Melek Toksoy
Yuvarlak, pervazları beyaz ve mor renkte büyük bir pencereyi açarak gökyüzündeki yıldızları içeri doldurmuştu teyzesi. Üzerinde turuncu bir tulum, bir eli yıldızlara uzanmış, diğer eli on iki yaşlarında Macit’in omuzunda. Küçük Ayı Takım Yıldızı, Kutup Yıldızı, Sirius… Anlatıyordu. Çocuk, ellerinde bir dürbün hem gökyüzüne ilgiyle bakıyor, hem de dikkatle dinliyordu. Arada dürbünden gözlerini ayırıp kadına bakıyordu; utangaç minnet hatta güven pırıltılarında. Dinledikçe tedirginliğinden sıyrılıyor, arada sorular bile soruyordu.
Kadın konuştu:
“Parlayan bu yıldızlar karanlığı nasıl da umutlu kılıyor, büyülü kılıyor değil mi? Hatta gerçekçi kılıyor, Sirius Yıldızı, Kutup Yıldızı gibi… Yani sevgili yeğenim; başımızdan ne geçerse geçsin; hayatı yeniden yaşamak vardır. Yeni bir çizgi çizip oradan başlamak vardır. Sana yol gösteren, o çizgiyi çizdiren tüm bunlar için sana güç veren bu yıldızlardır. Senin içinde de o yıldızlardan var.”
Çocuğun önünde eğilmişti, kalbine yumuşakça elini dokundurdu. “Ve burada ki.” diyerek başını okşadı, devam etti:
“Kendini çaresizlik içinde hissettiğinde, korkuların, endişelerin büyüdüğünde; kalbinin sana yaktığı yıldızları görmelisin, sahibine yol gösterirler. Aklınla da o yolu yürüyeceksin.”
“Ne güzel konuşuyorsun benimle Teyzem. Babam… Babam benimle pek böyle sohbet etmiyor.”
Kadın derin bir iç çekti. “Anlıyorum seni Macit. Babanı da anlıyorum. Nasıl desem… Geç baba oldu.”
“Tedaviyle oldum ben…” Akabinde benzi sararmıştı farkında olmadan mırıldanan Macit’in.
Hafif duraklasa da yarım kalan cümlesini sürdürdü kadın. “Senin için, geleceğin için endişeleri var ve bunu sana göstermekte zorlanıyor.”
“Endişeleri ben başka bir şehirde yatılı okurken geçecek mi yani?”
“Baban yaşlı ve yorgun. Anneni… Canım ablamı erken kaybettik. Senin iyi bir eğitim almanı, bu süreçte daha güçlü olacağına inanıyor.”
“Babamla daha güçlü olurdum…”
“Elbette ama baban da annenin kaybıyla epey sarsıldı…”
“Sadece beni sevmesi yetmez miydi…” diye mırıldandı, acıyan kolunu okşadı usulca.
Teyzesinin gözünden kaçmamıştı. Yüzü gölgelendi, sesine neşe yükleyerek: “Hem hafta sonları benimlesin, fena mı? Odanı da sevdin, kocaman pencere istedin, çok da ferah oldu.”
“Teşekkür ederim Teyzem, çok sevdim burayı.”
“Dürbünün de pek havalı, babanın bu bilirim. Çok eskidir.”
“Evet, yanımda getirmem için hediye etti. Annem melek olduktan sonra o da beni sahile götürürdü. Ufuklara bakardık, ormana… Ağaçlarda sincaplar görürdük.”
Macit çok okurdu. Ansiklopediler, hikâye kitapları, dergiler, gazeteler, ne bulursa. Öğrendiklerini, daha da merak ettiklerini anlatmaktan, sormaktan vazgeçemezdi. Konuşmayı severdi. Babası ise bazen dayanamaz, çok bilmiş diye ani çıkışlar yapardı. Yanağına gitti eli…
“Babanın gelemediği zamanlarda arada biz de çıkarız hafta sonu sahile, parklara, ormanlara. Keşfedilecek çok şeyler buluruz, ne dersin.” Gülümsedi sarıldı çocuğa. Çocuk dürbünü tekrar eline aldı, göğe doğrulttu, biri şapkalı iki yıldız birbirlerini selamladılar, aynı anda kayarak dürbünün gözlerinin üzerine oturdular.
Babasının bu ani ve ısrarlı kararı yıkmıştı çocuk Macit’i. Yalnız nasıl kalacaktı. Yüreği ağırlaştı. Bu oda teyzesinin dediği gibi ferahtı, onundu, ya yatılı okuldaki odası nasıl olacaktı? Kapısı penceresi olmayan bir oda geçti gözlerinin önünden.
“Macit, acıkmadık mı? Köfte ekmeğe ne dersin?” Cevap alamayınca uzun uzun sevgiyle baktı yeğenine. Hazırlamaya gidiyorum sen de gelirsin mutfağa, diyerek çıktı odadan.
“Tamam Teyzeciğim.”
Dürbünü tekrar yerleştirdi görüş alanına. Şimdi sahilde denizin içinde parlayan çakılların desenlerini görüyordu. Sonra çevirdi çevirdi, çam ağacının tepesindeki sincabı gördü ellerini ovalayan. Sincap Macit’e baktı, şarkı söyledi. Ellerine nefesini üflüyor, ağacın dalından gövdesine iniyor, tekrar çıkıyor, şarkısına devam ediyordu. Sonra da ağacın gövdesinden hızla indi, toprakla rengi bir bütün ormana süzüldü, kayboldu. Ardından seslendi; seni özleyeceğim, yine gel tatlı sincap.
Dürbünü indirip masaya koyarken üstündeki yıldızcıklar gülümsüyordu Macit’e. Buruk ama o da gülümsedi. Dürbüne ellerini dokundurdu. Eğildi kokladı, babasının kokusunu alır gibi oldu. Düşündü; belki de bu gerçek bir ayrılık değil, bilakis yeni ama daha güçlü bir çizgide, hayata yeniden başlamak, demekti. Teyzesinin dediği gibi…
Çıktı odadan. Yürüyüşünü dikleştirdi. Dürbünle yapacağı keşiflerin hafif heyecanıyla köftenin lezzetli kokusunun davetine mutfağa yürüdü.

Melek Toksoy, Antalya doğumlu. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nde okudu. Turizm ve otelcilik alanından emekli oldu. Yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldı; insanlar, hayvanlar, doğa her daim ilgisini çektiğinden, sandığından günlük ve karamalarını çıkartarak yazın hayatına başladı. Beş kolektif kitapta öyküleri yer aldı, çeşitli dergilerde yazıları yayımlandı.

