Betül Çakıroğlu
Tavşan değişik renkteki tüm çocuklarını yanına topladı. Uzun kış gecelerinde en sevdikleri şeyi yaptılar. O anlattı, yavru tavşanlar dinledi. Başlamadan önce yavrularına şunu tembihledi. Bunu asla belleğinizden çıkarmayın. Benden sonra siz de yavrularınıza anlatın. Ve masal başladı.
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Diye başlayacakken masala
Hatırladım. Masal bu ya, diye başlar masallar. Belki olmuştur, belki olmamıştır tüm bunlar. Gerçek nedir ki zaten? Zaman nehrindeki en dayanıklı tekneler masallardır. Biraz tamir edersiniz yüzmeye devam eder. Geçmişi geleceğe, belleğimizdekileri yarına taşır.
Yıldızların en parlaklarından biri olmadan önce Aldebaran küçücükmüş gökyüzünde. Onu kimse görmezmiş. Asılı olduğu karanlıkta parlayan bir şey görünce içini çekermiş. Karanlık evrende gözlerini daha da ileriye dikince güneşi görmüş. Sonra yaşamı fark etmiş. Güneşle kavrulan toprağa bakmış durmuş. Baktıkça kıskanmış. Kıskandıkça daha çok bakmış. Her yer aydınlıkmış. Toprak bile ondan daha çok parlıyormuş. Hayvanların gözleri ışıl ışılmış. O ise karanlık gökyüzünde asılı duran bir ufak yıldızcıkmış.
“Ben niye buradayım da bu diyarda ışık kol geziyor,” diye haykırmış. Güneş ona inat parlıyor gibi gelmiş. Karanlık onu duymuş.
“Işığı istiyorsan git al,” demiş. Aldebaran şaşırmış.
“Düşen yıldızlar söner,” demiş.
Karanlık, bir siyah taş çıkarmış, yıldıza vermiş. Taşın büyüsü Aldebaran’ı sarmış. Taş yok olmuş.
“Şimdi düşsen de sönmezsin,” demiş karanlık. Düştüğün yer sönecek, diye içinden eklemiş.
“O zaman burada durmanın ne anlamı var?” demiş ve kendini toprağa atıvermiş.
Düşen yıldız Aldebaran sönmemiş. Topraktan biraz uğraşıp çıkmış. Yürümüş. Sarı saçları ve uzun elbisesi toprağı süpürmüş. Ne güzellikte ne dünyada gözü varmış. O yalnızca daha çok parlamak istiyormuş. Her gün güneşin ışığını almış, her gece ayın altında yıkanmış. Arkadaşları yıldızlara da “Ben de parlıyorum,” diye bağırmış, durmuş.
Yıldızlar ona cevap vermemiş. Güneş ışığını aldıkça güzelliğinden parçalar dökülmüş. Gözlerinin feri suya düşmüş. Dudaklarının balı toprağa dökülmüş. Kokusu havaya karışmış. Saçlarının sarısı ateşe konmuş. Dünya da soğumaya başlamış.
Önce hayvanlar gitmiş ona yalvarmış. “Üşüyoruz,” demişler. Anlamamış. Sonra toprak “Yapma,” demiş. Duymamış.
İnsanlar gittiğinde ise gülmüş. “Işık değil mi hepimize yeter,” demiş. Hiç doymamış. O güneş ışığını aldıkça çirkinleşmiş. Işıldıyormuş ama garipmiş şekli. Toprağa, ağaçlara, insanlara, hayvanlara hiç ışık kalmamış. Yıldızın ışığı sadece kendisi içinmiş.
Ağaçlar kurumuş, toprak küsmüş, insanlar ve hayvanlar üşümüş. Aldebaran tüm dünyayı gezmiş. Sonunda düştüğü yere geri gelmiş. Oturmuş kalmış. Kocaman ve çirkinmiş artık.
İnsanlar bir çözüm aramış. Yıldızçeken’den yardım istemişler. Birçok yıldızı dünyaya çeken kahraman, hiç yıldız geri göndermemiş. Yine de denemiş. Kemendini atmış. Aldebaran o kadar büyümüş ki yerinden bile kalkmamış. İnsanlar sonra Ateşkaroğlan’ı hapsettikleri kırkıncı odadan çıkarıp getirmişler. Aldebaran onun ateşiyle daha da büyümüş. O da çare olmamış. İye cadıları toplanmış. Ateşin, ormanın, suyun ve havanın iyelerini çağırmışlar. Aldebaran yerinden bile kımıldamamış. Ateş boşa yanmış. Su çaresiz akmış. Hava nafile esmiş. Toprağın elinden hiçbir şey gelmemiş.
Hem insanlar hem de hayvanlar kafa kafaya verip düşünmüşler. Beyaz tavşan “Ben onu yenerim,” demiş. Kimse inanmamış ama karışmamış da. Yürümüş düşen yıldızın yanına. Her yerin buzla kaplandığı yere varınca kürkü onu ısıtmamış. Yine de yolundan dönmemiş. Yanına vardığında ona, ışığın daha fazla vurduğu yerler olduğunu söylemiş. “Toprağı bir görsen parıl parıl parlıyor. Benim beyaz tüylerim senden bile daha çok ışıldıyor,” diye eklemiş. Kıskanç ve obur düşen yıldız o koca cüssesiyle yeri sarsarak kalkmış.
Az gitmişler, uz gitmişler. Tünellerden geçip, toprağın altına inmişler. Aldebaran açgözlülüğünden nereye gittiğine bile bakmıyormuş. Beyaz tavşan onu evine getirmiş. Beyaz Tavşan’ın birçok yavrusu varmış. O koca çirkin yıldız yavruları görünce kahkaha atmış. Onları gökyüzüne saçılmış küçük yıldızlara benzetmiş. Yavrularla oynamaya başlamış. Tavşan da yavru bitmezmiş. Onlar yıldıza dokundukça taşın büyüsü tüylerine yapışıyormuş. Kaç gün, kaç gece oynamışlar bilinmez. Bir gün Aldebaran çıkmak istemiş. Beyaz tavşan onu tünellerden geri çıkarmış.
Düşen yıldız içindeki karanlık gidince her yerin buz ile kaplandığını görmüş. Kocaman ışıldayan kendini tanımamış. “Bu ben miyim,” demiş. Etrafındaki buzlar onu da üşütmüş. “Bunu ben mi yaptım,” demiş. Tavşan sessizce “Evet,” demiş. Karanlığın ona “Şimdi düşsen de sönmezsin,” demesini hatırlamış.
Tavşan ona bakmış. “Açgözlü Aldebaran olarak belleklere kazındın. Yine de bizi kurtarmak senin elinde. Burada kalırsan sönüp gideceksin ve dünya da donacak.”
Büyük Yıldız’a “Beni al,” diye yalvarmış Aldebaran. “O kocaman halinle buraya geri gelemezsin,” diye cevaplamış.
“Dünyadan aldığım tüm ışığı vereceğim. Beni al,” demiş. Karanlık gökyüzüne bakmış. Yerinin orası olduğunu anlamış. Işığından toprağa, suya, havaya ve ateşe bırakmış. Geleceği ışıkla yeniden inşa etmiş. Toprağı, suyun, havanın ve ateşin belleğinde hâlâ açgözlü Aldebaranmış. İnsana, hayvana ve ağaçlara dokunmuş. Hayvanlar ve ağaçlar onu unutmamış. Açgözlü, demişler.
İnsan unutmuş. Onun belleği çok zayıfmış. Aldebaran böylece tekrar gökyüzüne yükselmiş. Artık daha parlakmış, neredeyse en parlak yıldız oymuş. Kimse onu kıskanmamış.
O aç gözlü Aldebaranmış. Büyük Yıldız’ın hâlâ ona kötü kötü baktığı söylenir. Bıraktığı ışıklar dünyanın dört bir yana yayılmış. Buzlar çözülmüş ve yeniden hayat devam etmiş. Derler ki düştüğü yerdeki çukur hâlâ ışıldamaktadır. Onu bulan sonsuz ışığı bulurmuş. Ve yine derler ki Aldebaran düşmeden önce tavşanlar sadece beyazmış. İnsanlar ona bakıp şarkılar yazarken, hayvanlar ve ağaçlar bu masalı belleklerinden hiç silmediler.
Gökten düşen üç elma
Yetişti masalın sonuna
Hepsini verelim Aldebaran’a
Tavşan masalı bitirdiğinde yavrularına baktı. Aldebaran’ın bu masalı hiç unutulmadı, diye bir daha ekledi. Kimisi uyumuş, kimisi üzülmüştü. Masal şimdi bitmişti.

Betül Çakıroğlu, Gelibolu’da doğdu. Mimarlık eğitimi için geldiği İstanbul’da kızıyla birlikte yaşıyor. Mimarlık bir yana edebiyat sevgisi bir yana diyen yazar her zaman çantasında taşıdığı kitaplarından vazgeçmiyor. Çocuk kitapları yazma, çocuk kitapları editörlüğü, çocuk ve gençlik edebiyatı başlıklı çeşitli atölyelere katıldı. Yazarın ilk kitabı Kumdan Hayaller olsa da kollektif kitaplarda öyküleri ile ve editörlük yaptığı kitaplarla da okuyucu ile buluştu.

