Benan Bilek
Zeytin yeşili deri koltuğun büyük kolları arasında bekledikçe küçülüyor muydu gerçekten? Pürüzsüz zemininde en az onun kadar yalnız duran duvar saatine çevirdi gözlerini. Ritmik tik tak sesleri de olmasa, okların kendisine saplanmasını bekleyen bir hedef tahtasından farkı yoktu. Tik tak tik tak. Kısa boyluyu arada bir yakalayıp onun üstünden geçen uzun boylu. Hızlı hızlı ilerleyip ardında bıraktığı kısaya gülerek bakan şımarık. Hangi yeli kovuyorsa…
Şirinleştirilmeye çalışıldıkça ruhuna yabancılaşmış bekleme odasının iki kapısı arasında kalan L’sinde karşıdaki kapının açılmasını bekliyordu dakikalardır.
İki kapı arasında kalmak, iki zaman arasında sıkışıp kalmak gibi geldi bir an.
Doktor Talât’ın kapısından içeri girmek ya da diğer kapıyı açıp dışarı çıkmak. Dışarı çıkmanın cazibesine kapılmayı tercih ederse rahatlayacağını biliyordu aslında. En azından bir süreliğine. Sonra? Sonra yine orada bulacaktı kendini. “Ben o randevuyu kırk ricayla aldım, haberin var mı”lar, “Sen benim ölümüme mi sebep olacaksın”lar, “Evlâdım üzme beni, adam seni bir görsün hatırım için”ler, dön başa, dön başa… Sırf annesi rahatlasın diye gelinen kaçıncı doktor?
Kamanla mı başladın? Al o zaman benden sana keman. Kemandan hemen. Hemen mi? Üç harf yükseldin? Seni uyanık. Hemenden hamam. Mehmet Günsur ne kadar gençmiş Hamam’da. Doksan yedi miydi onun yılı? Sen daha çok küçüktün. Annenle izlemiştin. Anne dediğin Yumurcak filmi falan izletir çocuğuna, eski de olsa. Ne alâka Hamam.
Kadının parmağındaki gümüş sigara ağızlığından bulmak için bitpazarını talan etmişti. Annen manyak. Burada bekliyor olan o olmalıydı. Şimdi içeride Talât’ı neye hazırlıyorsa? Randevuyu sana alıyor, sen bekleme odasındasın. Çok saçma. Hamamdan saman. Hah, Çok güzel oldu işte. Saman gibi hisset sen oğlum, boş boş dur, inek önüne yayıl, koca ağızlarda dönen, löp diye yutul, sindirilmeden sıçsınlar seni bir otlakta. Saman olmadan önceki hallerle buluş otlağın ortasında. Samandan somona geçmek mi? Çok yaratıcı? Somon ne ya? Somon mu vardı eskiden? Somon tarifi veriyordu geçenlerde aptal Aysel. Somonun tarif edilecek nesi var, dümdüz balık işte, mum ışığına koysan pişer. Çabasız. Fileto almış bir de, hepten zahmetsiz.
“Buyurun Can Bey, alayım sizi böyle?”
Alın Talât Bey, annem ne döküldüyse size, yeterince dolmuşsunuzdur zaten. Bak bak, suratıma bakmadan çıkıyor dışarı, konuştuklarına utançlı.
Kadın oğluyla göz göze değmemeye çalışarak çıktı kapıdan. Koltuğa oturmaya çalışırken Can’ın içeriye adım attığını gördü. Tam da o eşikte sarılsaydı ona kendisini daha iyi hissederek girer miydi içeri Can? Can ona kızgındı. Çok öfkeliydi hatta. Son âna kadar ayak diretmişti doktora gelme konusunda. Yine. Doktor Talât’ın adını çok güvendiği birinden duymuş olmasa kendisi de sürüklemezdi buraya oğlunu aslında.
Yorgundu. Aynı dili konuşamamaktan, aynı evin içinde onun gittikçe içine kapanıp kendi sözcüklerinde boğulmasından ve çırpındıkça battığını görüp bir şey yapamamaktan yorgundu.
“Konuşalım biraz Can. Can diyebilirim değil mi?”
“Evet, tabi. Adım Can zaten. Can. Dümdüz. Canan olayım istermiş annem ama hastanede beni tutuşturmuşlar eline. Biliyor musunuz ultrasonda kız görmüş beni doktor. Söyledi mi annem? Eve gelirken pembe yün almış bir sürü, beş ay örmüş örmüş, ne bulduysa almış kızı için pembenin her tonundan. Patik, yelek, tulum, battaniye, aklınıza ne gelirse. Melek teyze varmış, Montrö meydanındaki Amerikalıların PX mağazası var ya, orada çalışıyormuş o zaman. Bana kaşıklı biberondan oturma yerli kanguruya kadar Amerikan işi ne kadar yeni doğan malzemesi varsa almış. Pembe tabii, kız olacağım ya. Bir tek altılı emzik seti varmış aldıklarının arasında, altı ayrı renk. Yani renkli tek malzeme. Sonra ben doğmuşum. Pembeler içinde bir Can. Götü başı, her yeri pembe bir erkek çocuk. Bir tek ağzımda mavi emzik, o da altılı sette mavi de var diye. Can‘dan Canan‘a geç, uzasın kelime.”
“Son dediğini anlamadım.”
“Can‘dan diyorum, Canan‘a geç, oradan genişlersin. Cenin mesela, iki harfle her şey değişir. Ceninden kinin geldi, al bakalım, kininden kanon. İyidir çok seslilik. Sizce?”
“Bence zenginliktir çok ses. Ama işine gelmez çoğunun çok seslilik. Kanuna dönüşür tek hamlede. Zaten Yunancada kanon da kanun, anlam aynı diyebilirsin.”
“Kendinden kopya çektin kanonla kanun arasında Doktor? Uzatıyorum o zaman. Kanunu sol başından çekip uzatıyorum sana, al Haziran. Kafan karıştı değil mi Doktor? Karışmasın. Uzattım iyice sözü ve yepyeni yaptım. Hem severim haziran ayını. Deniz kokar.”
“Çok iyi yaptın Can? Devam edelim o zaman, dilek dedim mesela, dilek koyalım en baştan Canan yerine.”
Can’ın kaşlarının arasındaki çizginin yok olduğunu gördü Doktor Talât, hatta yanağındaki belli belirsiz gamzenin ortaya çıktığını da fark etti. Can’ın çocuk ışıltısı sesini de yumuşatmıştı bir anda. Bu kez daha neşeli devam etti karşıdaki koltukta oturan genç. Sol bacağını sağdakinin üzerine atıp oturduğu yerde hafifçe kaykıldı. Elini sehpadaki sürahiye uzatırken doktora döndü.
“İçebilirim değil mi?”
“Elbette. Dilediğin kadar.” Can geniş cam bardağa yavaşça su koyarken Doktor Talât gülerek konuştu.
“Çok düşündün ama. Suyu bahane etme, hadi hızlan.”
“Senden de bir şey kaçmıyor Doktor. Sorun dilekten yürümek değil, dilekten sonraki adımda seni sıkıştırmak. Öyle çabuk akıp gitmesin, daral biraz.”
“Yok, sen devam edeceksin. Dilekten dönüşümünü merak ediyorum, bakalım nerelere varacaksın.”
“Nereye varacağım, akar gider bu. Dilekten dölek, dalak da olabilirdi ya da bilek falan ama dölekten konuyu daha havalı bir noktaya getirmek isterim. Mesela döngü. Al bir anda kafan karıştı çünkü üç harfle bir anda allak bullak edersin ortamı. Döngüden süngü, süngüden görgü, görgüden hop dergi. Dergi dedim, yeni bir dergi çıkmış haberin var mı? Dergi diyorlar ama kitap gibi, kitap da değil ama öyle değişik işte. Al kitaplığa koy cinsi. Severim ben böyle işleri.”
“Duymadım.”
“İnternetten satış. Konulu hem. Senin gibi ciddi ama farklı.”
“İyi bir şey mi söyledin bana, tam anlamadım.”
“Sen de öylesin bence Doktor. Anladın, çözdün bence de belli etmiyorsun. Hava atmıyorsun ya da. Sakin sakin bir yere gelmeye çalışıyorsun.”
“Teşekkürler. Bunu aldım cebime, devam edelim. Dergi diyordun?”
“Narsisizmmiş ilk konu. Yani bu sayı narsisizm üzerine bir sürü yazı varmış. Başka sayıda başka konu.”
“Onu demedim, dergiden nereye gideceksin?”
“Ha, tamam. Dergiden yergi. İllaki gelir her dergiye yergi, anlam harfi aştı, gördün mü? Yergiden yengi. Anlamsız yergi yengiye gider, sonra bir anda ucuz bir yenge. Al sana ”
Odanın dışına çıkan kahkahalara anlam veremedi kadın. Doktor Talât’ın kliniğine istemeden, hatta nerdeyse zorla getirdiği oğlu şu an içeride kahkaha mı atıyordu gerçekten? Hem de doktorla birlikte? Hiç kahkaha atmış mıydı Can? Yo. Oğlunun kahkaha attığını hiç duymamıştı otuz küsur yıl. İçeriye başkası girmiş olabilir miydi? Çevresine bakındı. Başka kapı da yoktu ki bekleme odasından Doktor Talât’ın odasına geçen.
“Yengede bırakalım mı bu kelimeyi?”
“Evet, başka bir şeye geçelim. Yenge mutsuz, yenge yalnız. Sevgisizlikten yalnız aslında. Çaresizlikten de. Suskun. Belki de utançlı. Bilip de sustuklarından, susup da haykıramadıklarından.”
“O zaman dayı ile başlatalım.”
“Başlatmayalım.”
“Sıkıldın mı?”
“Hayır. Dayıdan başlamak istemedim. Dayı başlangıç değil Doktor. Dayı bitiş.”
“Bitirmeyelim. Yeniden başlatalım. Dayının üzerine harfler çıkalım, yok edelim, en altta kalsın, başka şeylere dönüşsün. Oyunun amacı bu değil mi Can? Olan harflerin üzerine çıka çıka kelimeleri değiştirme oyunu değil mi bu? Ne kadar çok harfle kapatırsak bir alttaki harfleri, o kadar farklılaşıyor sözcükler. Hadi, devam. Dayı.”
“Dayıdan kurtul. Dayıdan soya, soyadan sofa, sofadan somya, bak bir harf de sağa genişlettim. Tabana yayınca kelime daha zenginleşiyor Doktor? Somyadan mumya, mumyadan mahya. Mahya ne, biliyorsun değil mi? Cami kolyesi. İki minare arası.”
“Ramazandan ramazana takılan kolye ama.”
“Evet, evet. On bir ay çıplak. Bir ay gösteriş. Sonra yine karanlık.”
“Neden karanlık Can?”
“Kutsal ay bitti. Her şey yine çirkin Doktor. Her şey karanlık, herkes suskun. Neyse, dur, bozma, mahyadan rafya. Maviydi rafya. Çok acıtır rafya, bilir misin? Kalın rafya daha az acıtır, dar olanlar çektikçe incelir, inceldikçe derini sıkıştırır, acıtır, keser. Bileklerini oynatamazsın. Bileklerin acımasın diye durursun. Durdukça canın yanar. Rafyadan hafta, bak üç harf daha yükselttim, kafan karıştı. Haftadan hasta. Bitti.”
“Bitmesin, güzel ürettin be Can. Hasta ile bitmesin, koyalım üzerine yeni harfler, ne dersin?”
“Bugün bitsin. Dayıyı örttük ama hasta kaldık be doktor. Yoruldum.”
“Haftaya seni yine görmek isterim, gelirsin değil mi?”
“Geleceğim. Oyundan anlıyorsun.”
“Son bir sorum var Can, izin verirsen.”
“Sor tabii de zor olmasın.”
“Bu Yükselen Kelimeler oyununu oynamaya ne zaman başladın?”
“Kutudakine yedi yaşımda. Okumaya yeni başladığımda almışlardı.”
“Hep yalnız mı oynadın?”
“Hayır. Annemin kardeşiyle oynuyordum. Sonra attı annem. Ben kafamda oynamaya başladım.”
“Bir daha geldiğinde buraya alıp koymuş olmamı ister misin?”
“Düşünmem lazım Doktor. Eğer oyunu oyun gibi oynamayı tekrar istersem ben alır gelirim.”
Doktor Talât kapıyı açtı. Oturduğu koltuktan doğrulup kendisine merakla bakan kadınla göz göze geldi. Onun çaresiz kalışını, çabasını görmemek mümkün değildi belki ama öncelik Can’ındı artık.
“Nefise Hanım, biz Can’la iyi anlaştık. Bundan sonra o istediği sürece her hafta buluşacağız. Buraya kendisi gelebilir, müsterih olun.”
Kadın oğluna baktı, elini Can’ın koluna geçirdi. Kapıdan kol kola çıktılar. Doktor Talât masasına oturdu, bilgisayarının arama motoru barına “Upwords” yazdı ve çıkan bilgileri okumak üzere dikkatini ekrana verdi. Oyunun nasıl oynandığını bir hafta içinde yeniden hatırlamalıydı.

Benan Bilek, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde okumak için geldiği İzmir’de yaşayan bir İstanbullu. Öğrencilik yıllarından bu yana iletişim sektörünün farklı dallarında görev yaptı. Metin yazarlığından ajans başkanlığına, dergicilikten senaryo yazarlığına uzanan iletişim deneyiminin sonunda yolu sanata vardı. Un elekleri üzerine ipliklerle yaptığı resimlerle pek çok kişisel sergi açtı; “Yaşam Elekleri” atölyeleri düzenledi. Türkiye’nin izleyicisi sadece kadın olan ilk stand-up projesini hayata geçiren Bilek’in Gece Tuşları, Duvarlar Şahit, Çin Çin Çini Mini Hanım öykü kitaplarının yanı sıra Punta – Bir Meyhanenin Romanı adlı eseri bulunuyor. Bilek, öykü yazmaya, sahne gösterilerine, özel atölye çalışmaları ile kasnak ve elek üzerine ipliklerle resim yapmaya devam ediyor.