Nilgün Karataş
Diyalog denilince bir sohbet gelir akla da bunun her zaman iletişim kurmak anlamına gelmediğini gösteren çok güzel bir öykü var dünya edebiyatında. Çağdaş edebiyatın önde gelen yazarlarından biri olarak, sade ve öz anlatımıyla öne çıkan Ernest Hemingway’ın “Beyaz Filler Gibi Tepeler” adlı öyküsü tamamen diyaloglardan oluşuyor. Ama okuyucu o cümleleri kuranlar arasındaki kopukluğu öyle güzel anlıyor ki…

Ernest Hemingway’in “Hills Like White Elephants” (Beyaz Filler Gibi Tepeler), ilk olarak 1927’de yayımlanan Men Without Women (Kadınsız Erkekler) adlı öykü derlemesinde yer alan ve Hemingway’in en çok incelenen kısa öykülerinden biri. Yüzeyde, bir tren istasyonunda bekleyen Amerikalı bir adam ve Jig adlı genç bir kadının arasındaki sohbet anlatılıyor. Ancak Hemingway’in meşhur “buzdağı tekniği” (Iceberg Theory) burada tüm gücüyle hissediliyor: Diyaloglarda anlatılamayan ama altta güçlü bir şekilde var olan duygular ve çatışmalar okuyucuya olduğu gibi geçiyor.
Beyaz Filler Gibi Tepeler adlı öykü, yazarın hem kısa öykü hem de “buzdağı” tekniğini ustalıkla uyguladığı metinlerden biri. “Buzdağı tekniği” olarak adlandırılan anlatım biçimi Hemingway’in karakterlerinin görünüşte sıradan ama derinlikli çatışmalar yaşadıkları kısa öykülerinde sıkça kullandığı bir tür.
Öykü ilk bakışta sıradan bir çiftin sohbeti gibi görünüyor. Ancak neredeyse tamamen diyaloglardan oluşmasına rağmen, öyküde karakterler arasında anlamlı bir iletişim kurulamıyor.
Konuyu detaylandırırsak; Beyaz Filler Gibi Tepeler, İspanya’daki kırsalında Ebro nehrinin kıyısındaki bir tren istasyonunda, tren bekleyen Amerikalı bir adam ile Jig adındaki genç bir kadın arasında geçen diyaloglara dayanıyor. Basit bir sohbet gibi görünen bu metin, derinlemesine okunduğunda toplumsal cinsiyet rolleri, iletişimsizlik, seçim özgürlüğü ve duygusal manipülasyon gibi temaları açığa çıkıyor.
Hemingway’in minimalist üslubu ile bu tematik yapıyı öyle güzel kuruyor ki bu öyküde kelimelerden daha fazlasını okuyorsunuz.
Öyküde Amerikalı adam ve Jig, istasyonda tren bekliyor. Aralarında “prosedür”den söz edilen konuşmalar yapılıyor. Okuyucu kısa sürede bu konuşmaların hamilelik ve olası bir kürtaj kararı etrafında döndüğünü fark ediyor. Ancak, Hemingway’in tarzına uygun olarak, “kürtaj” kelimesi öyküde hiç geçmiyor. Bu durum, karakterler arasındaki iletişimin ne kadar dolaylı, örtük ve gerilimli olduğunu gösteriyor aslında.
Jig’in sorularına adam net yanıtlar vermiyor, yalnızca prosedürün “çok basit” olduğunu, “sonrasında her şeyin eskisi gibi olacağını” tekrarlıyor. Bu tutum, Hemingway’in diyaloglarda yarattığı anlam boşluklarının karakterlerin duygusal kopukluğunu ve iktidar ilişkilerini yansıtmak için nasıl işlevselleştirildiğini gösteriyor.
Öykü, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında da okunabilir. Adam, kararın Jig’e ait olduğunu söylese de, kullandığı ifadeler ve ısrarcı tutumu, kadını kendi istediği doğrultuda yönlendirdiğini gösteriyor. Buradaki “karar senin” söylemi, yüzeyde özgürlükçü görünse de, aslında kadının üzerinde kurulan duygusal baskıyı meşrulaştırmak için kullanılan bir araç. Adamın tavırları, ataerkil söylemin modern bir ilişkide nasıl yeniden üretilebileceğine dair çarpıcı bir örnek sunuyor.
“Eğer gerçekten istemiyorsan, bunu yapmana gerek yok.”
Ama aslında adamın söyledikleri ve söyleyiş biçimi, kadını belli bir karara doğru ikna etme değil, yönlendirme üzerine. Bu da bizi özgürlük kavramının altını oyan bir noktaya getiriyor. Jig’in özgürlüğü, sadece biçimsel bir özgürlük mü? Gerçekte seçme hakkı baskı altında mı? Kararsızlığının nedeni de bu baskı mı?
Aslına bakarsanız adam rahatlatıcı sözler de söylüyor ama hiçbir zaman Jig’in gerçekten ne hissettiğini anlamaya çalışmıyor. Jig’in “Eğer yaparsam, sonra her şey yoluna girecek mi? Ve beni yine sevecek misin?” sorusu, hem umutsuzluk hem de adamın duygusal mesafesini ortaya koyuyor. Bu diyaloglar, çiftin birbirlerinden ne kadar uzaklaştığını ve aslında gerçek bir iletişim kuramadıklarını gösteriyor.
Adam, “biz mutlu olacağız, sadece eskisi gibi olacak” diyerek Jig’i duygusal olarak etkilemeye çalışıyor. Ancak okur olarak bunun, açıkça bir duygusal manipülasyon biçimi olduğunu anlıyoruz. Kadını sevdiğini ima ediyor ama sevgisi şartlıdır: Prosedür yapılırsa! Böylece Jig’in duygusal bağı, adamın isteği doğrultusunda kullanılıyor. Jig’in giderek sessizleşmesi, pasifleşmesi ve sonunda sadece bir “Tamam” demesi, manipülasyonun yarattığı çaresizliği ve bastırılmış öfkeyi de yansıtıyor.
Neden beyaz fil?
Öyküde geçen “beyaz filler” benzetmesi, Jig’in duygularının ve durumunun sembolik bir yansıması. Bunu şöyle açıklamak mümkün: Güneydoğu Asya’da, özellikle Tayland ve Myanmar gibi ülkelerde, beyaz filler nadir bulundukları için kutsal kabul ediliyor. Kraliyet tarafından korunan bu fillere sahip olmak prestij sayılıyor.
Ancak aynı zamanda, bu hayvanlar çok masraflı ve bir işe de yaramıyor. Yani “beyaz bir file sahip olmak”, sembolik olarak değerli ama istenmeyen bir yük anlamına geliyor.
Batı kültüründe ise “white elephant” terimi özellikle 19. yüzyıldan itibaren, pahalı ama işlevsiz hediyeler için kullanılıyor: “A white elephant gift.”
“Beyaz filler”, Hills Like White Elephants öyküsünde çok güçlü bir metaforu temsil ediyor: Hem istenmeyen bir hamileliğin hem de çiftin ilişkisine dair taşınması zor bir yükün simgesi.
Şöyle ki Jig’in tepeleri “beyaz fillere” benzetmesi, kendi bedeninde taşıdığı olası gebeliğin hem değerli hem de istenmeyen oluşuna işaret ediyor. Elbette bir bebek yaşamın kutsallığını simgeliyor ama aynı zamanda bu ikili arasında bir sorun teşkil ediyor.
“Beyaz filler” aynı zamanda çiftin ilişkisinin geleceği için de bir metafor olabilir: Başta nadir ve özel gibi görünmüş olabilir, ama artık taşınması zor, yönetilemez ve yorucu bir hale gelmiştir.
Kız tepelere bakıyordu, tepeler güneşten bembeyaz gözüküyordu, her yer kurak ve kahverengiydi.
Kız “beyaz fillere benziyorlar” dedi.
Adam birasını içerken “bir tane bile görmedim” dedi.
“Yok, sen göremezsin”
“Görebilirdim, sadece senin demen hiçbir şey kanıtlamaz”
Jig’in doğaya bakarak tepeleri bu şekilde adlandırması, duygularını ve kaygılarını dolaylı olarak ifade etme biçimi olamaz mı? Erkek karakter ise bu benzetmeyi küçümseyerek geçiştiriyor, iletişimsizliğin alası. Ve elbette beyaz fil ifade edilmemiş duyguların dışavurumu aynı zamanda.
Sonuç olarak, “Beyaz Filler Gibi Tepeler”, tamamen diyaloglarla örülmüş ama içeriği suskunlukla, imayla ve duygusal çatışmayla dolu bir öykü. Hemingway, kelimelerin yetmediği, duyguların bastırıldığı ve bireylerin birbirine temas edemediği bir dünyayı birkaç sayfa içinde etkileyici bir şekilde anlatıyor. Bu nedenle, bu öyküye “diyaloglardan oluşan bir iletişimsizlik öyküsü” adını verdim; yalnızca biçimsel değil, içerik açıdan da oldukça yerinde bir tanım gibi geldi bana…

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.

H. Nilgün Karataş
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden “gazetecilik yapmayacağım” diyerek mezun oldum ve yıllarca Milliyet, Dünya, Günaydın, Akşam, BusinessWeek Dergisi, Para Dergisi ve Hürriyet Gazetesi’nde “çok severek” çalıştım. Uzmanlık alanım ekonomi gazeteciliği olmasına karşın kitaplar ve filmler beni her zaman büyüledi, hayatı onlar üzerinden çözümlemeyi sevdim. Hep yazdım, çok yazdım; ilk yayımlanan romanım Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar oldu, Halen Suare Dergi, Bianet, Distopya ve Yeni Sinema Dergisi için yazarken öykü, roman ve senaryo çalışmalarımı da sürdürüyorum. Bu arada ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.


