Demet Cengiz
“Siz yazdıkları hüzünlü kendi neşeli birisiniz” demişti yirmilerinin başındaki okurum. Kısacık bir söyleşinin üzerine iddianamesini hemencecik yazmıştı. Haklıydı da. Zamanımız olsa ve sürekli kendinden ve bilhassa ilginçliklerinden bahseden insanlara dönüşmeyeceğimi bilsem daha ne yaman çelişkiler taşıdığımı anlatırdım. Hüznüm -ve hatta başkalarının kederleri- yıkar beni. Yıkımım gizli saklı olsa da pek majestiktir. Kendimi kandıracağım ya, bir şövalyelik atfederim ki başa çıkabileyim o görkemli yıkılışla.
Ve neşe… Kötü havayı kovalayan bir rüzgâr gibi neşe eser içimdeki gizli bir yerlerden; çulsuz bir şair gibi taş taşırım, harç kararım, duvar örerim, kendimi yeniden inşa ederim.
Ah sözün sahibini bir türlü hatırlayamıyorum. Kim demişti “Her roman yazımı bir özyıkımdır” diye? Bunu kendime üç kez yaptım. Ve duyurayım: Ey ahali daha da yapacağım.
Varlığımın haklı bir nedeni olmalı. Olsun da ama mecbur muyum her seferinde paramparça olmaya?
Yıktım kendimi, başkalarını var etmek adına. Yıktım kendimi başkalarının öykülerini anlatmak sevdasına.
Bir oğlan çocuğu ölür romanımda, mezarını içimde taşırım. Bir kız çocuğu incitilir öykümde, yaraları sonsuza kadar canımı acıtır. Kahramanla kahraman olurum, kurbanla kurban, katille katil. Hırsızla hırsız olurum, zalimle zalim, mağdurla mağdur. Aldatanla aldatan, aldatılanla aldatılan, aldananla aldanan… Bir fahişeyi yazarım, fahişe olurum. Yüreğime yapışan fahişe gitmez hiçbir yere; ebediyen kalır benimle. Katil katletmeden benim zihnim kana bulanır. Bütün suçları, bütün günahları işleyen, kahramanlarımın yazarı olarak benim. Haksızlığı eden de haksızlığa uğrayan da benim. Yazdığı kaderlerden acı duyan da mutlu sonlara -sanki bir de haberi yokmuş gibi- çocukça sevinen de benim. Roman yazmak delirmenin eşiğinde gezmektir, anlıyor musunuz?
Varoluşumun haklı gerekçeleri… Haksız gerekçeleri…
Bölünürüm, parçalanırım, kendimden ayrılırım, uzaklaşırım. Yıkımım kendi ellerimden olur. Ve her tamamlanan romandan sonra bana, bu faniye, ufak bir mola… Yeniden inşa olabilsin diye…
Yere düşüp paramparça olan bir vazoyu, gizemli bir mozaik işçisi gibi yavaş yavaş yapıştıracağım. Ne kadar zaman alacaksa alacak. Hiç pazarlık etmeyeceğim. Hem pazarlık yapılacak kimse yok hem de yapsam da bir işe yaramayacak.
Parçalarımı bir araya getirip yeniden var olduğumda varoluşumun haklı gerekçesi kendini fısıldayacak: Anlatmak.
Anlatmak için girdiğim anlama yolu değil mi beni özyıkımıma götüren? Ama illa böyle olacak. Beni, ben bile durduramaz. Daha doğrusu “Beni ben bile durduramam mı” olur acaba? Herhalde öyle olur. ‘Ben’im bile ikiye bölünmüşken…
Kendini sobanın içine kilitleyen, arkadaşlarının gevezeliğinden kaçmak için savaşa giden o filozof, düşünebilmesini varoluşuna delil saymıştı. Benden sözcüklerimi alırsan geriye pek bir şey kalmaz; Babil olur. Buraya bir ‘sözcük’ bırakayım varoluşuma delil sayılsın hem okuyan hem de yazan için.

Demet Cengiz 1999 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi ve ardından Londra Westminster Üniversitesi’nde ‘British Journalism Studies’ eğitimi aldı. 1996 yılında gazeteciliğe başlayan Demet Cengiz; Yeni Günaydın, Global, BusinessWeek, Hürriyet, Sözcü, T24, Tele1 gibi birçok medya kuruluşunda çalıştı. Gazeteciliğin yanı sıra Patron Çıplak, Turuncu Yazılar, Patronca gibi yayımlanmış yedi kitabı bulunuyor. ‘Su Üçlemesi’ ile roman yazmaya başlayan Demet Cengiz’in Adımı Deniz Koydular ve İçimde Yanan Nehir romanları beğeniyle karşılandı. Ot, İstasyon gibi popüler edebiyat dergilerinde ve İstanbulLife, Tempo gibi haber dergilerinde yazıları yayımlanmaktadır.

