Duygu Görücü
Uzun zaman olmuştu. Her şey bıraktığı gibiydi, kendisi dışında…
Durdu. Temiz ve iyot kokulu havayı içine çekti. Özlemişti. Ayakları istemsizce onu yönlendiriyordu. Gittiği yeri biliyordu ama gitmeli miydi? Bunları düşünürken parmaklarının arasındaki kum taneleri çoktan geldiğini söylüyordu. Parmaklarının arasından kayan ve her adımda silik izler bırakan adımlarını izledi. Yaklaşmaya korkarak daha fazla ilerlemeden olduğu yere oturdu. Ellerini kuma gömdü. Bu saatlerde henüz ısınmamış olan kumların tadını çıkardı. Gözlerini kapatıp yoğunlaşan iyot kokusunu soludu. Kahkaha sesleri, koşuşturmacalar kulağına geldiğinde tebessüm ederek gözlerini açtı. Kumsalda tek başınaydı. İçinden bir ürperti geçti. Güneş yakmadan ısıtıyordu ama üşüyordu. Geçen iki yılı düşündü. Şu an yaşadığını yaşayacağını söyleseler inanmazdı, büyük ilerlemeydi. Kimse inanmamıştı gideceğini söylediğinde. Hoş kendisi bile kelimelerin kendi ağzından çıktığına şaşırmıştı. O olay… Her şeyin sonuydu. Şimdi ise… Buradaydı. Elinde olsaydı… Engelleseydi. Yapamazdı, yapamadı. Bir anda olan biten olayların önüne geçememişti. Sonuç; hiçlik, yalnızlık.
Kendine gelebileceğini düşünmüyordu o zamanlar. Nasıl yapacaktı ki? O ne yapardı acaba? Buhranlı zamanlarında ulaşmaya çalışan çok olmuştu. Ne yapacaklardı ki? Onun elinden gelmeyen şeyi onlar nasıl yapacaktı? Zaten hiçbir çaba yeterli olmamıştı. Olmayacağını, sadece kendisinin kurtaracağını biliyordu. Öyle de oldu. Oldu mu?
Tüm gücünü toplayıp ayağa kalktı. İlerledikçe denizin kokusu güçleniyordu. Ayakları onu suyun kenarına kadar taşımıştı. Gelen küçük dalgaların ayaklarını ıslatışına baktı. Islak kumdaki göçüklere ve suyun onları silişine odaklandı. Hafifçe esen rüzgâr saçlarının dağılan kısmını uçuşturuyordu. Şortundaki ıslaklığı hissettiğinde hangi ara oturduğunu hatırlayamadı. Hep sevmişti denizi; kenarını, kumsalını ama en çok da üstünde olmayı. Ne zaman içi sıkılsa kendine getirirdi burası onu. Tıpkı şimdi olduğu gibi…
Geleli neredeyse bir hafta olmuştu. Deniz kıyısına gittiği o günden beri evdeydi. Çıkmamıştı. Çıkamamıştı. Hep bir bahane bulmuştu. Ev havalanacak, ortalık temizlenecek, dolaplar düzelecek… Bunlar önce kendine sonra da soran olursa onlara söyleyeceği kalıplaşmış cümlelerdi. Gerçek ise bambaşkaydı. Yüzleşirim sandığı ama hâlâ içten içe korktuğunu bildiği acımasız gerçek. Dört duvarın arasında güvendeydi. Kimsenin görmediği, duymadığı, kendisiyle kalışı iyi geliyordu. Bir şekilde evden çıkardı, biliyordu ama ya içindeki duvarlardan? Onları nasıl aşacaktı? Her bir tuğlasını emek emek döşemişti. Kolay mıydı? Değildi! Terapisti duysa kesin “Yapabilirsin,” derdi. O yapamayacağını biliyordu.
O sabah gözüne vuran ışıkla uyandı. Kanepede uyuyakalmış, televizyon kendi kendine çalışıyordu. Kumandaya uzandı ve gözüne takılan görüntü ile kapatamadı. Sesini açıp, izlemeye başladı. Program bittiğinde yanağından akan yaşları fark ettiğinde şaşırdı. En son ne zaman ağlamıştı? Hatırlayamadı. Mutfağa geçip, su ısıtıcısını çalıştırdığında hâlâ gözleri nemliydi. Dışarıdan gelen korna sesiyle kendine geldi. Kahvesini yaptı ve geldiğinden beri ilk kez balkona çıktı. Güneş suyun üzerinden ona göz kırpıyordu. Sonra izlediği hayat hikâyesini düşündü. Kahvesini bitirmeden, vazgeçmekten korkarcasına içeriye girip, üzerini değiştirdi. Kumsala geldiğinde nefes nefeseydi. Biraz soluklandıktan sonra kenardaki kulübeye gidip, kendine ait olan bölüme geçti. İşte oradaydı. Biraz solmuş muydu, yok ona öyle geliyordu. Yanına gitti, gövdesini zarar vermeye çekinircesine okşadı. Eski dostu oradaydı işte, bekliyordu. Uzandı, “Hadi bakalım, hasret giderelim seninle,” dedi. Kıyıya geldiğinde tatlı bir esinti onları karşıladı. Sörf tahtasını suya bırakıp, üzerine oturdu ve yavaşça kıyıdan uzaklaştı. Bacakları ezberini hatırlamıştı. Belli bir uzaklığa gelince sırt üstü, ayaklarını sudan çıkarmadan uzandı tahtaya. Güneş tepeden gülümsüyordu. Sudan çıktığında vakit öğleyi çoktan geçmişti. Kıyıda oturup, gelen insanları izledi. Belki de terapisti haklıydı.
O günden sonra yavaştan alarak her gün gitti deniz kıyısına. Sörf tahtası ile suda gezindi. Henüz sörf yapma cesareti gelmemişti ama eskisi kadar gergin hissetmiyordu kendisini. Günler geçtikçe rahatlıyordu. Hatta bugün komşusuna bile selam vermişti. Yeniden kendisine geliyordu. Geliyor muydu? O sabah kalktığında hava güzeldi. Hazırlandı. Kumsala indiğinde denize baktı. Rüzgâr iyiydi. Tüm şartlar hazırdı. Peki ya kendisi? Tereddütle yaklaştı. Sörf tahtasını tutan ellerinin eklem yerleri bembeyazdı. Derin bir soluk aldı ve suya girdi. İlk birkaç dalgayı kaçırdı. Son gelen dalgaya baktı, hazırlandı ve… İşte yine dalgalarıyla beraberdi. Onlarla birlikte yükselmişti. Yüzüne yerleşen gülümsemeyi silemiyordu. Tüm gün suda kaldı. Akşam eve gelip, yatağa yattığında tek bir şey vardı aklında; başarmıştı.

Duygu Görücü, Balıkesir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Balıkesir’de, liseyi yatılı olarak İzmir’de Maliye Okulu’nda okudu. 1996 yılında başladığı memuriyet hayatı devam ederken, öğrendiği günden bu yana okumayı, ortaokuldan bu yana da yazmayı seviyor. İki kolektif kitapta öyküleriyle yer aldı. Halen kızı ve kedisiyle Balıkesir’de yaşıyor ve yazmaya devam ediyor.

