanın yolu yürümekten geçer; kendisi pek çok zaman Londra şehrinin orta yerinde, sokaklarda başıboş dolaşıp kalabalıkların arasına karışmış; kent yaşamının o hengamesinin ahengini yakalamaya çalışmıştır. Woolf’tan iki alıntı yaparak onun yürümeye ne kadar önem verdiğini görelim:
“Şehrin sokaklarında yürümeyi severim. Uçsuz bucaksız çimenlerde yürümek, gümüş sürülere dalmak… Bunlar hiçbir şeyin başaramadığı kadar besliyor, dinlendiriyor, mutlu ediyor beni.”
“Beni, sokaklarda hikâyeler kurgulayarak yürürken görmelisiniz… Yürürken adeta puslu bir yoldaymış gibi hisseder, rüyadaymış gibi kendimden geçer, enfes cümleler kurup sahneler canlandırırım hayalimde.”
Okuyun
Woolf çocukluğunda çok kitap okurdu; okuduğu kitaplardan sonra babasıyla kitapların kritiğini yapardı. Tıpkı başka hususlardaki görüşleri gibi Woolf okumakla ilgili de benzer şeyleri düşünür, ona kalırsa bir okurun en önemli niteliği özgürlüktür. Dolayısıyla, hangi kitapları okuyacağımız konusunda içgüdülerimizi ve isteklerimizi dinlememiz gerekiyor. Ancak yine de bize Aeschylus, Dante, Virgil ve Shakespeare gibi usta yazarların kitaplarını okumamızı da öneriyor. Onun en beğendiği yazar Shakespeare olmuştur, hatta yazmaya başlamadan önce biraz Shakespeare okumanın bizlere iyi geleceğini, ilham vereceğini ve kaslarımızı rahatlatacağını söylemiştir.
“Bir insanın başka bir insana okumakla ilgili verebileceği tek tavsiye, hiçbir tavsiyeye kulak vermemesi gerektiğidir.”
“Hepimizin sevdiğimiz yemekleri seçmemizi sağlayan bir damak tadı var. Ne tür kitapların hoşumuza gittiğini ise ancak her tür kitabı okuyarak bulabiliriz. Bizi etkileyen, besleyen ve geliştiren kitapları bulmanın yolu, tarihi ve biyografik eserlerle romanlar, şiirler, oyunlar, klasikler ve modern eserler gibi çeşitli kitapları aynı anda okumaktan geçer.”
Şüphe Duyun
Woolf’a göre metin yazarı ve bilhassa roman yazarı olmamız için vazgeçilmez bir niteliğimizin olması gerekir: İyi bir gözlemci olmak. Düşünülecek olursa görülecektir ki, çevresinde akan hayatı yeterince iyi gözlemleyemeyen birisinin güzel bir metafor üretmesi, tasvir yapması yahut karakter yaratması çok zordur. Bu bağlamda Woolf şöyle der:
“Roman yazarı hayata ve etrafında olup bitenlere karşı her zaman aşırı derecede duyarlıdır. Etrafındaki her türlü ses, tat, kıpırtı, işitilen bir kelime, karşılaşılan bir mimik, içeri giren bir adam, dışarı çıkan bir kadın, hatta caddeden geçen bir araç ya da kaldırımda dilenen bir dilenci, bütün kırmızılar, maviler, ışıklar ve gölgeler… Her şey onun dikkatini çeker.”
Üstelik Woolf’a göre bir yazar kolaya kaçmamalıdır, nitekim yazılması zor olan metinler değerlidir ve ilham vericidir:
“Bir romanın, iyi bir roman olabilmesi için biri yazmaya başlamadan önce onu yazmanın imkânsız olması gerekir.”

FARAH NASSER
Kendine Ait Bir Oda: Konu roman yazmaktan daha derin…
Virginia Woolf, 1929 yılından bu yana “Kadınların iyi bir kurmaca yazması için kendilerine ait bir oda ve yılda 500 sterlin gelirleri olmalı” diye seslenirken, aslında kadınlara; yaşamak ve varolmak arasındaki farkı işaret ediyor. Konu roman yazmaktan daha derin: Kadının kendisini var edebilmesi. Üretmesi, özgür düşünceye sahip olması ve kendini güclü bir şekilde ifade etmesi…


